Gassal ve Kültürel İktidar – Fikret Seyhan
TRT’nin yayın dijital yayın platformu Tabii’nin yapımı olan, başrolünü Ahmet Kural’ın oynadığı Gassal dizisi Türkiye’de kültürel hegemonya tartışmasını yeniden canlandırdı. Bilindiği üzere kültürel iktidar olamama meselesi iktidarın yıllardır hayıflandığı konuların başında geliyor. Erdoğan ve iktidar sözcüleri pek çok kere kültürel iktidarı ele geçirememiş olmalarından şikayet ettiler ve bunu elde etme yolunda adımlar attılar. Örneğin, eğitim bunun bir aracıydı. İktidar eğitim sisteminde, özellikle içerikte köklü değişiklikler yaparken, ‘asımın nesli’, ‘kindar ve dindar’ bir nesil yaratma amacı bulunuyordu. Bunda ne kadar başarılı oldukları tartışılır. Son dönemde seküler eğilimler gençlik arasında çok hızlı bir şekilde yükseliyor.
İktidar projeleri uzun yıllardır bıktırıcı bir ‘yerli ve milli’ söylemi ile ambalajlanıyor. Bayraktar’ın İHA’ları, TOGG ve hatta Erdoğan bir konuşmasında dile getirdiği üzere muhalefetin de yerli ve millisini istiyor. TRT’nin dijital platformu Tabii’yi de bu doğrultuda değerlendirmek gerekir. F-35 alamayınca ‘kendi yerli uçağımız üretiriz’ diyen akıl Netflix’e mi alternatif üretemeyecek! Şimdi alın size ‘yerli ve milli’ bir platform. Elbette orada yapılacak projeleri de salt sanatsal ve estetik bir kaygıyla ele almak doğru olmayacak. Nihayetinde Gassal’da bu projenin uç verdiği dallardan birisi.
Dizi için iktidar ciddi bir maddi kaynak ve propaganda ağını seferber etti. Büyükşehirlerde bilboardlar ‘Ölünce beni kim yıkayacak?’ sorusuyla donatıldı. Dahası iktidar sözcüleri, trolleri sosyal medyada dizi için yoğun bir seferberliği girişti. Ortalama bir yapımı tartışmaların göbeğine yerleştiren de iktidarın yarattığı bu seferberlik oldu. Diyanet İşleri Başkanının kızı Merve Safa Likoğlu da sosyal medyada ‘çekemeyen anten taksın’ mealinde bir paylaşımda bulununca maksadın dizi olmadığı kitlelerin gözünde iyice pekişti. Belki de kimsenin bu kadar da dikkate almayacağı bir dizi, bu nobran iktidar dili sayesinde kültürel kutuplaşmanın dayanak noktası haline geldi.
İktidar biz ve onlar dilini öteden beri seviyor. Öfkeli muhafazakarlara; bu toprakların yerli ve milli değerlerine sırt çevirerek Batılı değerlere yüzünü dönmüş, dizide de karikatürize edildiği haliyle ikindi namazından ve cenaze geleneklerinden bihaber ve kültürel iktidarı ‘gasbetmiş’ ‘Beyaz Türk’leri linçletmek iktidarın artık bir klasiği… Zaman oldu iktidar sadece kendi kitlesine dayanarak değil, yanına ‘yetmez ama evet’ döneminde olduğu gibi ‘karşı mahalle’den birilerini de devşirerek yola devam etti. Merkez-çevre teorisiyle bu kavgaya akademik bir kılıf da giydirildi. Geçmişi düşününce ve bugün Gassal dizisine veya iktidarın diğer projelerine salt teknik, estetik, sanatsal vs. kaygılarla bakanları görünce rıza üretme konusunda belli ölçülerde başarılı olduğunu söylemek gerek.
Fakat bu tek başına, iktidarın tabiriyle ele alacak olursak kültürel iktidarı kurmak için yeterli midir? Yeterli olmadığını görmek için özellikle muhalif kültür sanat alanına yönelik yıllardır uygulanan sistematik müdahalelere, baskılara bakmak yeterlidir. İktidar bugünlere aynı zamanda hedef tahtasına koyduğu kültür ve sanat ürünlerinin kaba tabirle içine tüküre tüküre geldi. Daha 2011’de, iktidara demokratikleşme adına ‘sol’dan yanlanıldığı bir dönemde bile Kars’ta heykeltraş Mehmet Aksoy tarafından yapılan İnsanlık Anıtı ‘ucube’ denilerek yıkılacaktı. O günlerden bu yana iktidar hem elindeki maddi olanakları kendi alternatifini inşa etmek adına seferber etti hem de elinden geldiği ölçüde de alternatifi ortadan kaldırmak uğruna sopayı devreye soktu. Son yıllarda festival ve konser yasaklarına bir göz atmak yeterli. TÜGVA, MÜSİAD, ÖNDER, İHH gibi İslamcı dernekler pek çok kez içki içildiği, toplumsal ahlaka aykırı olduğu gibi gerekçelerle festival, konser gibi kültürel etkinlikleri hedef aldı. Yerel otoriteler de bu tarz çıkışları emir telakki etme noktasında elinden geleni ardına koymadı. Anadolu FEST, Munzur Kültür ve Doğa Festivali, Kazdağı Ekoloji Festivali, Zeytinli Rock Festivali, Altın Portakal Film Festivali, üniversitelerde bahar şenlikleri yasaklardan ve baskılardan nasibini alan etkinlikler oldu.
İktidar olmanın gücüyle maddi olanakları kullanmak ve rant dağıtım mekanizmalarını kültürel iktidar için seferber etmek de bu işin bir parçası. Hatırlanacak olursa 2019 yılında hayata geçirilen ‘Dizi ve Sinema Sektörünün Desteklenmesi Kanunu’ ile hangi yapımların destekleneceği çoğunluğunu sermaye ile Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcilerinin oluşturduğu bir kurulun insafına terk edilmişti. Peki ne mi oldu sonuç? Örneğin 2021 yılında Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan’ın danışmanlığını üstlendiği ‘Mahi – Üsteğmen Kara Fatma’ filmine 1 milyon TL’lik destek sağlanabildi. Bu filmin adını sanını duyan oldu mu bilmiyorum? Dahası iktidar sermayesi de kültür sanat alanını boş bırakmadı. Cins gibi mizah dergilerinden, Ketebe gibi yeni yayınevlerine birçok aktör sahaya çıktı. Berat Albayrak’ın kardeşinin yönetiminde yer aldığı Çalık Grubu, Doğan Grubundan D&R’ı satın aldı ve çok geçmeden mağazalarda Cumhuriyet, Sözcü gibi gazetelerin ve İsmail Saymaz, Zeynep Altıok, Hüseyin Aygün gibi muhalif yazarlara ait kitapların satışının yasakladığı haberleri düşmeye başladı. Kısacası sermaye gücü de bir sopaya dönüştürüldü.
Erdoğan rejimi yola asımın neslini yaratma gayesiyle çıkmıştı; fakat kültürel alanda attığı adımların yeni nesil tarafından ne denli sahiplenildiği tartışmalıdır. Kültürel üretimin kitlelere nüfuz edebilmesinin yolu bir ilham kaynağı olabilmekten geçiyor. Evet Payitaht Abdülhamit, Diriliş Ertuğrul, Teşkilat gibi salt propaganda amaçlı yapımlar da bir toplumsal tabakaya hitap ediyor elbette. Gassal da bunların arasında estetik kaygısının bir nebze daha dikkate alındığı bir örneği temsil ediyor. Fakat hiçbiri insanlığın karşı karşıya kaldığı değil makro gündelik sorunlara bile bir yanıt üretemiyor.
İktidar ne yaparsa yapsın, ne kadar para harcarsa harcasın karalamak adına elinden geleni yaptığı ne bir Yılmaz Güney çıkarabilir ne bir Ahmet Kaya; ne de Nazım Hikmetler, Orhan Kemaller, Sabahattin Aliler gibi bir kuşak yetiştirebilir. Çünkü ortada bir hikaye ve ütopya bulunmuyor. Gençler kime veya neye özensin? Lüks araçlarının anahtarlarına şiirler yazan iktidar çocuklarına mı? Ya da ulufe dağıtımından payını kapmak için saray kapılarını aşındıranlara mı? İktidar ne kadar zorlarsa zorlasın kültürel iktidarının sınırlarını toplumun bütününe nüfuz eden yoksulluk ve eşitsizlikler belirliyor. Sefalet ücretleriyle yaşamaya mahkum edilen muhafazakar yoksul emekçiler bu tarz sağa sola hakaret yağdıran iktidar sahipleriyle aynı mahallede yaşamadıklarını biliyor. Birilerinin iktidar nimetlerinden böyle hoyratça faydalanırken birilerine şükretmeyi, dünyanın ölümlü ahiretin sonsuz olduğunu hatırlatmanın ve ölünce kimin yıkayacağı sorusuyla oyalamayın faydası olmuyor.