
AKP Otoriterleşmede Neden Seviye Atladı? – V. U. Arslan
Türkiye’deki düzenin Rusya ya da İran benzeri bir otoriter rejime dönüşüp dönüşemeyeceği uzun yıllardır tartışılagelmiştir. Geçmişte yaptığımız değerlendirmelerde, Türkiye’nin açık bir diktatörlüğe dönüşmesi önündeki engelleri ifade etmiştik.(1) Bunu da Türkiye’deki toplumsal muhalefet direncinin yanı sıra Türkiye kapitalizminin dünyadaki yeri ve yapısal özellikleri üzerinden açıklamaya çalışmıştık. Türkiye kapitalist ekonomisi, Rusya ya da İran gibi doğal kaynaklara dayalı bir ekonomi modeline sahip değil. Bu ülkelerde otoriter rejimler, petrol ve doğalgaz gelirleri tarafından finanse ediliyor, oligark burjuvalar bu hazır paranın tadını çıkarıyor. Türkiye ise bu türden bir hazır paraya sahip değil. Türkiye kapitalizmi, uluslararası sermaye akışına bağımlı ve küresel sermaye devinimine entegre olmuş durumda; üretmek, yatırım çekmek, ticaret yapmak, dış finansman bulmak, turist çekmek gibi mecburiyetleri var. Türkiye burjuvasinin bu süreçlerdeki esas partnerleri ise başta Avrupa olmak üzere Batı bloğu ülkeleri.
Bu bağlamda AKP iktidarı bir dönem Rusya ile yakınlaşır, Avrupa ve ABD ile didişir görünürken asla Batı emperyalizminin ekseninden ayrılamayacağını belirtmiştik. AKP iktidarının otoriterleşme hamlelerinin de bu yüzden bir sınırı olmalıydı. Çünkü Batı emperyalizmi tarihsel meşruiyetini, Rusya-Çin-İran-K.Kore gibi otoriter rejimlere karşı demokrasi ve insan haklarını savunma iddiasına dayandırıyordu. Batılı kapitalist sistemlerin politik ve kültürel hegemonyası açısından “özgürlükler ülkesi” ya da “demokrasinin beşiği” olma iddiaları başat bir konuydu. Bu nedenle Batı’nın ortağı Türkiye’de de bu görüntünün korunmasına özen gösteriliyordu. Dolayısıyla, Erdoğan bu yapıyı kökten ortadan kaldıramazdı. Bunun dışında Türkiye egemen sınıfı yüzyıllardır yüzünü Batı’ya dönmüş, kendi yerini hep Avrupa’da aramıştı. Kırık dökük de olsa işleyen parlamenter bir geleneğe sahipti.
Ancak günümüzde emperyalist dünya sistemi ciddi bir krizden geçiyor. Kapitalist sistem, 2008 finans krizinden bu yana yeni birikim stratejisi oluşturamadı. Düşük kârlılık oranları, sermaye birikim süreçlerini tıkadı. Tekelci sermaye fraksiyonları; ABD emperyalizminin Çin karşısındaki tarihsel gerilemesi, emperyalist merkezlerde artan ekonomik eşitsizlikler ve sistemin krizine karşı, neoliberal düzenin çöküşüne yanıt olarak, otoriter-aşırı sağcı yönelimleri desteklemeye başladı.
Trumplı Dünya
Artık Trump’lı bir dünyadayız. Batı bloğu, demokrasi ve insan hakları söylemini geri plana iterek otoriterleşme sürecine giriyor. Yeni ABD yönetimi, Avrupa’daki aşırı sağ hareketleri destekliyor ve liberal parlamenter sistemler giderek zayıflıyor. Demokrasi üzerinden kurulan meşruiyet mekanizmaları terk ediliyor, devlet aygıtları otoriter sermaye bloklarının çıkarlarına göre yeniden şekilleniyor ve otoriter eğilimler tüm dünyada yükselişte.
Bu küresel dönüşümün Türkiye’deki etkilerini yakın bir şekilde hisseder olduk. AKP’nin demokratik görünmeyi çok da dert etmeyeceği, bu konuda uluslararası baskı görmeyeceği yeni bir iklime girildi. Kapitalist sistemin derinleşen krizi ve emperyalist merkezlerin artan otoriterleşme eğilimleri, AKP iktidarını rahatlatmış durumda. Tarih boyunca devletin eline bakmış ve buradan beslenmiş olan Türkiye’deki büyük burjuvazinin güçlü bir dış destek almadan olup bitene müdahil olması mümkün değil, böyle bir kapasiteleri bulunmuyor. Bu durumda onlar da kırık dökük de olsa var olan demokratik anayasal işleyişin yolsuzluk, kayırmacılık ve keyfiyet lehine ortadan kaldırılmasını izlemek ve yağmadan pay kapmaya çalışmak durumundalar. Sınıfsal varoluşları bunu gerektiriyor.
Bu koşullarda otoriterleşmenin boyut atlama olanağı elde ettiği bir döneme giriyoruz. Dünyanın hegemon gücü ABD egemen sınıfı, ya da azından bunun bir bölümü, liberal denge mekanizmalarından kurtulmak istiyor. İşçi haklarına ve toplumsal özgürlüklere düşman bir eğilim, ABD egemen sınıfını içeride aşırı sağcı otoriter bir yönelime sokarken uluslararası hukuk kurallarını tanımayan tek yanlı saldırgan bir dış politika bu çizginin bir diğer sonucu oluyor.
AKP Fırsatı Kaçırmıyor
Böyle bir uluslararası ortam, AKP-MHP aşırı sağ koalisyonu için toplumsal muhalefete, basın özgürlüğüne ve hatta parlamenter muhalefete saldırmanın fırsatı olarak görülüyor. Bu halde seçimli demokrasi bile AKP tarafından gereksiz bir lüks olarak değerlendiriliyor. Zira AKP iktidarı seçimleri kaybetme baskısından kurtulamıyor. Türkiye’de büyük kentlerin başını çektiği sosyolojik bir kayma yaşanıyor. Yeni kuşakların AKP’ye sırt çevirmesi eğilimi, ekonomik krizin alt sınıfları yoksullaştırması ve burjuva muhalefet CHP’nin içerisinden güçlü figürler çıkarması AKP’nin gelecek kaygısını arttırıyor. Bu noktada maalesef örgütlü işçi hareketinin ve sosyalistlerin AKP’ye muhalefette henüz yeterince etkin bir rol oynayamadığını teslim etmeliyiz.
2024’te yerel seçimlerinde AKP’nin büyük kayıp yaşamasıyla devlet kaynaklarının bir kısmı CHP’nin eline geçti. Bu durumu sineye çekmek AKP için zor. Nihayetinde AKP için seçimli demokratik işleyiş, katlanması zor bir lüks haline geldi. AKP artık sadece sokaktaki muhalefeti ve Kürt ulusal hareketini değil gazetecileri ve CHP’yi bile baskı altına alarak eleştiriyi tamamen sindirmek istiyor. Bu, Türkiye’de otoriterleşmede bir sıçramaya yol açıyor.
Önceden, Batı bloğunun demokrasi ve insan hakları baskısı Türkiye’deki otoriterleşmenin bir sınırını oluşturuyordu. Ancak bugün Batı bloğu, ABD tarafından tek yanlı biçimde devre dışı bırakılıyor, Avrupa zayıflıyor ve Batı dünyası da otoriterleşiyorken AKP’nin eli büyük ölçüde serbest kalmış durumda. Şimdilerde ABD-İsrail cephesinin sertliği yüzünden dış politikada çok daha ürkek davranan AKP iktidarı, içeride bu yeni uluslararası ortamdan güç alarak toplumu korkutma ve sindirme stratejisini derinleştiriyor. Sonuç olarak, Türkiye’de otoriterleşme süreci, uluslararası dengelerden de güç alarak yeni bir evreye girmiş durumda. Türkiye’nin otoriterleşmesi yalnızca iç dinamiklerle değil, küresel siyasal dönüşümlerle de paralel bir şekilde ilerliyor.
Bu durumda sıkı durmak, direnmeyi sürdürmek, dayanışma ağlarını güçlendirmek, her şart altında mücadeleyi sürdürerek geleceği hazırlamaya odaklanmak gerekiyor. Tarih boyunca bir sürü badireyi atlatmış, zorlu sınavları geçmiş toplumsal muhalefetinin bu topraklarda güçlü kökleri var. Direnmek, geleceği kazanmak demektir.
1-Rusya, Malezya, Afganistan… Ne Olur, Ne Olmaz? (2016) https://sosyalistgundem.com/rusya-malezya-afganistan-ne-olur-ne-olmaz/