Sinan Ateş Suikasti Davası: Kirli İlişkiler Ortaya Saçılıyor, Gerçek Failler Davadan Kaçırılıyor!

Sinan Ateş Suikasti Davası: Kirli İlişkiler Ortaya Saçılıyor, Gerçek Failler Davadan Kaçırılıyor!

Sinan Ateş Davası 1 Temmuz’da başladı ve davada yaşananlar iktidarın ve yarattığı yargı düzeninin, faillerin alenen ortada olmasına rağmen, gerekli adımları atmayacağı şimdiden belli oldu. Dava büyük olasılıkla siyasi boyutlarından arındırılarak adli bir vaka olarak tarihe geçecek. 

Ülkü Ocakları başkanlığı yapmış birinin öldürülmesinin kafası bozuk bir kaç torbacı ve tetikçi tarafından işlenmiş sıradan bir cinayet olarak ele alınmayacağı açıktır. Suikastin üzerinden geçen yaklaşık bir buçuk yıllık zaman dilimin ortaya çıkan gerçekler, cinayetin MHP’nin emir-komuta zinciri içerisinde işlendiğine şüphe bırakmıyor.

Ülkü Ocakları: Komünizme Karşı Mücadeleden Mafyacılığa 

Ülkü Ocaklarının kuruluş tarihi olan 1968 yılı bile, bu faşist şebekenin ilk işlevini ortaya koyar. 1960’lı yılların sonlarında sınıf mücadelesinin ve devrimci dalganın yükseldiği hemen her ülkede, NATO’nun da yönergeleri çerçevesinde benzeri kontrgerilla örgütleri inşa edilmekteydi. Türkiye’de de bu iş için NATO ve CIA’in sadık adamı Alparslan Türkeş’ten daha uygun bir figür bulunamazdı. Nitekim bu dönemde Ülkü Ocakları etrafında kümelenen kontrgerilla çeteleri hem sol harekete hem de 70’li yıllar boyunca Alevilere yönelik kanlı saldırılar düzenledi. 

80 Darbesiyle egemen sınıflar tarafından bir süreliğine ıskartaya çıkarılsa da, devlet desteğiyle eline geçirdiği şiddet mekanizmaları yerli yerinde kaldı. Soğuk Savaş artığı kadrolar mafyanın göbeğine yerleşmeye ve özellikle 90’lı yıllardan sonra başta Kürt halkı olmak üzere ezilenlere yönelik saldırıların aparatı haline geldi. 

Bugün Türkiye’de iktidar eliyle inşa edilmiş mafya düzeni işte bugün geçmişin bakiyesi üzerine kuruludur: Ağarlar, Çakıcılar, Ekenler yine köşe başlarını tutarken; AKP-MHP ortaklığının kendilerine açtığı alanda her türlü kirli işi tek bir sorun yaşamadan yapabiliyorlar. 

Geldiğimiz noktada çeteleşme her yanı sarmış vaziyette. Yargı, polis ve siyaset üçgeninin tıpkı 1996 yılında Susurluk skandalıyla ortaya serildiğine benzer şekilde çetelerle nasıl iç içe geçtiğini hem Ayhan Bora Kaplan soruşturmasında hem de Sinan Ateş davasında görebiliyoruz.

Sinan Ateş’i öldüren tetikçilerin mahkemede dile getirdikleri, devlet ve Ülkü Ocakları arasında kurulduğu günlerde temelleri atılan ilişki biçiminin yerli yerinde durduğunu gösteriyor: Ateş’in katillerinden Doğukan Çep 2013 yılı Ağustos ayında davada verdiği ifadede “devlete hizmet için ESPlileri vurduğunu” açıklamıştı. Aynı zamanda uyuşturucu çetelerine karşı mücadele yürütürken katledilen Hasan Ferit Gedik’in katilleri Sinan Ateş suikastinde yeniden karşımızda yer alıyor. Kısacası, devlet emrediyor; faşist çeteler yine silahlarını devrimcilere doğrultuyor!

Bir başka çarpıcı nokta ise Sinan Ateş’in verdiği ifadede yer alıyor. Ayşe Ateş ifadelerinde şunları dile getirmişti: “Sinan birilerini dövdürdü. Karşıma alıp, ‘Sen akademisyensin, yakışıyor mu?’ dedim. ‘Ben MHP Genel Merkezi’nden gelen talimatları yapıyorum. Yapmazsam bana da ceza keserler’ karşılığını verdi.”

Sinan Ateş’in Ülkü Ocakları Başkanı olduğu dönemde Yavuz Selim Demirağ, Ahmet Takan ve Sabahattin Önkibar gibi gazeteciler dövülmüştü. Bu gazetecilerin ortak özelliği ise Devlet Bahçeli’nin 26 Haziran 2018’de bir isim listesi yayınlayarak hedef gösterdiği gazetecilerin arasında yer almasıydı. Ayşe Ateş’in ifadesi eksik kalan tabloyu tamamlıyor. 

Ayşe Ateş’in dile getirdiği bir başka çarpıcı nokta ise cinayetin azmettiricileri ile ilgiliydi. Ülkü Ocakları ve MHP gibi son derece merkezileşmiş örgütlerde Sinan Ateş gibi ocak başkanlığı yapmış bir ismin öldürülmesinin boş beleş bir torbacı işi olmayacağını herkes bilir. Eşinin ifadeleri davanın asıl odaklanması gereken yeri gösteriyor:

“Rahmetli eşim bana sağlığında Olcay Kılavuz ve Ahmet Yiğit Yıldırım beni öldürtmek için kapı kapı geziyorlarmış ifadelerini defalarca bana söylemişti.”

“Sinan’a Ülkü Ocakları mensupları tarafından Ahmet Yiğit Yıldırım’ın talimatıyla tehditler devam etti. Benim eşim de genel başkanlık yaptı süreç nasıl işler çok iyi biliyorum… Sinan bu tehditler başladığında bana söylediği İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın Sinan’ı öldürtmek için Ahmet yiğit Yıldırım ve Olcay Kılavuz’a görev vermişler. Bu işin azmettirici rahmetli eşimin bana söylediği İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın’dır.”

Tabi ki yargının davayı yukarıda bahsi geçen isimlere doğru genişletmesi Türkiye’de yeni bir politik dönemin açılması anlamına gelecektir. Erdoğan şimdilik MHP’ye muhtaçtır. 15 Temmuz’un ardından inşa edilen tek adam rejiminde, devlet bürokrasisinde MHP azımsanamayacak bir kadrolaşma gerçekleştirmiştir. Öyleki yeri geldiğinde MHP bu gücü sayesinde Erdoğan’a dahi sınırlarını hatırlatacak özgüvene sahip olduğunu göstermekten çekinmemektedir.

Örneğin Diyarbakır’daki imam olayını hatırlayın.  Ocak ayında, Kulp Kaymakamı Burak Akeller Cuma namazını kılmak için gittiği camide imamın hutbe okuma tarzını beğenmemiş ve namazın ardından odasına çağırdığı imamı mikrofonla darp etmişti. Bu olayın ardından AKP’nin memur kolu Memur-Sen kaymakamı eleştirmiş; meselenin kamuoyu gündemine düşmesiyle birlikte Bahçeli “Alnından öpüyorum. Müslüman-Türk duruşundan dolayı tebrik ediyorum” sözleriyle kaymakama sahip çıkmıştı. Dahası birçok ilin valileri, kaymakamlar, vali yardımcıları da kaymakama destek olmuşlardı. Bu olay MHP’nin bürokrasi içerisindeki gücünü göstermesi bakımından önemliydi.

Bugünlerde Sinan Ateş davasını takip ettikleri gerekçesiyle Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı Burak Kılıç tarafından hedef gösterilen gazeteciler arasında yer alan Barış Terkoğlu kaymakam olayının ardından yazdığı “Genç Kaymakamlar Rahatsız” başlıklı yazısında kaymakam Akeller’in bir dönemin simgesi olduğunu şu sözlerle dile getirmişti: “Kaymakam ise 36 yaşında, 2014’te üniversiteden mezun olmuş, 2016’da devlete girmiş, 2018’de kaymakam adayı olmuş genç bir bürokrattı. Yükselişinin aslında dönemle bir ilgisi var. Kaymakam Akeller, Gazi Üniversitesi’nde Ülkücü hareketin içindeydi. Mezun olduğu yıl, tam da Erdoğan-Gülen kavgasının devletin içine sıçradığı dönemdi. Devlete girdiği yıl ise darbe girişimi olmuştu. Akeller, MHP’nin iktidar ortağı olarak boşluğu doldurduğu dönemin sembollerinden biriydi.” 

Karşımızda devletin yargı ve emniyet gibi kurumlarını saran ve buradaki gücüne yaslanarak her türlü kirli işe girişmekten kaçınmayan bir çete var. Tek adam rejimi bu çetelerin yeşermesi için uygun bir iklim yaratıyor. 

Bu kirli çetelerle hesaplaşmak bugün önemli bir gündem olmalı. Özellikle gençlerin bu çetelerden uzak durması için çok fazla sebep var. Yakın geçmişte Sedat Peker’in videolarında anlattığı kirli ilişkilerden Sinan Ateş suikastine bakacak olursak bile karşımıza uzun bir liste çıkar. Tek adam rejimi bu kirli ilişkilerin, faşist çetelerin işlediği suçların hesabını soramaz, sormayacaktır! Bu sorumluluk bu toprakların emekçi halkının sırtındadır!

KATEGORİLER