
İran’a Yönelik Emperyalist Savaş, Son Durum ve Olasılıklar – V. U. Arslan
Lübnan ve Suriye’de kazandığı zaferlerin ardından İsrail’in İran’a yöneleceği belliydi. Beklenen saldırı 13 Haziran cuma günü başladı. İsrail’in saldırısı, geçen yılki Hizbullah saldırısında olduğu gibi, şok etkisi yaratarak İran’ın komuta kademesinde büyük kayıplara yol açtı. İlaveten İranlı nükleer bilimcilerin en önemlileri evlerinde uyurken hayatlarını kaybetti. İran rejimi ve aslında tüm dünya, İsrail saldırısını günler öncesinden bilmesine rağmen, İran cephesinde gerekli savunma hazırlıklarının yapılamadığı ortaya çıktı. İsrail, Mossad’ın İran içindeki geniş ajan ağı sayesinde kritik hedefleri tespit etti, buraları işaretledi ve saldırıyı olabilecek en sarsıcı şekilde gerçekleştirdi. Oysa Hamas lideri İsmail Haniye’ye Temmuz 2024’te Tahran’da düzenlenen nokta atışı suikast, İsrail’in kapasitesini ortaya koymuştu. Ama görüldü ki İran, İsrail’in geliştirdiği bu imkanlara karşı tedbirler alamamış. İsrail’in İran toplum ve devleti içine sızdırığı ajanları stratejik hedeflerin vurulmasını kolaylaştırdı. İran’daki rejimin halk tarafından sevilmemesi yabancı güçlerin İran’a sızmaları için önemli fırsatlar sunuyor.
Savaş böylelikle İran için şok edici darbelerle başlamış oldu. Komuta kademesindeki kayıplar, İran’ın ilk aşamada karşılık vermesini engelledi. Aralarında F-35’lerin de olduğu yaklaşık 200 savaş uçağı İran hava sahasında üstünlüğü derhal ele aldı. Bu jetlerden sığınak delici bombalar, Natanz gibi yeraltı nükleer tesislerini hedef aldı. İşgal edilen hava sahası avantajıyla, İsrail F‑35’leri kısa menzilli, lazer güdümlü bombalarla nokta atışı saldırılar yaptı. Mossad, İran içine gizli kamikaze drone üsleri kurup, drone saldırıları gerçekleştirdi. Bu sistemler, özellikle hava savunma sistemlerini zayıflatmak için kullanıldı. Buna ilaveten siber ve elektronik karıştırma yöntemleriyle İsrail hava üstünlüğü perçinlendi.
İran Toparlandı
İlk şok atlatıldıktan sonra İran, Cuma gecesi misillemelere başladı. İran’ın ilk gün İsrail’e 3 dalgada 200 balistik füze ve 100’den fazla drone attığı bildiriliyor. Takip eden günlerde de İran benzer saldırılarını sürdürdü ama atılan füze sayısında önemli düşüşler görüldü. (Reuters, IDF kaynakları) İsrail resmi açıklamasına göre İran saldırılarında 21 kişi hayatını kaybetti, 495 kişi yaralandı. İsrail halkı bu saldırılar neticesinde sığınaklara indiği için kayıplar görece az oluyor ama Tel Aviv, Hayfa, Bat Yam gibi şehirlerde büyük yıkımlar gerçekleşti. İsrail Demir Kubbe ve diğer çok katmanlı hava savunma sistemlerinin İran saldırıları karşısında zorlandığı ve delinebildiği ortaya çıktı. İran, İsrail hava alanları, savaş uçakları, enerji altyapısı, askeri tesisler ve silah fabrikalarını hedef alsa da bu saldırılar düşük oranda başarılı oluyor. Birincisi İsrail’in çok katmanlı hava savunma sistemlerine ilaveten, ABD ve Britanya da İsrail hava savunması için yoğun mesai harcıyor. Ayrıca İran balistik füzelerindeki sapma payı nokta atışlar yapmayı zorlaştırıyor. Bu stratejik hedefler şehir içinde olduğu için çoğu kez sivil yerleşim bölgeleri hasar alıyor ve İsrail Batı basınının yardımıyla sivil ölümlerini maduru oynamak için kullanıyor.
Savaşın Gidişatını Belirleyecek Faktörlerden Biri: İran’ın Füze Stoğu
İran’ın İsrail’e karşı saldırı yapmasının tek aracı balistik ve seyir füzeleri ile SİHA’lar. Bu stokların büyüklüğü ve saldırıların sürdürülebilirliği İran’ın direnme kapasitesinin anahtarı durumunda. İsrail hava savunmasını aşmak için bu saldırıların yüksek hacimlerde yapılması şart. Uzun süreli çatışmada bu stokların haftalar içinde tükenmesi riski var. Üstelik İsrail’in durmayan hava saldırıları İran füze stoklarını eritiyor. İran’ın yeni füzeler imal ederek açığı kapatması ise hem ambargolar hem de durmak bilmeyen İsrail saldırıları yüzünden olası görünmüyor. İran’a destek olması beklenebilecek Rusya ise Ukrayna bataklığında kendi can derdine düşmüş durumda. İran’ın bir diğer yakını Çin ise henüz Ortadoğu’daki askeri dengelere müdahale edebilecek kapasitede değil. Kısacası İran, askeri kaynaklarını – füze stokları, uzman personel, lojistik imkanlar – hızlı bir şekilde tüketiyor. Eğer İran karşı saldırı imkanını kaybederse tamamen İsrail’in insafına kalmış olacak. Diğer taraftan İran daha önce hipersonik füzeler (Hayber ve Fattah versiyonları) geliştirdiğini iddia etmişti. Bu füzeler oyun değiştirici silahlardır çünkü bugünkü savunma sistemleri (Iron Dome, THAAD, Patriot vs.), geleneksel balistik füzeleri ya da düşük hızlı seyir füzelerini önlemeye göre tasarlanmıştır. Gelgelelim İran’ın şu anda Fattah-1 ve Fattah-2 hipersonik füzeleri gerçekten tam anlamıyla operasyonel mi, henüz net değil. Kısacası İran elindeki füze stoklarını koruyabilir ve yenilerini envantere ekleyebilirse savaş uzar ve bu da İsrail’i ciddi anlamda yorar. Özellikle Demir Kubbe’yi delen bir balistik füzenin biraz da şanslı bir vuruşla İsrail’e sarsıcı bir darbe indirmesi savaşın gidişatını değiştirebilir. Hipersonik füzeler ise şimdilik sadece bir iddia.
ABD’nin Savaşa Doğrudan Girmesi
ABD’nin örtülü destekten (istihbarat, hava savunma) doğrudan savaşa durumuna geçip geçmemesi İsrail’in durumuna bağlı. Şimdiye kadar İran saldırılarının beklentilerin üstünde etki yarattığı bir gerçek. İşler İsrail için sarpa sararsa ABD doğrudan müdahil olmaktan çekinmez. Daha şimdiden uçak gemilerini Körfez’e kaydırmaya başladılar. İran’ın yeraltı depoları ve mobil fırlatıcıları, İsrail’in imha operasyonlarını zorlaştırıyor. ABD’nin B-52 ağır bombardıman uçakları bu tesisleri vurmak için devreye girerse, İran’ın füze kapasitesi ciddi darbe alır. B-52’lerden atılabilen sığınak delici bombalar Natanz, Fordow gibi yeraltı nükleer tesislerini imha edebilir. Bunun dışında ABD’nin savaşa dahil olması İsrail’in havadaki kısmi hegemonyasını mutlaka çevirir, mevcut durumdaki sınırlı sorti ve kısıtlı muhimmat imkanını sürekli bombardıman ve sınırsız mühimmata dönüştürür, İran’ın cevap verme gücü kalmaz, İran komuta zinciri kopabilir.
İran’da Rejim Değilikliği Olur mu?
İran komuta kademesini büyük ölçüde yok edildikten sonra Netanyahu, İran halkına isyan çağrısı yaptı. Daha sonra bunu İsrailli bir bakan daha tekrarladı. Ama İran karşı saldırısı etkili olunca İsrail İran halkına şirin görünme pozlarını bir kenara bırakarak yüzlerce sivili öldürmekten kaçınmadı. İsrail Savunma Bakanı Katz, “Tahran sakinleri bunun bedelini ödeyecek, hem de yakında.” diyerek açıkça sivil halkı tehdit etti. İsrail basını, Dahiye Doktrini olarak bilinen, sivil halkın ve sivil altyapının hedef alınması anlamına gelen caniyane uygulamanın İran’da da uygulanacağını iddia etti. (Hayom Gazetesi akt. gzt.com) Belli ki İsrail yöneticileri İran’da kısa vadede bir isyan çıkmayacağını kabullenmişler. Şimdilerde imkanı olan Tahranlılar kitlesel bir şekilde başkenti terk ediyor.
Yabancı düşman saldırısı, ulusal savunma görüntüsü altında egemen sınıfın meşruiyetini güçlendirir. İran’da olan budur. Tamam, İran’da halkın büyük çoğunluğu rejimi sevmiyor ama Tahran bombalanırken, siviller ölürken kitleler rejim değişikliği için sokağa çıkmaz. Saldırıya uğrayan taraf olma durumu, egemen sınıfın halk nezdindeki meşruiyetini geçici olarak güçlendirme eğilimindedir. Bu, tarihsel olarak da defalarca görülmüştür (örneğin 1980–88 İran–Irak Savaşı sırasında mollaların iç direnci bastırması gibi).
Suriye’deki senaryoyu hatırlatanlar oluyor ama orada atlanan temel bir konu var. Suriye’de Türkiye ve İsrail’in desteğindeki HTŞ ve diğer cihatçı oluşumlar yüz binlerce militanı olan ayrı bir silahlı alternatif durumundaydı. İran halkı ise silahsız. İsteseler bile rejime karşı neyle isyan edecekler. Üstelik savaş sırasında rejimin ihanetle suçlayacağı kişi ve gruplara karşı çok daha acımasız olacağı ortada. Diğer taraftan savaş sonrası ekonomik yıkımın da etkisiyle yeni isyanlar olasıdır, İran toplumu zaten isyancı bir doğaya sahiptir. Ama savaş ne kadar uzun sürerse İran toplumunda o kadar derin izler bırakacak ve isyan dinamikleri bundan zarar görecektir. İran’da şu ya da bu üst düzey devlet yöneticisinin öldürülmesi ancak yenilerinin göreve gelmesi sonucunu doğurur.
Gelgelelim emperyalizm eliyle İran’da bir rejim değişikliği olursa bundan halklara hiçbir fayda gelmeyecektir. Milyonlarca kişinin öleceği iç savaşlar, etnik/mezhepsel boğazlaşmalar, yabancı müdahaleler ve işgaller, emperyalist yağma, on milyonlarca kişinin mülteci durumuna düşmesi gibi felaketlerin yaşanmasına kesin gözüyle bakılabilir.
Hedef Türkiye mi?
Bu çok dillendirilen iddia, daha çok Türkiye’deki otoriter eğilime hizmet etmesi için dolaşıma sokuluyor. Biz ise tersinden şöyle bir iddia ortaya atalım: İran’da rejim değişikliğinin ardından oluşacak kaos, yabancı ülkelerin İran’da at oynatmasına zemin hazırlayacaktır. Bu ülkelerin başında da İsrail’in yakın müttefiki Azerbaycan geliyor. Aliyev rejiminin İran’daki etnik bir savaş ve ayrılıkçılık eğilimlerini fırsata çevirerek “Büyük Azerbaycan” rüyasını gerçekleştirmeye çalışacağını tahmin edebiliriz. İran’ın kuzey batısında 20-25 milyon Azeri yaşamaktadır. Ülke genelinde bu sayı 40 milyona çıkmaktadır. Üstelik Tebriz merkezli bölgede Azeri milliyetçiliği yüksektir. ”İkiye bölünmüş bir milletin birleşmesi” iddiasının alıcısı bulunmaktadır. Dahası Kürtlerle ortak yaşanılan Urmiye (Batı Azerbaycan eyaleti) gibi önemli merkezlerin kimde olacağı konusu etnik milliyetçiliği ve güçlü Azarbeycan iddiasını güçlendirecektir. Buralarda kan dökülmesi çok olasıdır. Bu gibi çatışmalar Azerbaycan müdahalesine zemin hazırlayabilir. Ayrıca rejim değişikliği durumunda Ermenistan bölgedeki en büyük hamisi olan İran’ı kaybeceğinden Zengezur Koridoru gibi konularda Azarbeycan’ın saldırganlaşması çok daha kolay olacaktır. Bütün bu gelşmeler Türkiye’yi de İran sahasına sokacaktır. Özellikle Kürtlerin otonomi elde etmesi ya da bu otonom bölgenin küçültülmesi Türkiye’nin müdahale amacı olacaktır. Elbette Kürtler de bir bütün olmayacak Türkiye, müttefiği Barzani ile de sahada olacaktır. Kısacası İran’da oluşacak fiili durumlar iddiaların tersine Türkiye’nin bölgesel etki alanını genişletebilir. Ama şu bilinmelidir ki hangi ülke olursa olsun, kim zayıf düşserse emperyal masaların yemi olmaya mahkumdur. Bu hangi emperyalist blokta bulunduğunuza, egemen sınıfın parçalanmışlığına, yeteneklerine veya çürümüşlüğüne, devletin toplumsal meşruluğuna, ekonomik ve sosyal krizlere bağlıdır. Kısacası emperyalist cangılda bu işler belirli bir sıraya göre ilerlemez.
Gerçek Amaç Ne?
ABD ve İsrail Ortadoğu’daki son direniş merkezi olan İran’ın işini bitirmek istiyor. Irak, Libya ve Suriye’den sonra İran da düşerse bölge emperyalist odaklar için dikensiz gül bahçesine dönüşecek. İran’ın düşmesi Lübnan, Yemen ve Irak’taki başağrılarının da sonlanması anlamına gelecek. Diğer taraftan İran’ın jeostratejik ve ekonomik önemini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Dünya’nın en büyük 2. doğal gaz rezervine (Rusya’dan sonra) ve en büyük 4. petrol rezervine sahip çok geniş bir ülkeden bahsediyoruz. İran, özellikle Asya pazarları için enerji tedariki açısından kritik bir aktördür. Bu da ABD’nin en büyük rakibi Çin açısından çok önemli bir konudur. İran Çin’in Kuşak-Yol Projesi için de stratejik bir ülkedir. Hürmüz Boğazı üzerinden dünya petrolünün yaklaşık %20’si geçer; İran bu boğazı kontrol etme kapasitesine sahiptir. İran 90 milyonluk nüfusuyla büyük bir iç tüketim pazarıdır…
Bu yüzden İsrail saldırganlığına karşı çıkılması bugünün en acil gündemidir. Ortadoğu işçi sınıfı ve gençliği emperyalistlere, yerli işbirlikçilere, diktatörlere ve bizlere dayatılan etnik/mezhepsel boğazlaşmaya karşı bağımsız sınıf hareketini inşa etme mücadelesini yükseltmelidir. Tek kurtuluş yolu buradan geçmektedir.