Sendikalara Bakışımız Ne Olmalı?

Tekel direnişi, bu kadar büyüyebilip tüm Türkiye’de emek mücadelesinin umudu haline gelebilmişse bunun yegane temeli işçilerin radikalliğinin sendikal bürokrasiyi hiç de öngöremediği şekilde ileriye doğru sürüklemesidir. Yani gerek Türk İş gerekse de Tek Gıda İş yönetimleri kendilerini hesap etmedikleri bir radikalliğin içerisinde buldular. Genel olarak söyleyebiliriz ki Tekel direnişi, Türk İş sendikal ağalığının engellemelerine Tek Gıda İş liderliğinin de ayak sürümelerine karşın bu noktaya gelebilmiştir.

Bir yandan sendikaların işçi sınıfının kazanılmış yasal mevzileri olma durumu, diğer yandan da sendikal bürokrasinin işçi mücadeleleri karşısında takınmış olduğu klasikleşen dalgakıran rolü. Bu çelişkili durumdan sınıf bilinçli işçilerin mücadele ve sendikalar arasındaki ilişkiyi net bir şekilde kavramaları gerektiği sonucu ortaya çıkar.

Sendikalar işçi sınıfının temel örgütlülük ve mücadele araçlarının en başında gelir. İşçi sınıfının patronlar karşısındaki en önemli dayanak noktalarının başında sendikalar bulunur. Hak arama mücadelelerinin gelişip yaygınlaşmasında sendikalar daima merkezi bir role sahip olmuşlardır. Bu nedenlerle işçi sınıfının sendikalı olması büyük önem taşımaktadır.

Diğer taraftan işçi sınıfının mücadelesinin sendikalar eliyle basitçe yukarıya doğru yükselen bir eğri şeklinde ilerlemesi kapitalist sistemin efendileri için hiç kabullenilecek bir durum değildi. Sömürü düzeninin sendikalar konusunda bulduğu tarihsel çözüm, sendikalar içinde işçilerin günlük yaşamından giderek farklılaşan ve ayrıcalıklı bir pozisyona sahip olan bir yöneticiler kastı yaratmak oldu. Maddi ayrıcalıklarla donanmış sendikal bürokrasi zaman içerisinde giderek kurumsallaştı ve sendikaların genel çizgisini tabandaki işçilerin radikal mücadele taleplerine karşı uzak tutma tarihsel misyonunu üstlendi. Giderek kapitalistlerle, onların hükümetleri ile bazen de mafyatik ilişkilerle iç içe geçen sendikal bürokrasi kapitalist sistem tarafından da kollandı. Yasal düzenlemeler, tüzük ve yönetmelikler hep onların arkasındaydı. Sayısız maddi ayrıcalıklara sahip olan sendikal bürokrasi giderek işçilerden daha çok patronlara yaklaştı ve bozuk düzenin mide bulandırıcı bir parçasına dönüştü. Sendikal bürokrasinin sol versiyonlarında da aslında durum asla kökten farklı değildi. Bu tarz sendikalar için sendikal rekabetten ötürü daha mücadeleci bir tavrın benimsenmesi zorunlu iken bunun da her zaman belirli bir sınırı oldu. Sendikal bürokrasi yine ayrıcalıklı idi ve işçi radikalizmine bir aşamadan sonra düşman, işçilerin inisiyatifine karşı da şüpheci idi.

O halde sendikalaşma mücadelesi vermek boşuna mı? Elbette ki değil. Sendikalı bir işyeri ile sendikasız bir işyeri işçilerin çalışma ortamı ve işçilerin kendine güveni açısından asla bir olamaz. Sendikasız ve örgütsüz işyerlerinde mücadele etmek gerçekten oldukça zordur. Tekel örneğini düşünürsek işçiler sendikasız olsalardı işleri kuşkusuz çok ama çok daha zor olacaktı. Buradan çıkarılması gereken sonuç, sınıf bilinçli işçilerin sendikalara sırtlarını dönmemeleri ama sendika içerisinde sendikal bürokrasiye karşı mücadele etmeleri ve bunun için de tabanda genel işçi kitlesini radikalleştirmeleri gerektiğidir. Yani, sendikaları ayrıcalıklı yöneticilere bırakmamak için taban inisiyatifini örgütlemeliyiz. Sendikal bürokrasiye karşı taban inisiyatifini örmek ve sendikaların ağalığın arpalığına dönüşmesini engellemek sınıf bilinçli işçilerin temel görevidir. Kısacası, çizgimiz şudur: Bir yandan sınıf düşmanımıza karşı mücadele, diğer yandan sınıfın içindeki burjuvazinin ajanlarına karşı mücadele.

ETİKETLER