Afrika’nın Kaderi Putin’in Ellerinde mi? – Derya Koca
Ukrayna’da emperyalist savaş sürerken bir süredir belirleyici gelişmelerin yaşandığı Afrika emperyalist rekabetin sıcak noktalarından biri haline geldi. Asya’yı çevreleme stratejisi etrafında süren emperyalist saldırganlıkta somutlanan Çin-Rusya-ABD kızışmasının başkaca çeper ve müttefik ülkelerde de kaçınılmaz bir yansıması olacaktı. Bugünlerde Afrika’da bu çekişmenin bir merhalesi yaşanıyor.
Afrika’nın Sahel Kuşağı’nda son üç yılda üst üste altı darbe yaşandı. Mali, Sudan, Gine, Burkina Faso, Gine-Bissau ve son olarak 26 Temmuz’da Nijer’de gerçekleşen darbeler kıtada yeni bir döneme işaret ediyor. Sahel ve Batı Afrika’da domino etkisi yaratan ve birbirine de cesaret veren darbeler Afrika’da düzenin köklü başarısızlığından besleniyor. Karmaşık iç çelişkilere, etnik sorunlara, mezhepçi fanatizme ve kabile rekabetlerine yaslanarak varlığını devam ettiren ve bu yolla başta uranyum ve altın kaynakları olmak üzere kıtanın zenginliğini pervasızca sömüren emperyalist güçler için tarihsel bir kırılma anı yaşanırken kıtadaki son durum Batılı güçler için tehlike çanlarının çalması anlamına geliyor. İşgal, askeri saldırı, ekonomik yaptırım ve insani yardımların kesilmesi tehditleri savuran başta Fransa olmak üzere Batılı ülkeler ayrıcalıklarını güle oynaya bırakmayacaktır. Bölgedeki askeri darbeler sonrasında askeri güçlerini Nijer’e konumlandıran ve bölgenin zengin uranyum ve altın madenlerinden beslenen Batılı güçler açısından Nijer darbesi egemen sınıfların tarihsel çıkarlarından vazgeçmesi anlamına gelebilir. Şimdilik askeri güçleri ülkelerinden kovmakla yetinen darbeci iktidarların ne kadar ileriye gidebileceği ise soru işareti.
Cihatçı Terör Bahanesiyle Sömürgeciler Geri Dönüyor
Bugünkü darbe dinamiklerini anlamak için eski sömürgeci Fransa’nın bölgeye yeniden askeri güç yığdığı 2013’e gitmemiz gerekiyor. Suriye ve Libya’da rejimleri devirmek için kanlı savaşlar yürüten NATO ülkeleri, en gerici güçleri bu bölgelere hediye etti. ABD, İngiltere, Fransa ve NATO bu grupları Libya’da ve özellikle Suriye’de vekalet savaşları yürütmek için kullandı. 2011’de Libya’ya karşı NATO önderliğindeki savaşta çarpıştıktan sonra, El Kaide ve diğer İslamcı gruplar Sahel bölgesindeki ülkelere sığındı. Fransa, Amerika ve Almanya gibi emperyalist güçler bu savaşları bahane ederek kıtaya dönüş yaptılar. Ekim 2021’de Mali Başbakanı Choguel Kokalla Maiga, Fransız hükümetini ülkedeki çatışmayı sürdürmek ve Fransız askeri işgalini haklı çıkarmak için İslamcı teröristleri gizlice silahlandırmakla suçladı.
Fransa Libya’yı ilk bombalayan ülke olmakla övünüyor, Afrika’yı kendi kaderine terk etmeyeceğini söylüyordu. İşgalciler, çeteler, kabileler, savaş ağaları, cihatçılar… Yaşlı ve yoksul kıtadaki El Kaide ve IŞİD türevleri bölgedeki korkunç geriliğin yarattığı büyük toplumsal öfkeyi mezhepçi-kabileci-etnik gerilimlere yönlendirdi. Suikastlar, kaçırmalar, etkili olunan bölgede halka kan kusturan eylemler sistematik hal aldı. IŞİD, El Kaide ve Boko Haram bölgede halen nüfuz elde etmek için çatışıyor. Köylüleri topraklarından sürme, evleri ve iş yerlerini yakma, kitlesel kaçırma, öldürme, enerji hatlarını çökertme saldırıları aralıksız yaşanıyor. Grupların birbirleri arasında bitmek bilmeyen güç savaşları ise Burkina Faso ve Mali gibi ülkeleri kronik savaş ülkeleri haline getirdi. İsyancı selefi gruplar 2012’de Mali’nin kuzeyinin kontrolünü ele geçirdi. Fildişi Sahili, Benin ve Togo’da IŞİD ve El Kaide türevi gruplar ise denize ulaşmak için ilerleme sağlamaya çalışıyorlar ve kızışan işleri çözmek için bilin bakalım kim talip oldu? Başta Fransa olmak üzere Batılı emperyalist güçler teröre karşı savaş operasyonu adı altında Batı ve Orta Afrika ülkelerine askeri varlıkları ile yeniden girdiler. 2014’te Mali, Nijer ve Çad’da toplam 5 bin 500 asker konuşlandırıldı. Fransa’nın düzenlediği Serval Operasyonu sonrasında selefi gruplar Mali’nin yanı sıra Nijer ve Burkina Faso’nun “ihmal edilmiş” bölgelerinde dağınık gruplar halinde yeniden örgütlenmeye başladı. Fransa, böylece el koyduğu kaynakları kaybetme riskini düşürerek çıkarlarına yönelen yakın tehdidi püskürtmüş ve işbirlikçi rejimlerini kurtarmış oldu. Ancak kırsala dağılan örgütler halka kan kusturmaya ve kendi aralarında savaşarak güç savaşını sürdürmeye devam etti. İşin bu kısmı Batılı güçler için çok da önemli değildi.
Batılı güçlerin askeri varlığına ve operasyonlarına rağmen cihatçı terör tırmandı. Savaş ağaları ve yerli egemenlerin iç içe geçen kirli ilişkileri Afrika halklarında haklı bir öfke birikimine dönüştü. Fransa’nın bulunduğu ülkelerde herhangi bir “başarı” hikayesi yazamamış olması “O halde neden buradasınız?” fikrine dönüşmesi çok sürmedi. Pan-Afrikan söylemler etrafında bir siyasi kümelenme yaşandı. Bu siyasi dinamik, başarısızlıklarından ötürü Fransa egemenlerine alternatif başka büyük güçlere yanaşma tercihinde bulunan egemen sınıfın bir kanadını Rusya’ya doğru yönlendirdi. Örneğin Mali, darbenin hemen ardından başta Fransa olmak üzere yabancı güçleri ülkeden kovarak Rusya’nın Wagner’ini çağırdı.
Darbelerin Karakteri
Afrika’da üç yıl içinde gerçekleşen askeri darbeler, Batı destekçisi hatta kuklası iktidarlara yönelik olarak gerçekleşiyor. Afrika kıtası, emperyalist kapitalizmin ve yarı sömürge ilişkilerin en yalın halinin sergilendiği bir savaş alanı! Aşırı yoksulluk, salgın hastalıklar, geri kalmışlık, cihatçı terör, kabile savaşları, savaş ağaları, diktatörler, kitle kıyımları!
Afrika ülkelerinde darbelerin nedeni bunlara duyulan öfkeden ziyade Fransa’nın sömürgeci geleneğinin Afrika’daki nefret edilen varlığının yarattığı siyasal iç gerilimler. Afrika yönetici sınıflarının Rus yanlısı ya da Fransa yanlısı unsurları arasındaki yarılma belirleyici asıl dinamik. Putin, Batı’nın kıtadaki beceriksizliklerini çok iyi değerlendiriyor ve doğrudan Rus devleti adına değil de Wagner ile destek vererek meşru ve dost bir güç görüntüsü çiziyor. Bu siyasal müdahale biçimi, Afrika bağımsızlıkçısı bir karakter de barındıran darbeci güçlerin daha kararlı hareket etmesini beraberinde getiriyor.
Fransa’yı, yüz yıllardır sömürdüğü topraklardan atmak için bağımsızlık savaşları veren ve kendi burjuva devletlerini kuran Afrika halkları gerçekte hiçbir zaman emperyalizmden kurtulamadı. Batılı güçlerin güçlü varlığının yanı sıra Rusya ve Çin de bu bölgede ciddi bir nüfuz sahibi oldu. Silah ve savaş alanında Afrika devletlerinin “yardımına” Rusya koşarken her türlü altyapı sorununun olduğu bu gelişmemiş geniş toprakları “yatırımlar” ve borçlar yoluyla kendisine bağlamak üzere devasa yatırımlar yapan Çin de ekonomik gücünü konuşturuyor. Eski emperyalistler ile yeni rakipleri arasındaki bu rekabetin sıcak çatışmaya dönüşmesi ise ilk kez Afrika’da olmuyor. Latin Amerika ve Asya bunun sayısız örneğini yaşadı. Ayrıca Afrika ülkeleri Soğuk Savaş yılları boyunca yine benzer bir dalgayı yaşamıştı.
Afrika egemenlerinin zayıf ve kendi içinde bölünmüş olması, dolayısıyla da burjuva gelişim ya da yönetim anlamında da güçsüz olması emperyalist bağımlılığın hiçbir zaman son bulmaması anlamına geliyor. Kıtanın kaderi egemen sınıfların elinde kaldığı müddetçe kazanan o ya da bu büyük aktör oluyor.
Nijer ve Fransa
Nijer, Fransa ve diğer Batılı güçlerin egemen olduğu kapitalist bir yarı-sömürge haline geldiği 1960 yılına kadar bir Fransız kolonisiydi. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri. Bununla birlikte, Fransız şirketleri tarafından kontrol edilen dünyanın en büyük uranyum yataklarından bazılarına ve diğer ham maddelere sahip. Avrupalı liderler, Fransa ve diğer AB ülkeleri Avrupa’nın nükleer enerji endüstrisi için gerekli olan uranyum ithalatlarının %15-30’unu Nijer’den aldıkları için Nijer’i kontrolleri altında tutmakla yakından ilgileniyorlar. Ayrıca Nijer, “Teröre Karşı Savaş” bahanesiyle önemli sayıda Batılı askerin (1.500 Fransız ve yaklaşık 1.000 ABD askeri) konuşlandığı Kuzey ve Orta Afrika’daki son ülke. Ayrıca Nijer’de, ABD’ye ait bir insansız hava aracı üssü bulunuyor. Kısacası, Nijer’i “kaybetmek” diğer ülkelerdeki darbelerle birlikte düşünüldüğünde AB ve ABD emperyalizmi için stratejik bir gerileme olacaktır. Buradan da kovulmak kıtadaki askeri varlıkların belirgin şekilde azalması anlamına gelecek. Yine de hatırlamakta fayda var, ABD’nin Afrika çapında 29 ayrı üssü bulunuyor. Yani birkaç darbe ile Batı egemenlerinin Afrika’dan kovulmuş olacağına dair Rus yanlısı propagandanın da bir gerçekliği bulunmuyor.
Wagner ve Rusya
Wagner güçleri bugüne kadar Batı emperyalizminin desteklediği örgütler ve gruplar aracılığıyla istikrarsızlaştırılan bölgedeki güvenlik veya savunma ihtiyacıyla devreye girerek bu ülkelerde belirleyici noktalara geliyor, iflas etmiş, yolsuzluğa batmış devlet yapıları üzerinden kıtada nüfuz arttırıyordu. Ancak bunu Rus devleti adına da yapmayarak gayrı resmi yollardan siyasi ve ekonomik kaynaklar elde ediyordu.
Wagner örneğin Orta Afrika’da ordu eğitimleri ve altın madenciliği alanında etki kuruyor. Libya’da Hafter’e destek veriyor. Afrika’nın en büyük dördüncü altın üreticisi olan Mali’de Fransız ordusunun yerini alarak El Kaide’ye karşı “savaş” veriyor. Bu çatışmalar Burkina Faso’ya kadar etkili oluyor. Büyük halk ayaklanması ile Omar El Beşir’i deviren Sudan’ın devriminin bastırılması için RSF güçleri ile kanlı kıyımlar yaparak egemen sınıflara can simidi olup Sudan’ın altın yataklarından gerekli ganimeti alıyor.
Wagner lideri Prigojin, Moskova üzerine yürüdüğü yarı kalkışmadan sonra ilk kez Rusya’nın Nijer’deki darbenin hemen sonrasında Afrika’dan 49 ülkeyi St. Petersburg’da topladığı zirvede ortaya çıktı ve darbeleri “sömürgecilikten kurtulmanın yeni çağı” olarak alkışladı. Darbe girişiminden sonra Afrika’ da varlığını artıracağını söylemiş, Rus oligarklarının stratejik hedeflerini gerçekleştirmek konusunda açık konuşmuştu.
Nijer’de darbe destekçisi protestolarda Fransız bayrağı yakılırken Rus bayrağı açıldı. ABD, darbede açık bir Rus müdahalesi tespit etmediklerini ancak durumu irdeleyeceklerini ifade eden bir açıklama yaptı. Rusya açısından darbe sürecinin zamanlaması kritikti. Wagner kalkışması bir yanda, Ukrayna karşı taarruzunun beklendiği şekilde etkili olamadığı ama Putin’in ilerleme de kaydedemediği diğer yanda. Tam da böyle bir ortamda Putin NATO’ya “canınızı sıkarım” mesajını vermiş oldu. Güney Afrika Ekonomik Özgürlük Savaşçıları Partisi’nin lideri Julius Malema “Biz Putin’iz, Putin de biziz” diyerek Rusya’nın Afrika üzerinden siyasi tecridinin kırıldığının mesajını verdi. Aynı zirvede Putin tahıl kozunu oynayarak Afrika’ya bedava tahıl gönderme kararı çıkarttı.
Kısacası Afrika’nın yoksul ezilen milyonları için emperyalist rekabet yeniden geleceklerini belirleyecek bir etken olarak öne çıkıyor. Bu gelecek kıta halklarının kaderinin yeniden kan ve gözyaşıyla yazılması anlamına gelecektir.
Emperyalistler, Afrika’dan Elinizi Çekin!
Biz devrimciler hayata emekçilerin, yoksul Afrika halklarının çıkarları etrafından bakarız. Eski sömürge ülkelerin ulusal kurtuluşlarının, gerçek bir özgürlük anlamına gelebilmesi için tek yol tüm kaynaklara emekçilerin el koyduğu bir işçi-köylü mücadelesi etrafında birleşmiş ve sekter savaşlara karşı sınıf bilincini yükseltmiş mücadele hattından gelebilir. Zengin kaynaklara sahip Afrika halklarının yaşadığı yoksulluğun, geri kalmışlığın, işgallerin ve emperyalist rekabetin bir türlü kırılamaması temelden yine bununla ilişkili. Burjuva gelişimin zayıf ve bağımlı bir gelişim çizgisi izlemesi, bu kıtadaki yönetici sınıfların daima bir emperyalist gücün çıkarları etrafında ve emekçi halkın en temel sorunlarını bile çözmekten aciz olmaları sonucunu ortaya çıkardı. On milyonlar ne ekmek ne su ne gelecek ne de can güvenliği içinde. Yerli egemenlerin şu ya da bu kanadının Rusya ya da Fransa/ABD yanlısı bir tavır alması, sömürenlerin yalnızca adının değişmesi anlamına geliyor. Büyük bedeller ödeyerek ulusal savaşlarını veren Afrika halklarının sermaye eliyle yönetilmesi devam ettiği sürece de kader değişmeyecek. Bölgedeki geri kalmışlıktan beslenen, gelişimin önünde bizzat engel olan çünkü kendi çıkarları için iş birliğinden çekinmeyecek olan Afrika egemenleri söz konusu Fransa da olsa Rusya da olsa emekçilerin tepesine çökecek. Unutmayalım ki tüm muktedirlerin en korktuğu şey emekçilerin emperyalistleri, darbecileri, onların siyasi uzantılarını, uluslararası tekellerini mülksüzleştirmesi ve kardeş bir Afrika yaratmasıdır. Aksi takdirde zaten bu gerici güçlerin kaynağı olan zenginlikler onları beslemeye devam edecektir.
Diğer yandan milyonların Fransız sömürgecilerinin kıtadan gönderilmesini sevinçle karşılamasını anlıyoruz. Fransız sömürgecilerine karşı gelişen her halk hareketi elbette meşru. Ancak bugün Fransız sömürgecilerine gelişen öfkenin egemen sınıflarca Çin ve Rusya gibi yeni efendilerin kıtaya yerleşmesi için bir araca dönüştürüldüğünü belirtmek zorundayız. Fransa’ya ne kadar hayır diyorsak Çin’in, Rusya’nın emperyalist varlığına da aynı şekilde karşı çıkmak devrimci bir görevdir.
Batılı ülkeler ve Afrika’daki işbirlikçi yönetimlerinin örgütü olan ECOWAS, Nijer’e karşı askeri operasyona hazırlanıyor. Nijer’in yabancı saldırganlığa karşı çıkma hakkını savunmamız, cuntayı desteklemek anlamına gelmemeli. Öte yandan, Nijer yönetici sınıfının eşit derecede gerici iki kanadı arasındaki mücadele emekçiler lehine bir sonuç üretmeyecektir. Bir kapitalist otoriter rejimi bir diğeriyle değiştirmek, sonuç değiştirmeyecektir. Nijer’de ve tüm kıtadaki işçi ve yoksul köylülerin kendilerini eylem konseylerinde ve halk milislerinde örgütlemeleri; sınıf birliğinin sağlanması yoluyla cihatçıların da beslendiği bu gerici siyasi iklimin soğurduğu enerjiyi düzene karşı yönlendirmesi dışında bir yol bulunmuyor.
Afrika’nın yoksul halklarının gerçek kurtuluşu için tüm askeri güçler kıtayı terk etmeli ve tüm kaynaklar emekçilere dağıtılmalıdır. Bunu başarmak için yabacı güçlere karşı savaşmak yetmeyecektir; bu düzenin birincil koruyucusu olan Afrika egemen sınıflarının da genel grevler ve kitle gösteriler ile defedilmesi gerekmektedir ve yıkılan iktidarın yerine derhal emekçiler kendi öz örgütlülükleri olan sovyetik yapılarla iktidarı doğrudan ellerine almalılar. Otoriter rejimlerin, diktatörlerin, darbecilerin, emperyalist haydutların cirit attığı kıtada Tunus, Sudan ve Mısır’daki görkemli kitlesel devrimci mücadelelerin kaderinden gerekli dersler alınmalı. İlerici burjuvalar diye ortaya çıkanlar Tunus’ta iflas etti; halkın örgütsüzlüğünü fırsat bilip iktidara el koyan İslamcılara karşı halkın ikinci kez devrim yapmasını askeri darbe ile bastıranlar Mısır’da en korkunç katliamları yaptı. Genel grevlerle Ömer el Beşir’i deviren Sudan’daki büyük uyanış daha büyük bir gericilik ve kanla bastırıldı. Kıtanın kaderini değiştirebilecek tek gerçek güç işte bu yüzden emekçi iktidarından başka bir şey olamaz.
Afrikalı emekçiler, kendi geleceğini en iyi şekilde kurma ve özgürleşme kapasitesine sahiptir. Bunun için gerekli tek şey devrimci Marksist inşanın Afrika’da kök salmasıdır. En acil görevimiz bunu gerçekleştirmek ve Sosyalist Afrika Federasyonu için savaşı büyütmektir.