1950 Dünya Kupası: Maracanazo ve Brezilya’nın Çöküşü – Fikret Seyhan

1950 Dünya Kupası: Maracanazo ve Brezilya’nın Çöküşü – Fikret Seyhan

Brezilya futbolunun en büyük trajedisi hangisidir? 1998 Dünya Kupası finalinde alınan 3-0’lık Fransa yenilgisi mi yoksa 2014 Dünya Kupası yarı finalinde Almanya karşısında alınan rencide edici 7-1’lik yenilgi mi?  Pek çoklarının aklına ilk olarak muhtemelen bu iki örnek gelecektir. Ancak Brezilya futbolunun tarihinde 1950’de yaşanan trajediden daha ağırı bulunmamaktadır. 

İkinci Dünya Savaşı nedeniyle verilen 12 yıllık zorunlu aranın ardından Jules Rimet Kupası yeniden Latin Amerika’da gün ışığına çıktı. FIFA 1946 yılında, savaşın yarattığı yıkımın altından kalkmaya çalışan bir Avrupa ülkesi yerine Brezilya’yı ev sahibi olarak belirledi. Sambacılar ev sahibi olmanın yanı sıra kupaya favori olarak gidiyorlardı. 1949 yılında Copa America’yı 7 maçta 39 gol atarak kazanmışlardı. Ancak turnuva da başlangıçta işler istedikleri gibi gitmedi. Gruptaki ikinci maçlarında zayıf rakibi İsviçre ile berabere kalınca teknik direktör Flavio Costa stattan polis eşliğinde ayrılabilmişti. Ancak kalan maçlarında işi şansa bırakmadılar: İspanya’yı 6-1, İsveç’i 7-1’le geçtiler. 

Final maçına Brezilya mutlak favori olarak çıkıyordu. Hatta FIFA Başkanı Jules Rimet Brezilya’nın şampiyonluğunu kutlamak için bir metin bile hazırlamıştı. Gazetelerin manşetleri de hazırdı. 1950 Dünya Kupası için inşa edilen Maracana Stadyumu, inşaatı bitmemiş olmasına rağmen -yapımı 1965 yılına kadar sürecekti.- final maçında resmi olarak 173.850, gayriresmi verilere göre ise 210.000 kişiyle tıklım tıklım doluydu. 

Uruguay karşısında 47. dakikada Friaça’nın golü geldiğinde taraftarlar maçın geri kalanının bir teferruat olduğunu düşünüyordu. Ancak Uruguay’ın iki büyük yıldızı Juan Schiaffino ve Alcides Ghiggia 66. ve 79. dakikada attıkları gollerle takımlarını öne geçirdiler ve Maracanazo’yu Brezilya’nın en büyük futbol felaketi olarak tarihe kazıdılar. İkinci golü atan Giggia şunu söylüyordu: “Tarihte sadece üç kişi Maracana’yı susturmayı başardı, Papa, Franc Sinatra ve Ben.”

1950 Dünya Kupası Finali: Brezilya - Uruguay - Ninguem

Jules Rimet maçtan sonra düşüncelerini şöyle ifade ediyordu: “Kupa kollarımın arasında, onunla ne yapacağımı bilemeden, kendimi yapayalnız hissettim. Uruguay takım kaptanı Obdulio Varela’yı buldum ve kupayı ona neredeyse gizlice teslim ettim. Ona tek sözcük söylemeden elini sıktım.”. Uruguaylılar Jules Rimet’ye Brezilya’nın şampiyonluğunu kutlamak için hazırladığı konuşma metnini okuma şansı vermediler. Brezilyalılar için o maçta giydikleri beyaz forma bir uğursuzluk sembolü haline geldi ve bir daha hiçbir maçta aynı formayı giymediler.

Dönemin Spor Bakanı Aldo Rebelo yenilginin ardından şunu söylemişti: “1950’de Uruguay’a kaybetmek sadeceBarbosa (futbolcu) - Vikipedi Brezilya futbolunu etkilemedi. Ülkenin özgüvenini de etkiledi.” . Ancak bir kişi vardı ki bu günü ömrü boyunca unutamadı. Maracanazo travmasını hayatı boyunca en ağır şekilde yaşayanlardan biri Brezilya’nın kalecisi Moacir Barbosa oldu. 1993 yılında Brezilya Futbol Federasyonu Başkanı Ricardo Teixeira onun Brezilya milli takımının yorumcusu olmasına bile müsaade etmedi. Bunun ardından Barbosa’nın ağzından şu sözler döküldü: “Brezilya’da en büyük suç için bile verilen ceza otuz yıldır. Ben ise tam kırk üç yıldır, işlememiş olduğum bir suçun cezasını çekiyorum.”.  1994 yılında yine bir Uruguay maçı öncesi kaleci Taffarel’le görüşmek ister; bu kez da teknik direktör Mario Zagallo’nun engeline takılır.

1950 finalinde yaşanan yenilginin bu kadar travmatik bir etki yaratmasının bir arka planı elbette vardı. Brezilya futbolu üzerine Futebol Nation kitabının yazarı David Goldblatt futbol ve Brezilya arasında kurulan ilişkiyi şöyle aktarır: “Futbolu ulusun avatarı haline getirmenin gerçek bedeli, oyunun Brezilya’nın sosyal yapıları, ekonomik kurumları ve siyasi süreçleriyle olan derin bağlantılarının artık açığa çıkmasıdır.”. Belki de Brezilya başka bir ülkeye karşı askeri bir savaştan yenik ayrılsa travma bu kadar ağır yaşanmayabilirdi. Fakat futbol denildiğinde bahsettiğimiz olgu bugün bile Brezilya’da oldukça kutsal bir alan. Yoksullar için bir kurtuluş umudu, siyahlar için kendilerini eşit bir yurttaş olarak kabul ettirebilmenin ve ülkenin kendisini bir ulus olarak hissetmesinin yegane aracıydı. 1930’dan beri milli takımın yıldızları Leonidas başta olmak üzere siyahlardı. 

Pes Miti del Calcio - View topic - Arthur FRIEDENREICH 1919-1922

1910ların Brezilyalı süperstarı Arthur Friedenrich

Fakat siyahlar için hayat köleliğin kaldırıldığı 1888 yılından beri pek de kolay değildi. Beyazların üstünlüğüne dayanan ve siyahları dışlayan toplumsal kalıplar sürdürülüyordu. 1910lardan itibaren Arthur Friedenrich, Joaquim Pardo gibi yıldız futbolcular siyahlar için bir yol açsa da, futbolda ayakta kalabilmenin bir yolu olarak beyazlara benzemeye çalışıyorlardı. Hatta bazı siyah futbolcular yüzlerini unla beyazlatarak maça çıkıyorlardı. 1930’larda hem futbolun profesyonelleşme hem de diktatör Getulio Vargas’ın Brezilya’nın dağınık ulusal yapısını kültürel öğeler etrafında birleştirme ve “Yeni Devlet” politikası altında bütünleşmiş bir ulus yaratma çabaları sonrasında siyahlar daha özgüvenli bir şekilde toplumda ve futbolda yer almaya başladılar. Capoeira ve samba gibi Afro-Brezilyalılara özgü kültürel öğeler Brezilya’nın kültürel simgeleri haline geldiler. Futbol da keza aynı şekilde… Joga Bonita’nın harcını siyahlar oluşturuyordu.

1950’de yaşanan hezimet, özellikle de baş sorumlu olarak görülen kaleci Barbosa ve defans oyuncusu João Ferreira üzerinden siyahlara yönelik öfkenin toplumda yeniden hortlamasına yol açacaktı. Brezilya’da bir süredir futbol takımının başarıları hatırına halı altına süpürülen ırkçılık yeniden harekete geçti ve siyah futbolcuların takımda yer almasının gerekli olup olmadığı tartışmaya açıldı. Ancak 1958’de Pele ve Garrincha gibi iki büyük yıldızın sahneye çıkması onlara yönelik ırkçı tepkileri hafifletecekti.  

Acı gerçeklerle yüzleşmeye çabalamak, olası yeni yıkımları atlatmak için etkili bir yol olabilir. Brezilya 2009’da son golü atan Giggia’nın ayak izini Maracana’ya giden bir kaldırımın üzerine yerleştirdi. Endüstriyelleşme, futbolun 1950’lerdeki anlamını erozyona uğrattığı ölçüde yenilgiler daha hızlı kabuk bağlıyor. Nitekim futbolla iç içe geçen sermayenin bir yenilginin yasını tutmak için bekleme lüksü yok. 

Serinin önceki yazıları için:

Dünya Kupasına İlk Adım: 1930 Uruguay – Fikret Seyhan

Faşizmin Gölgesinde: 1934 ve 1938 Dünya Kupaları – Fikret Seyhan

 

 

KATEGORİLER