Rüşvet, Yolsuzluk, Köle Emeği: Katar Futbolu Nasıl Gasp Ediyor? – Fikret Seyhan

Rüşvet, Yolsuzluk, Köle Emeği: Katar Futbolu Nasıl Gasp Ediyor? – Fikret Seyhan

Futbolseverlerin her dört yılda bir merakla beklediği Dünya Kupası, bu kez futboldan ziyade saha dışında yaşananlar ekseninde tartışılmaya devam ediyor. Zira, Katar sermayesinin hatrına yaz mevsiminden kış aylarına çekilen; yıllardır süren inşaat ve altyapı çalışmalarında özellikle göçmen işçilerin yaşadığı yoğun sömürü ve ölümlerle gündeme gelen kupayı bir spor faaliyeti olarak tartışmak anlamsız bir çaba olacaktır.

Dünya genelinde turnuvanın Katar’a verilmesine karşı çıkan futbolseverlerin beklentileri arasında insan hakları, demokrasi ve özgürlük konularında atıp tutma konusunda mahir olan Batılı ülkelerin milli takımlarının kupayı boykot etmeleri de yer alıyordu. Fakat böyle radikal bir adım atmaya elbette hiçbir ülke milli takımı yeltenmedi. Takımlar Katar’da özellikle LGBT+ bireylere yönelik baskılara karşı bir protesto olarak ülke logolarını karartarak çıkacaklar; aralarında Danimarka, İngiltere, Fransa, Almanya ve Belçika’nın yer aldığı 9 ülkenin milli takımının kaptanları gökkuşağı renklerine sahip kolluklar takacaklar. Öte yandan alkol yasakları da gelen eleştiriler sonrası gevşetildi. Katar yönetimi, belirlenecek alanlarda taraftarların alkol tüketmesine olanak tanıyacaklarını açıklamıştı. 

Why Boycott Qatar 2022? Here's why FIFA World Cup is under scanner | Mint

İnsan yaşanan onca trajedi karşısında hepi topu bu mu diye düşünmeden edemiyor. Gayriresmi rakamlara göre 2010 yılından bu yana Katar’da 6.000’den fazla işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. Geride kalanların ise cehennemi andıran koşullarda çalışmak zorunda bırakıldığı defalarca kez yazıldı çizildi. Göçmen işçilerin pasaportlarına el konularak her türlü hakkının rahatlıkla gasp edilebildiği Kafala Sistemi sayesinde Katar yönetimi bir nevi modern bir kölelik sistemi kurdu. Sıcak havanın sporcu sağlığı üzerindeki etkileri gözetilerek turnuva Kasım-Aralık aylarına çekilirken, stadyumları inşa eden işçiler öldürücü yaz sıcaklarında çalışmaya mahkum edildi. Ağustos ayında 7 aydır ücretlerini alamadıkları için başkent Doha’da eylem yapan işçiler sınır dışı edilmişti.  

FIFA ise başlangıçta eleştirilere kulak tıkarken, bu konuda gelen yoğun tepkiler sonrasında konuyu gündeme almak zorunda kaldı. Katar’a dünya kupası düzenleme hakkı veren yönetimin başında yer alan eski başkan Blatter, 2012 yılında ev sahibi seçimi konusundaki kriterleri değiştirdiklerini ve daha sonraki turnuvalar için seçimlerde ülkelerin sosyal koşullarını ve insan haklarını dikkate alacaklarını açıklamak zorunda kaldı. Fakat dünya kupalarının yaklaşık yüz yıllık tarihinde Nazilerden askeri dikta rejimlerine kadar pek çok rejime turnuva düzenleme hakkının hediye edildiğini düşününce FIFA’nın tavrında keskin bir değişim yaşanması mucize olur. Çünkü, FIFA’nın ev sahibi seçimlerinde dikkate alınan kıstasların ne olduğunu 2018 Rusya ve 2022 Katar tercihleri sürecinde Blatter ve Platini gibi eski FIFA başkanlarının adlarının karıştığı rüşvet ve yolsuzluk dosyalarından görebiliyoruz. Blatter Katar’ın ev sahibi olma sürecine siyasetin nasıl müdahil olduğunu şu şekilde itiraf etmişti: “Eski UEFA başkanı olan Fransız Michel Platini beni aradı ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Katar’a oy vermemi istediğini aktardı. 6 ay sonra da Katar Fransa’dan 14.6 milyar dolarlık bir paketle Rafale Jetlerini satın aldı.”. Blatter ayrıca Katar seçiminin son derece bir hata ve son derece yanlış bir tercih olduğu itirafında bulunmuştu. 

Bakmayın Blatter’in günah çıkarma çabalarına! Böyle dikta rejimleri FIFA için de ciddi kolaylıklar sağlıyor: Çünkü kupa hazırlıkları için ülke bütçelerinden daha doğrusu emekçilerin sırtından milyarlarca dolar havaya savrulurken; Katar gibi ülkelerde ciddi bir toplumsal tepki ile karşılaşmadan bu savurganlığı sağlayabiliyorsunuz. Katar’ın dünya kupası hazırlıkları için yaklaşık 220 milyar dolar harcadığı biliniyor. Böyle bir bedeli halihazırda ekonomik krizlerle ve emekçi sınıfların öfkesiyle cebelleşen Batılı “demokrasi”lerde ödetmek o kadar kolay olmayacaktı. 

Özellikle Katar gibi futbol kültürü zayıf ülkelerde dünya kupaları için ciddi yatırımlar yapılırken; örneğin inşa edilen stadyumların, spor komplekslerinin bir çoğu turnuva sonrasında atıl alanlar haline geliyor. Bir örnek olarak Güney Afrika’yı vermek mümkün. Güney Afrika, 2010 Dünya Kupası için 565 milyon dolar maliyetle Cape Town Stadı’nı inşa etmişti. Ancak kupa sonrasında stadyum yılın yalnızca % 5’lik bir zaman diliminde aktif olarak kullanılırken, stadyumun işletmesi için her yıl 6-10 milyon dolar arası bir bütçe ayırmak gerekiyor. Bu konuda yakın dönemin en dikkat çekici örneklerinden birisi ise belki de Yunanistan’dır. Atina 2004 Yaz Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yaparken; bunun için 8,5 milyar dolarlık bir bütçe harcanmıştı. O dönem inşa edilen pek çok spor kompleksi çöpe dönerken; 2004 yılında olimpiyatlar için yapılan harcamaların 2008 borç krizine giden yolda nasıl bir etkiye sahip olduğu uzun süre tartışılmıştı. Katar’da ise petrol gelirleri sayesinde havaya savrulan 220 milyar doların kalıcı bir spor kültürü yaratmaktan ziyade rejimin meşruiyet ve gösteriş ihtiyacına hizmet edeceği açık. Böyle rejimler için itibardan tasarruf etmek söz konusu bile olamaz.

2004 Olimpiyat Oyunlarının gerçekleştirildiği sahanın son hali

Konumuza geri dönecek olursak… İngiltere, Fransa gibi ülkelerin önemli takımları son dönemde Körfez sermayesinin tadını çıkarmakla meşguller. Manchester City, PSG, Newcastle United gibi kulüpleri satın alan Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Suudi yatırımcılar (bu yatırım grupları aynı zamanda bu ülkelerin rejimlerine sıkı sıkıya bağlı) bu kulüplere her yıl devasa bir servet aktarıyorlar. Örneğin, yaz aylarında PSG’nin genç yıldızı Kylian Mbappe’nin Real Madrid’e transferi gündeme gelince işin içine Katar yönetimi ve Macron dahil olmuş Dünya Kupası öncesinde Mbappe’nin ellerinden kaçmasına müsaade etmemişlerdi. Tabi ki futbol tarihinde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir servet ödeyerek… Dahası Katar Beinsports aracılığıyla dünyanın dört bir yanında spor organizasyonlarının yayın haklarını satın alırken futbol liglerine önemli bir gelir kapısı aralıyor. 

Guardian tarafından yayınlanan bir araştırma ise Katar’ı yöneten Es-Sani ailesinin 10 milyar doları aşan gayrimenkul yatırımlarıyla İngiltere ile nasıl bir bağa sahip olduğunu ortaya koyuyor. Son olarak Katar’ın gerçekleri perdelemek amacıyla spor dünyasının ünlü simalarından nasıl yararlandığını belirtmek gerekir. Geçtiğimiz yıl David Beckham 180 milyon euro karşılığında Katar yönetimi ile anlaşarak hem ülkenin önümüzdeki on yıllığına spor elçisi ve dünya kupasının resmi yüzü olarak seçilmişti. Hal böyle olunca Batılı ülkelerde siyaset ve spor dünyası Katar’da yaşananları ağız ucuyla yapılan eleştirilerle geçiştirmekten başka bir şey yapmıyor.

Katar, dünya kupaları tarihinin ilk kirli ev sahibi olmayacak. Düzen sahipleri, petrol ve doğalgaz parası ile kurulan bu kirli rejimi temizlemek için bir ay boyunca sporu araç olarak kullanacak ve bundan yine en ufak bir utanç duymayacaklar.