Akademisyenlerin Tarafındayız! – Hukuka Marksist Bakış

Pazartesi günü “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlığıyla yayınlanan akademisyenlerin bildirisinin ardından kopan fırtına devam ediyor. Bir tarafta tehditler, baskılar; diğer yanda destek imzaları. Bir de taraf seçeyim derken rezil olanlar. Öte yandan bildiriyi imzalayan akademisyenlerden -şu ana kadar- onlarcası gözaltına alınırken, pek çoğu hakkında üniversite soruşturması ya da savcılık soruşturması açıldı.

Öncelikle Hukuka Marksist Bakış olarak, “barış için akademisyenler”in yanında olduğumuzu beyan ederiz. Çocuk-yaşlı onlarca insanın katledildiği bu savaşın bir an önce sona erdirilmesi gerekiyor. Kürt halkının yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için olağanüstü hal niteliğindeki sokağa çıkma yasakları derhal sona erdirilmelidir. AKP Hükümeti, Kürt siyasi hareketinin taleplerini dikkate almalıdır.

Bu yazı vesilesiyle hem bildiriden bu yana gelişen olayları kısaca değerlendirmek hem de kendi perspektifimizi paylaşmak isteriz.

Tehdit Koalisyonu: AKP-YÖK-Medya-Mafya

Akademisyenlerin bildiriyi yayınlamasının ertesi günü katıldığı bir toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Kendilerine güya akademisyen diyen bir güruh çıkıyor. Terör örgütünün eylemlerine karşı topraklarını savunan devletine dil uzatıyor. Türkiye terörle mücadeleyi sürdürecektir. Bizim bu sözde akademisyenlerden izin alacak durumumuz yoktur.” şeklinde konuşarak akademisyenlere yönelik hedef gösterme kampanyasını başlattı. Erdoğan’ın ardından “acilen” bir açıklama yayınlayan Yükseköğretim Kurulu (YÖK), imzacı akademisyenler hakkında “gereğinin yapılacağı”nı duyurdu. Hükümete yakın medya organları da o gün bugündür akademisyenlere laf etmekle meşgul. Son zamanlarda AKP’ye yakınlığıyla ve muhalif grupları tehdit etmesiyle tanınan mafya lideri Sedat Peker ise bir adım daha ileri gitti. Peker, “oluk oluk kan akıtacağız ve kanlarında duş alacağız” diyerek akademisyenleri tehdit etti.

Çeşitli üniversitelerde akademisyenlerin kapılarına Ülkü Ocakları imzalı tehdit bildirileri asıldı, kapıları işaretlendi. Kocaeli’de olduğu gibi “şafak operasyonu” ile gözaltına alınanlar da oldu, üniversite yönetimi tarafından görevine son verilenler de. İmzacıların -yine şimdilik- çoğunluğuna savcılıklar tarafından soruşturma açıldı.

Yönünü Şaşıranlar ya da Yoluna Bakanlar

Yukarıda sayılan tehdit savuranlar zaten aynı meşrepten. Bir de “muhalif” pozlarında olan fakat mesele Kürt halkı olduğunda, sahip oldukları milliyetçi histerileri nedeniyle bir anda ifade özgürlüğü, demokratik haklar vs. ne varsa unutanlar var.

Bu ayarsız kesimin içinde parlak bir çıkış yakalayarak tacı ele geçiren bir isim var ki biz hukukçular da yakından tanırız: Metin Feyzioğlu. Türkiye Barolar Birliği Başkanı. Henüz iki sene kadar önce adli yıl açılışında dönemin Başbakan’ı Erdoğan’ın karşısında muhalif tonu yüksek bir konuşma yapmış ve hem dikkat çekmiş hem de iktidarın hedefi haline gelmişti. Şimdilerde ise aynı zat AKP’nin savaş politikalarını savunmakla meşgul.

Feyzioğlu konuyla ilgili yaptığı açıklamada “sürekli Türkiye Cumhuriyeti’ne söz söyleyenleri mütareke döneminin işgal altındaki İstanbul’unun sözde aydınlarının kalıntıları olarak niteliyorum” diyerek olaya, Erdoğan ile aynı bakış açısından yaklaştı. Özgürlük, insan hakları, demokrasi vs. kavramları dilinden düşürmeyen Feyzioğlu, bu kavramlardan ne anladığını böylece göstermiş oldu. Ülke avukatlarının en üst düzey “temsilcisi”, hukuk anlayışının kendi kimliğinden farklı kimseler için geçerli olmadığını gösterdi. Eh, ne diyelim; tencere yuvarlandı, kapağını buldu.

Akademisyenlere Destek Büyüdü

Dört bir koldan süregiden baskı ve tehditlere karşı toplumsal muhalefetin çeşitli cephelerinden de akademisyenlere destek geldi. Tiyatrocular, sinemacılar, hukukçular, yayıncılar, Eğitim-Sen, TMMOB, DİSK, TTB, LGBT hareketi, gazeteciler, edebiyatçılar… Birçok kesimden ardı sıra destek açıklamaları geldi. Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın savaş politikalarını arkalayan çıkışına rağmen 2000’in üzerinde avukatın “Bu Onura Ortak Oluyoruz” başlığıyla yayınladığı bildirinin sonuç kısmı şöyle diyor:

“İfade özgürlüğünün, sendikal eylemlerin, yaşatma görevinin ve barış taleplerinin kriminalize edilerek yargı mekanizmasının siyasi iktidarın giyotini gibi işletilmemesi için savcıları ve Adalet Bakanını uyarıyoruz. “Bu suça ortak olmayacağız” diyerek barış isteyen akademisyenlerin imza metnini aynen sahiplendiğimizi, akademisyenlere yönelik tehditlere karşı yasal yollara başvuracağımızı ve her aşamada avukatlıklarını yapacağımızı belirtiyoruz.

Biz aşağıda imzası olan avukatlar ve hukukçular olarak katliamın suç ortağı olmayacağını ilan eden herkesin sesine ortak olduğumuzu; silahlı saldırıların, medya veya yargı eliyle yürütülen baskı ve sindirme politikalarının hedefi olan her insana gönüllü avukatlık yapmaktan da onur duyacağımızı yineliyoruz.”

Yurtdışından da önemli bir destek geldi bildiriye. Erdoğan’ın “gerçekleri göstermek” üzere Türkiye’ye davet ettiği Noam Chomsky’nin yanı sıra Michael Löwy, David Harwey, Tarık Ali, Bertell Ollman gibi dünyaca tanınan akademisyenler de bildiriye imza attı.

Hukuksal Meseleler

Öncelikle hatırlatmakta fayda var; akademisyenlere destek açıklaması yapan avukatlar, bir de hukuki destek sunmak üzere kolları sıvadı. Çeşitli kentlerdeki avukatların iletişim bilgilerine Barış İçin Akademisyenler’in facebook sayfasından ulaşılabiliyor.

İlk önemli nokta, yayınlanan bildiri nedeniyle imzacıların soruşturmaya uğraması ve çeşitli cezalandırma arayışlarının söz konusu olması. Yayınlanan metin, Türkiye’nin de taraf olduğu pek çok uluslararası insan hakları belgesinin yapı taşlarından biri olan ifade özgürlüğünün kullanılmasıdır. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın da 26. Maddesine göre de “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.” Maddenin devamında yer alan kamu düzeni ve kamu güvenliği, devletin bölünmez bütünlüğü gibi istisnalar ise sokağa çıkma yasağı olan yerlerde yaşayanlara yönelik hak ve özgürlük ihlallerinin hukuka uygun bir şekilde giderilmesini talep eden bir bildiri için söz konusu olamayacaktır.

İkinci nokta, akademisyenlere yönelik uluorta tehdit savuranların akıbetine ilişkindir. Özellikle Sedat Peker’in “oluk oluk kan akıtacağız” sözleri, imzacıların yaşam hakkına yönelik tehdit suçu teşkil etmektedir. Akademisyenler için tez elden soruşturma başlatan savcılıkların Peker hakkında henüz bir işlem yaptığına dair emareler bulunmuyor.

Bir diğer mesele, 2000’in üzerine çıkan imzacı listesinin soruşturulması usulüne dair. İlk olarak milletin, devletin, meclisin, hükümetin ve yargı organlarının aşağılanmasını hükme bağlayan 301. maddeden açılmak istenen soruşturmalar Adalet Bakanının iznine bağlıdır. Şayet olursa, yüzlerce kişiye karşı Adalet Bakanlığı’nın soruşturma izni vermesi iktidarın gözünü kararttığı anlamına gelecektir. Aksi durumda sadece belirli isimlerin soruşturulması ise hukuken bir garabet halini alacaktır.

Bu son meselenin önemli noktalarından biri de yargı organlarının doğrudan Cumhurbaşkanı’nın yönlendirmesi doğrultusunda harekete geçerek soruşturma başlatması, gözaltı kararı vermesidir. Erdoğan’ın fiili başkanlık uygulamasının bir yansıması olarak devlet kurumları artık yasalara göre değil, Cumhurbaşkanı’ndan gelecek emirlere göre hareket etmektedir!

Akademisyenlere Neden Sahip Çıkmalıyız?

Hukuksal meşruiyetin yanı sıra bir de politik meşruiyet var ki hem Türkiye’nin hem de Ortadoğu’nun yakın ve orta vadede geleceğini belirleyecektir. AKP iktidarının IŞİD, El Nusra gibi cihatçı örgütlerle ilişkisini sağır sultan bile duydu. Bizzat hükümetin bilgisi dâhilinde sınırlardan geçişine göz yumulan cihatçı unsurlar, üçü Türkiye’de olmak üzere dünyanın pek çok önemli meydanında bomba patlattı. Dahası Türkiye’nin de aralarında yer aldığı emperyalist ülkelerin Ortadoğu’da yarattığı mevcut durum, milyonlarca insanı yerinden etti. Bu göçmenlerin yüzlercesinin cesedi ise günbegün Akdeniz kıyılarına vuruyor.

Ortadoğu’da emperyalist savaş politikalarının bir sürdürücüsü olan ülkemiz Hükümeti, ülke içerisinde de 7 Haziran seçimlerindeki hezimetten bu yana savaş politikalarını devam ettiriyor. Kürt halkına karşı yeniden konuşmaya başlayan silahlar onlarca, yüzlerce sivil yurttaşı öldürüyor. “Terörle mücadele” kisvesi altında çocuk-yaşlı ayırt etmeden insanlar öldürülüyor, cesetler günlerce ya derin dondurucularda ya da sokak ortasında bekliyor. İlan edilen sokağa çıkma yasakları haftalarca sürüyor, buralardaki yurttaşlar, temel insani ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor.

Böyle bir tabloda, AKP ile akademisyenler arasında yaşanan çatışma, esasında bütün Ortadoğu’nun geleceğini belirleyecek olan bir sürecin dönüm noktalarından birine tekabül etmektedir. Ya imzacı akademisyenler ve arkalarında kenetlenen toplumsal muhalefet güçlü duracak ve hükümetin bu denli kolay bir şekilde savaş politikalarını sürdürebilmesinin önüne geçecek; ya da toplumsal muhalefet geri çekilecek, savaş politikalarına sessiz kalmaya devam edecek. İkinci seçenek, Ortadoğu’daki ateşe AKP’nin benzin dökmeye devam etmesi anlamına gelecektir.

Tarafımız Net!

Yukarıda saydığımız tüm bu nedenlerden ötürü biz akademisyenlerin tarafındayız! İfade özgürlüğü kapsamında yayınlanan bir bildiride devletin savaş politikalarını, hak ihlallerini ve gerçekleştirdiği katliamları ele almak suç değildir! Aksine asıl suç, bu savaşı sürdürmektir. MİT tırları ile cihatçılara gönderilen silah ve mühimmatın hesabını vermeyip, olayı haber yapan gazetecileri tutuklayan bir hükümet, barış isteyen akademisyenleri yargılayamaz!

Son kez vurgulamak gerekirse, Hukuka Marksist Bakış olarak sessiz kalmayacağız! Hükümetin savaş ve katliam politikalarına karşı mevcut insan haklarını ve bunun da ötesinde, kan deryasına çevrilmiş durumda olan bütün bir Ortadoğu’da katliamların panzehiri olan sosyalist fikirleri savunmaya devam edeceğiz!

Hukuka Marksist Bakış

KATEGORİLER
ETİKETLER