Altılı Masa Programı Ne Öneriyor? – Güneş Gümüş
Altılı Masa, pazartesi günü seçim beyannamesi ve olası hükümetlerinin programı olacak Ortak Mutabakat Metinlerini açıkladı. Zaten aylardır yürüttükleri muhalefet biçimi programlarının içeriğini de yansıtıyordu. Ancak hedefler, projeler net şekilde ortaya konduğuna göre bu ittifak projesi ve onun programıyla emekçi halkın yol alma imkanının olup olmadığını tekrar tartışalım.
Altılı Masanın programı, AKP döneminde çivisi çıkmış Türkiye Cumhuriyeti’ni sosyal liberal bir programla ayakları üzerine tekrar kaldırmak hedefiyle yazılmış. 244 sayfada 9 temel başlıkta topladıkları 2300 hedef, proje ve politika arasına sıkıştırılmış şekilde öğretmeninden esnafına, öğrencisinden emeklisine, köylüsünden emekçisine ufak mavi boncuklar dağıtsa bu öz değişmiyor. Ana hedef güçlendirilmiş parlamenter düzene dönerek yasamayı güçlendirmek, kuvvetler ayrılığı tekrar tesis etmek, sanayi ağırlıklı bir ekonomi ortaya çıkarmak, mali disiplini ve serbest piyasa kurallarını tekrar inşa etmek, kısacası Türkiye’nin bozulan burjuva işleyişini restore etmek. 6 parti ortak siyasi dünyasını ilan etmiş; biraz sosyal devlet sosuna bulanmış liberalizm. Düşünün muhalefet olarak ülkenin geleceği adına iktidar karşısında bir program hazırlayacaksınız; ona da demiryollarının şirket gibi işletilmesini, parasız eğitim değil de KYK burs ve kredilerinin artırılmasını, ancak “aşırı yoksulluğun” ortadan kaldırılmasını koyabileceksiniz.
Millet İttifakı’nın bütün projesi AKP’nin bozduğu piyasa normlarına geri dönüp ülkeye yabancı yatırım çekmek, ülkeyi nitelikli bir üretim üssüne çevirmek ve böylece refahı artırmak üstüne kurulu. Ancak bu proje hükümetlerin ötesinde bir proje. Bir kere Türkiye kapitalizmi emek yoğun üretim yapan ülkeler liginde. Bu durum öyle hükümetin bir dizi politikasıyla değişecek bir şey değil. Ülkedeki sermaye birikimi oldukça sınırlı. Ülkenin en büyük 500 sanayi kuruluşu içinde yüksek teknolojik üretim yapanların oranı sadece %6. Gerisini siz düşünün. Ülkedeki sermaye sınırlıysa bu projeye dışardan para akması gerekir. Bugünün dünyasında sıcak para akışı kesilmiş durumda. AKP’nin yararlandığı bol ve ucuz döviz akan; sanayileşmenin, yatırımın, ihracatın kolay olduğu yıllar geride kaldı. İkincisi ülkedeki ekonominin şekillenişine sadece hükümetler karar veremez. Patronların böyle bir vizyonu ve kapasitesi olması gerekir. Ülkede bu da yok. Bu ülkenin patronları devlet kaynaklarından semirmeye alışmış. Ülkenin patronlar kulübü TÜSİAD üyeleri bile AKP’nin sıcak parayı inşaata gömdüğü yıllarda müteahhit olup çıkıverdi. Sanayiymiş, yatırımmış riskli işlere girmek yerine safi vurgunculuk, mafyacılık bir yana spekülasyondan, hizmet sektöründen, inşaattan, perakendecilikten, kuryecilikten para kazanmak daha rahat geliyor bunlara. Bu dünya çapında da bir eğilim. Ülke sermayesi ucuz işçi çalıştırmak üzerinden uluslararası rekabete giriyor; bu koşullarda hangi programa ne yazarsanız yazın, patronlar ne sendikal örgütlenme özgürlüğü ister ne de işçi ücretleri artsın! Yani bu ülkede sermaye büyürken emekçilerin refahının da artmasının koşulları yok. Altılı Masa’nın kalkınarak refah sağlayacağız diyen programı içi boş hayaller satmaktan öte bir şey değil! Lamı cimi yok ya emek yana olacaksınız ya sermayeden.
Gelelim programın demokrasi açısından bile güdük oluşuna… Seçim barajı %3’e düşsün, liyakat gelsin, mülakat kalksın, tutuklu yargılama istisna olsun, yargı bağımsızlığı sağlansın… Ama ülkenin geniş kesimlerini oluşturan Kürtlerin, Alevilerin adına yer bile vermeyelim. Kadınların sahip çıktığı İstanbul Sözleşmesi’ne değinmeyelim. Laiklik kelimesi öcü gibi zaten. LGBTİ desen zaten konuşulmuyor. Ama ufak tefek açılımlarla bu meselelerin yanından dolaşılmış. Seçimde Kürt halkının oyları kritik olduğu için kayyumların kalkacağı sözü verilmiş. Cemevlerine bir statü tariflenmiş. Daha fazlasına ise nefesleri yetmiyor.
Sonuç Olarak
Başta belirttik, projenin kendisi içeriği de belirliyor. CHP liderliği, her ne kadar geçmişin derslerini çıkararak yaşam tarzı, kimlikler ayrışmasına girmemeye özen gösterse de bu bölünmeleri baki olarak kabul etmiş durumda. Diyor ki “Biz Alevi, laik bir yaşam tarzına sahip kentli eğitimli gruplara hitap ediyoruz. Daha da ötesine kazanamıyoruz. Öyleyse AKP’yi göndermek için diğer mahallelerin partilerine ihtiyaç var.” Nasıl politika yaparsan ona uygun bir kitle bulursun ya da var olan kitleni ona göre şekillendirebilirsin. Yıllarca CHP, laik-muhafazakar yaşam tarzları üzerinden kimliksel bölünmenin siyasetini yürüttü. Devletçi, laiklikten başka derdi olmayan, milliyetçi bu bakış açısına sahip birçok yönetici Kılıçdaroğlu döneminde partiden ayrılıp kendi yollarına baksalar da Parti’nin orta sınıf tabanında ve önemli orandaki yöneticilerinde bu eğilim varlığını sürdürüyor. “Helalleşme” adımlarında hemen kendilerini gösteriyorlar zaten. Geçmişin bakiyesi bunlar. Kılıçdaroğlu sosyal liberal bir siyaset izleyerek 30-40 yıldır kökleşmiş bu ayrışmayı aşması mümkün değil. Buradan çıkardığı sonuçta “herkes kendi sürüsünde” oluyor. Öyleyse CHP, 1970’lerde nasıl geniş kitlelere ulaştı ya da 1989 yerel seçimlerinde SHP nasıl Kayseri dahil 39 ilin belediye başkanlığını kazandı. Meseleyi belirleyen kitlenin kimliği değil; senin siyasetin! Yoksul muhafazakar emekçileri de kazanacak emekçi gündemli sol bir söylemle yola çıksan bunca yoksulluğun, ezilmişliğin ülkesinde karşılık almaman mümkün değil. Kamusal eğitim yok edildi; öğrenci, öğretmen, veli mağdur. “Eğitim ve sağlıkta patronlara yer yok; bütün özel kurumları kademeli şekilde kamulaştıracağız; sağlıkçıları ve öğretmenleri de kadroya alacağız” diyerek bir kampanya yürütsen sonuç başka olur. Bu ülkenin halkı ucuza çalışarak ömür tüketmeye gelmedi; patronlara yüksek gelir vergisi getireceğim, sendikal yasakları kaldıracağım desen sonuç farklı olur. Patronlarla, zenginlere çalışan bu düzenle karşıtlık ilişkisi çok geniş kitleleri etnik köken, mezhep, yaşam tarzı farkı demeden kendine çeker. Ama nerede? Altılı Masa çizgisi bu patron düzenine bağlı; derdi AKP döneminde çivisi çıkmış Türkiye Cumhuriyeti’ni sosyal liberal bir programla ayakları üzerine tekrar kaldırmaktan fazlası değil. Bu hedefin günde 10 saat çalışıp yoksulluk içinde bir hayat süren emekçi açısından pek bir cazibesi yok.