Genel Mitingin Ardından Sendika Ağalığının Kaçacağı Yer Kalmadı, İşçiler Sonuç Almadan Dönmemekte Kararlı!
Tekel işçilerinin Ankara direnişi 35. gününü geride bıraktı. İşçilerin kararlı duruşuna, militanlığına, direngenliğine ve de Türk-İş’in elindeki güce rağmen Türk-İş bürokrasisi tarafından sonuç alacak bir eylemlilik süreci örgütlenmemesi işçilerin öfkesini patlama noktasına doğru gün geçtikçe ısıtıyor. İlk patlama da Tekel işçileri için örgütlenen mitingde yaşandı. Bırakın genel grev ilan etmeyi çağrısını bile yapamayan, Tekel işçileriyle dalga geçer gibi AKP’ye 2011’de sandıkta kırmızı kart göstereceğiz diyen Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, işçilerin öfkesinden kürsünün önüne konuşlandırdıkları Türk-Metalciler tarafından kaçmayı başardı. Ancak onun gidişinden sonra Tekel işçileri platformu işgal etmeyi başardılar ve 1 saate yakın süre de her türlü girişime rağmen kürsüden inmediler. Öfkeleri dinmeyen işçilerden büyükçe bir grup Türk-İş önüne gelindikten sonra binaya zorla girip Tek Gıda-İş yönetiminin toplantısını bastı.
Zaten AKP ile organik ilişkileri bilinen Türk-İş Genel Başkanı Kumlu konusunda işçilerin illüzyonları pek yoktu. Türk-İş yönetiminin bu direnişi istemediği, bir an önce bitirilip işçilerin gitmesini istediği sadece ileri bilinçli işçilerce değil genel kitle tarafından da dillendiriliyordu. Ancak Tek Gıda İş’i ve başkanı Mustafa Türkel’i ayrı bir şekilde değerlendiren işçiler açısından da özellikle gelinen süreç ve miting günü yaşananlar, zihinlerde soru işaretleri yaratmaktan yanılsamaları kırmaya kadar değişik etkileri oldu. Süreç sendika ağalarının misyonunu işçilerin gözleri önüne serdi. İşçilerin gelişen bilincinin farkında olan sendika ağaları korkuyla kendilerini işçilerden korumanın yollarına bakıyor. Kumlu’nun bir koruma ordusuyla gezmesi(15’ten fazla) boşuna değil elbet.
İşçilerin daha radikal bir kısmı artık kendi inisiyatiflerini geliştirmenin yollarını arıyor, planlarını yapıyorlar. Evet sendika bürokrasisi aşılmalı, işçiler kendi inisiyatiflerini geliştirmeliler. Ancak işçi inisiyatifini geliştirirken kendi idare organlarını yaratmamalılar. Bu organlar da tabanda her ilde işçilerin kendi belirleyecekleri temsilciler üzerinden gelişecek direniş komiteleri olmalıdır. Ancak böyle bir inisiyatif tabanın istekleri doğrultusunda sonuç alıcı eylemlere imza atabilir. Bu komiteler oluşturulur oluşturulmaz işçiler hızlı sonuç alacak bir eylem programı ortaya koyup emek düşmanı politikaların mağdurlarına çağrıyı yükseltip hem birleştirici olurlar hem de direnişi yayarak bir direniş odağı yaratırlar. Bu komiteler, atanamayan öğretmenlere, hala 4-C kölelik koşullarında çalışan işçilere, direnişteki itfaiye işçilerine, 25 Kasım grevinin örgütleyicisi kamu çalışanlarına “gelin Tekel işçilerinin direniş çadırlarını ortak direniş çadırlarımız yapalım”; “gelin emek düşmanı politikalara karşı ortak direnişi örgütleyelim” çağrısı yapabilirler. Türk-İş, bünyesinde direnişte olan itfaiye işçileri, özelleştirme sürecine dahil edilen şeker işçilerini birleştirmeyi bırakın yan yana bile getirmemeye özel çaba harcarken kazanmanın yolu bu direnişlerin birleşerek güçlenmesinden geçiyor. Sendika ağaları, miting için İstanbul’dan gelen itfaiye işçilerinin bırakın miting sonrasında Tekel işçilerini ziyaret ederek coşku katmasını, Tekel işçileri ile mitingde bile yan yana gelmesini engelliyor. Çünkü direngen kitlelerin birleşmesiyle ortaya çıkaracağı enerjinin var edeceği eylemlilik onları hükümetle, kollukla karşı karşıya getireceği gibi koltuklarını sallayacaktır.
Bu çerçevede İşçinin Yolu olarak biz de eylemin başından beri işçilerin sendikadan bağımsız olarak kendi taban inisiyatiflerini örgütlemeleri için propaganda faaliyeti ve fiili çalışma yürütüyoruz. Dağıttığımız bildirilerde, gazetemizde, her konuşmamızda diyalog içine girdiğimiz her işçiye sendikadan öte kendi güçlerine güvenmek zorunda olduklarını, kendi taban inisiyatiflerini yaratmaları gerektiğini anlatıyoruz. Büromuzda işçilerle yaptığımız toplantılarda, Türk-İş önünde yanına oturduğumuz her işçi grubu içinde bu propagandayı yapıyoruz. İşçilerle uzun süredir devam ettirilen diyalog ve kurulan güven ilişkisinin sonucunda sendika bürokratları bizi hedef gösterdiğinde işçiler bize sahip çıkarak bu saldırıları boşa düşürdüler. Sendika bürokrasi hiyerarşisinin tabana yakın unsurlarının sürekli olarak işçilerin bilincini bulandırıp ileri bilinçli işçilerin, devrimcilerin etkisini kırmak için propaganda yürütse de gün be gün geliştirilen bu yeni propagandalara karşı sınıf duruşunun ne olması gerektiğini ortaya koyuyoruz. Sendika ağaları işi sündürüp uzatarak direnişi satmanın yolunu ararken işçiler ancak kendi taban inisiyatiflerini geliştirerek ve bu amaçla da direniş komitelerini örgütleyerek yol alabilirler. Ancak bu şekilde işçilerin kendi eylem programını çıkarıp süreci sendika ağalığının yavaş yavaş satmasının önüne geçip sonuç alacak bir süreci örebileceğini geçmiş mücadele deneyimlerinden iyi biliyoruz.
Direnişin başından beri işçilerle diyalog içinde olduğumuzdan onların direniş sürecindeki değişimlerini, sola bakışlarındaki gelişimi görmek mümkün oluyor. Birçok sağ görüşlü işçi “biz solu, komünistleri farklı biliyorduk” diye söze başlayıp bizimle sabahlayan, evine götürüp misafir eden, bizimle direnen onlar diye devam ediyorlar. Samsunlu bir abi “Daha önce Tekel için yaptığımız eylemlere sizin gibi arkadaşlar gelmek istediğinde biz aman içimize girmesinler diyorduk. Ne kadar hata ettiğimizi şimdi anladık” demesi de bu dönüşümün bir yansıması. Bir diğer değişimde Kürt işçilerle milliyetçi fikirlere sahip işçilerle etkileşim içinde yaşanıyor. Bu işçiler Kürt işçilere farklı gözlerle bakmayı öğreniyorlar, onların sorunlarının farkına varıyorlar. Batı bölgelerinden gelen işçilerin Abdi İpekçi’de gaz atıldıktan sonra Kürt işçilere dönüp “siz alışıksınız bu gazlara biz neye uğradığımızı şaşırdık” demeleri Kürt sorununa bakışta egemen propagandanın çatırdamalarını gösteriyor. Uzun direniş süreci işçilerin bilincinin en iyi eylem içinde geliştiğini, dostunu düşmanını en iyi orada tanıdığını tekrar ortaya koyuyor. Sendika bürokrasisinin rolü konusunda da gün geçtikçe ihanetleri giderek açığa kavuştukça işçilerin kafaları aydınlanıyor.
Kararlı Tekel işçilerinin gazabından korkan sendika ağaları direnişi açıktan satmak yerine süreci sündürüp etkili, sonuç alıcı eylemler örgütlemeyerek tıkamak ve böylece işçileri yıldırmak istiyorlar. Böylece direnişin kaybedilmesinin nedeni ilk elden sendika değil, geriye düşen işçiler gibi görünecek. Onlar da bu işin içinden sıyrılacaklar. Oysaki kazanılmak isteniyorsa sürecin artık hızlanması şart! Sözleşmelerin fesih tarihi olan 31 Ocak yaklaştıkça kararsız unsurlarda dağılmalar yaşanacaktır. Bu nedenle ellerin hızlı tutulup artık inisiyatif işçiden yana geçmesi için adım atmak gerekmektedir. Sendikanın inisiyatifi bertaraf edilirken işçilerin kendi karar organları olan direniş komitelerini örgütleyip bu komiteler üzerinden emek düşmanı politikaların mağdurlarına çağrı yaparak hem direnişleri birleştirip hem de sonuç alıcı bir eylem programını yaşama geçirebilirler. Biz de bunun gerçekleşmesi için her işçiyle tek tek konuşmaya ve kararlı unsurları ikna etmek için çalışmaya devam ediyoruz, devam de edeceğiz.
Yüklen Emekçi Kazanacağız!
Zafer Direnen Emekçinin Olacak!
Birleşen İşçiler Yenilmezler!