Blöf ve Barbarlık: Trump’ın Tehditleri ve Emperyalist Sistemin Çıkmazı – V. U. Arslan

Blöf ve Barbarlık: Trump’ın Tehditleri ve Emperyalist Sistemin Çıkmazı – V. U. Arslan

Donald Trump, daha Beyaz Saray’daki görevine başlamadan fetihçi bir imparator pozlarına büründü bile. Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti yapmak, Panama Kanalı’nı ele geçirmek, Grönland’ı satın almak… Bütün bu saçmalıklar insana ilk bakışta absürd bir komedi filminin senaryosu hissini veriyor ama yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız şaka değil.

Kanada’yı “biraz daha soğuk bir eyalet”, Panama’yı “bize ait bir kanalın başındaki boşluk”, Grönland’ı “parayı bastırıp satın alınacak bir arsa” olarak gören bu yaklaşım, kapitalist barbarlığın uluslararası hukuku bir vitrin süsü olarak bile görmekten vazgeçtiği bir döneme işaret ediyor.

Emlak kralı Trump’ın bu “emlak maceraları” yalnızca megalomanik bir heves değil, kapitalizmin krizinin ve burjuva demokrasisinin artık çöküş noktasına geldiğinin işaretidir. Putin Rusyasının Ukrayna’yı bir lokmada yutmak için işgale başlaması, emperyalist kapitalist sistemin derinleşen krizinin ve buna bağlı olağanüstülüklerin boyut atladığının bir göstergesiydi. İsrail’in Gazze’yi kana boğarak onbinlerce sivili tüm dünyanın gözleri önünde katletmesi de normal karşılanan tiksindirici bir kayıtsızlığa vesile oldu.

Emperyalist akbabaların dünya haritasını yeniden paylaşımı için kolları sıvamaları, akıllara hemen 20. yüzyılın paylaşım savaşlarını ve insanlık tarihine damga vuran büyük trajedileri getiriyor. Nükleer bir üçüncü dünya savaşının gölgesi ufukta belirirken olası ölümcül küresel yıkım, doymak bilmeyen kapitalist sınıflar için sadece alınması gereken riskler kapsamında değerlendiriliyor. Hırsız diktatörlerin hükmettiği, aşırı sağ ve faşizmin atılım yaptığı, insan hakları ile özgürlüklerin rafa kaldırıldığı bir dünya hayaleti tüm dünyaya yayılıyor. Emperyalist hırsların tetiklediği bu senaryolar, cehennemi bir dünya olasılığını gündeme taşıyor ve insanlığı medeniyet ile barbarlık arasında kritik bir tercihe zorluyor.

Trump Ne Yapmaya Çalışıyor? 

Trump 7 Ocak Salı günü malikanesi Mar a Lago’da esti gürledi. Panama Kanalı ve Grönland’ın kontrolünü ele geçirmek için askeri güç kullanımını dışlamadığını, Kanada’yı ilhak etmek için ekonomik zorbalığa başvuracağını, Meksika Körfezi’nin adını “Amerika Körfezi” olarak değiştirmeye çalışacağını ve Hamas’ın 20 Ocak’ta iktidara gelmesinden önce rehineleri serbest bırakmaması durumunda “Ortadoğu’da cehennemin kapılarını aralayacağını” iddia etti. Bunu söyleyen ABD başkanı olunca işi ciddiye almak gerekir. Bütün bunlar bir delinin zırvası değil, emperyalist kapitalist sistemin genel eğilimini ifade ediyor. Bütün bu planlar ABD’deki demokratik hakları tırpanlamak, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası düzeni kökten bir şekilde değiştirmekle alakalıdır.

Tüm dünyada basın Trump’ın ifadelerinin gerçekçi bir yanı olup olmadığını tartışıyor. Tüccar Trump, tehditleriyle el yükseltip muhattaplarından olabilecek en fazlasını koparmak taktiğini deniyor. İşgal, satın alma, ilhak etme veya tehdit gibi hamleler onun vahşi iş dünyasındaki geçmişinde sıkça uyguladığı “sert pazarlık” taktiklerini andırıyor. Bu strateji, müzakere masasında başlangıçta aşırı talepler ortaya koyarak, karşı tarafı psikolojik olarak baskı altına almak ve ardından daha küçük ama yine de kendi çıkarına olan tavizler koparmak üzerine kuruludur. “Ben deliyim, çok güçlüyüm, ezer geçerim…” Böylelikle NATO şemsiyesi altında tüm askeri harcamaların yükünü ABD’ye yükleyen AB’den ekonomik imtiyazlar kopar; jeostratejik önemi büyük olan Grönland’da yeni askeri ve ekonomik konumlar elde et; Ortadoğu’da Türkiye, Suudi Arabistan gibi şüpheli ortakları hizaya getir, İran’ı hizaya getir; Kanada ve Meksika ile ABD tekelleri için avantajlı yeni ticaret anlaşmaları imzala; Çin yatırımlarını ve stratejik etkisini engellemek için Panama üzerinde ticari ve diplomatik baskılar kur, Çin teknoloji devlerini baskıla, ticaret savaşlarından kazançlı çık, Çin ile iş yapanlara göz dağı ver, Tayvan meselesinde baskı oluştur… Bunlar hedeflenenlerden sadece bazıları. Trump rahip Brunson ve Suriye’ye operasyon konularında yaptığı tehditlerle geçmişte Erdoğan’dan istediği tavizleri koparıp almıştı. Şimdi de Erdoğan Trump deliliği karşısında ABD ile kapışmayı nasıl göze alabilir!

Blöften Ötesi

Trump’ın blöfe dayalı ve “çılgın” müzakere siyaseti, kısa vadeli kazançlar elde etmek için riskli hamlelere dayansa da, bu stratejinin doğasında askeri çatışmaları tırmandırma eğilimi bulunuyor. Trump, genellikle müzakere süreçlerinde tehdidi bir koz olarak kullanmış ve karşı tarafı köşeye sıkıştırmayı hedeflemiştir. Ancak bu yaklaşım, yalnızca diplomatik gerilimlere değil, aynı zamanda askeri karşılıkların ve çatışmaların fitilinin ateşlenmesine de yol açıyor. Örneğin, İran’a yönelik sert yaptırımlar ve askeri müdahale tehditleri blöf yapmaktan ötesini işaret ediyor. İsrail’in İran’a saldırmak için eline gelen tarihi fırsatı elden kaçırmak istemediği ortada. Ya da Hamas üzerinden Filistin’e yapılan tehditler blöfün ötesindedir. Zira Filistin’in vereceği bir taviz alanı kalmadı, bir tek canları var. ABD-İsrail bloğu da onu istiyor, gerek Gazze’de gerekse de Batı Şeria’da etnik temizlik ve soykırım için gözlerini karartmış durumdalar.
Trump’ın “kendine has” müzakere anlayışı, burjuva uluslararası hukuku tanımamaktadır. Bu yaklaşım, askeri çatışmaların tırmanması ihtimalini doğurmakta, öngörülemez ve tehlikeli sonuçlar üretme eğilimindedir. Bu anlamda 3. Dünya Savaşı ihtimali bir kalemde yadsınacak bir olasılık değildir.

Emekçi Sınıfların Örgütlü Mücadelesi ve Devrimci Çıkış Yolu

Emperyalist savaşların yarattığı yıkım, Trump gibi otoriter ve diktatör eğilimli liderlerin saldırgan politikalarıyla birleşerek, dünya çapında demokratik haklar ve özgürlükler üzerinde ciddi bir tehdit oluşturuyor. Yükselen faşizm tehlikesi, yalnızca bireysel hak ve özgürlükleri değil, aynı zamanda işçi sınıfının tarihsel kazanımlarını da hedef alıyor. Bu koşullarda, emperyalist savaş karşıtı bir eğilim oluşturmak ve emekçi sınıfların haklarını savunmak tek çıkar yoldur.

Ancak bu mücadele, pasif bir savunmayla sınırlı kalamaz. Kapitalist sistemin çelişkilerinin derinleştiği bu dönemde, tek çıkar yol, işçi sınıfının örgütlü mücadelesi ve devrimci Marksizmin sınıfsal temellere dayanan mücadele programıdır. İşçi sınıfının uluslararası dayanışması ve örgütlü hareketi olmaksızın, emperyalist barbarlığa ve faşist tehditlere karşı kalıcı bir zafer elde edilemez. Savaşlara ve diktatörlere karşı işçilerin enternasyonalist birliğini, sömürüye karşı eşitliği savunmak için Marksizmin devrimci perspektifi olmazsa olmazdır.

Bugün, emekçi sınıfların, savaşların ve krizlerin kaynağı olan kapitalist sisteme karşı ayağa kalkması, yalnızca kendi özgürlükleri için değil, insanlığın geleceği için de belirleyici bir adım olacaktır. Devrimci Marksizm, bu mücadelede yol gösterici bir pusula olmaya devam etmektedir.

CATEGORIES

COMMENTS

Wordpress (0)
Disqus (0 )