Abdulkadir Selvi’nin Sri Lanka Korkusu – Zehra Türkoğlu
İktidarın sadık sözcülerinden biri olan Abdulkadir Selvi, 18 Temmuz tarihinde “Sri Lanka üzerinden tehlikeli benzetmeler” adlı yazısını paylaştı. Ele aldığı yazıyı Sri Lanka’da ekonomik kriz sonucu aylardır süre gelen radikal kitle hareketlerini, Sri Lanka’da olup bitenleri ve tek adam ile aile yönetimini Türkiye’ye benzeten Veysel Ulusoy’a cevaben yazdı. Bu gibi benzetmeler Selvi’yi oldukça korkutmuş olacak ki, Sri Lanka ve Türkiye’nin birbiriyle alakası olmadığına dair öfkeli bir yazı yazmasına sebep olmuş.
Sri Lanka’da Ekonomik Kriz ve İsyan
Öncelikle Sri Lanka’da neler olup bittiğine bakalım. Güney Asya’nın ada ülkesi olan Sri Lanka bağımsızlığını kazandığı tarihten bu yana, yani son 74 yılın en derin ekonomik krizini yaşıyor. Derinleşen ekonomik kriz ve elektrik kesintileri sonucu Mart ayında başlayan protestolar, tabandan kitle hareketiyle çığ gibi büyüdü. Protestolar devam ederken Başbakan Mahinda Rajapaksa istifa etti. Sri Lanka hükümeti protestolarla başa çıkamayınca çareyi OHAL ilan etmekte buldu.
Ekonomik krizin tetiklenmesine sebep olan etkenler arasında pandemiyle birlikte turizm gelirlerinde ve göçmen işçilerin getirdiği döviz miktarında yaşanan düşüş, hizmet sektörünün neredeyse durması ve ithalat kısıtlamaları verilebilir. Tabi ki yaşanan bu büyük ekonomik krizin en vurucu sonuçları kendisini yoksul halk ve emekçiler üzerinde gösterdi. Uzun yakıt kuyrukları, en temel gıda ihtiyaçlarına ve sağlık malzemelerine ulaşamama, enerji kıtlığı yüzünden saatler süren elektrik kesintileri ve tarımda gübre yasakları halkın elini kolunu bağladı ve halk öfkesini bir sokak mücadelesine dönüştürdü.
Aylarca süren bu protesto dalgası 9 Temmuz’da devlet başkanı Gotabaya Rajapaksa’nın sarayının basılmasıyla zirveyi görmüş oldu. Rajapaksa ise bu kitlenin öfkesinden ancak kaçarak kurtulabileceğini düşünerek ülkeyi terk etti. Sri Lanka halkı bu dik duruşları ve protestolarıyla bir “hanedanlığın” sonunu getirdi. Selvi’nin kâbusu olan, isyan ateşini fitilleyen ve tarihe geçecek olan bu mücadele, Türkiye gibi benzeri süreçlerden geçen ülkelerdeki yoksul emekçilere önemli bir ilham kaynağı olma potansiyeli taşıyor.
Sri Lanka vs. Türkiye: Ekonomik Krizin Benzer Dinamikleri
Nihayetinde Sri Lanka’nın bu hale gelmiş olması, her kapitalist iktidarın söylediği gibi küresel bir pandemi süreci sonucu değildi. Sri Lanka’nın yıllardır Türkiye’dekine benzer bir politikayla ithalata dayalı bir ekonomi oluşturması ülkenin dışarıdan gelecek dövize bağımlı olmasına sebep oldu.
Türkiye’de de özellikle son yıllarda Avrupa’ya daha fazla bağımlı olan firmalar borçlarını ödeyememe riskiyle karşı karşıya geldi. Sri Lanka’nın döviz rezervlerinin iki yıl içerisinde % 70 oranında azaldığı belirtilirken, Türkiye’de ise Selvi’nin övünerek söylemiş olduğu 58,9 milyar dolar döviz rezervi son bir buçuk senenin en düşük rakamı. Türkiye’de 8 Temmuz ile biten haftada altın rezervleri fiyat düşüşü kaynaklı olarak 1,4 milyar dolar gerileyerek 39,8 milyar dolar oldu. Böylelikle, toplam brüt döviz ve altın rezervleri 98,7 milyar dolar seviyesine geriledi. IMF tanımlı net uluslararası rezervler ise 6,2 milyar dolar ile 20 yılın en düşük düzeyinde açıklandı. Eğer bu rakamlar Selvi’nin söylediği gibi zekâtıyla Sri Lanka’yı krizden kurtarmaya yetiyorsa, önce kendi ülkesindeki ekonomik krizi kurtarmakla işe başlayabilir.
Rajapaksa Aile Şirketi Olarak Sri Lanka
Türkiye ile Sri Lanka’nın başka bir benzerliği ise Selvi’nin “seçimle gelmiş” diyerek meşru bir zemine oturtabileceğini düşündüğü tek aile yönetimi. Sri Lanka’da Rajapaksa ailesi 1970’de Mahinda Rajapaksa’nın en genç milletvekili seçilmesiyle siyasette gücünü göstermeye başladı. 2005-2015 yılları arasında cumhurbaşkanlığı göreni üstlenen Mahinda Rajapaksa, 2004-2005, 2018, 2019-2022 yılları arasında başbakanlık yaptı. 2015-2019 yılında cumhurbaşkanlığını üstlenen Maithripala Sirisena ise Rajapaksa ailesi dışından biriydi. 2015 cumhurbaşkanlığı seçimi yenilgisinin ardından Rajapaksa ailesibirçok yolsuzluk soruşturmasıyla başbaşa kaldı. Rajapaksa ailesi, çeşitli kuruluşlardan ve seçim gözlemcilerinden, dolandırıcılık, yetkilerin kötüye kullanılması ve cinayet dâhil olmak üzere çok sayıda şikâyet aldı. Suçlamalar arasında Mahinda Rajapaksa’nın Sri Lanka Merkez Bankası eski başkanı Ajith Nivard Cabraal ile yakın ilişkisini kullanarak Merkez Bankası aracılığıyla yasadışı bir şekilde 5,31 milyar doların ülke dışına çıkarılması da yer alıyor.
2019-2022 yıllarında ise Mahinda’nın kardeşi Gotabaya aday oldu ve cumhurbaşkanlığına seçildi. 2020 Sri Lanka parlamento seçimlerinden sonra Mahinda Rajapaksa başbakan olarak atanırken, ikinci Gotabaya Rajapaksa kabinesinde Chamal Rajapaksa ve Namal Rajapaksa sırasıyla Sulama Bakanı ve Gençlik ve Spor Bakanı oldu. Daha sonra Temmuz 2021’de Basil Rajapaksa, ulusal listeden parlamentoya girdikten sonra Maliye Bakanı olarak atandı. Namal Rajapaksa 2016 yılında kara para aklama suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Yine kardeş Basil Rajapaksa da Maithripala Sirisena’nın başkanlığı döneminde soruşturmadan kaçamamış, aile Mahinda Rajapaksa’nın 10 yıllık başkanlığı süresince milyarlarca dolarlık kamu kaynağını hortumlamakla suçlanmıştı.
Ayrıca Rajapaksalar 2005-2009 yılları arasında kanlı bir iç savaşta da başrol oynadı. Tamil Kaplanları’na karşı yürütülen bu kanlı iç savaş katliamlarla ve yüzbinlerce insanın cezaevlerine gönderilmesiyle sonuçlanmıştı.
İsyanın Tıkanma Noktası: Örgütlü Güçlerin Zayıflığı
Sri Lanka, Türkiye’ye kitle hareketinin nasıl ilerleyeceği konusunda olumlu ve olumsuz yanlarıyla iyi bir örnek oldu. Hem hakkın sokakta aranacağını, saraylarında ziyafet çekenlerin saraylarının basılacağını ve onları bu hale getirmiş iktidarı alaşağı etmenin yönteminin bu olduğunu göstermiş oldular hem de geçtiğimiz Mayıs ayında altıncı kez başbakanlığa geri dönüş yapan Ranil Wickremesinghe’ye de öfkelerini göstermeyi ihmal etmediler. Çünkü biliyorlardı ki başa gelir gelmez OHAL ilan ederek halkın isyan ateşini söndürebileceğini düşünen, ekonomik krizin ilk çıkış kapısını IMF olarak gören yani emekçi yoksul halk için hiçbir şey vaat etmeyen aksine ekonomik krizin sıkıntısının yine emekçilerden çıkacağı kısa vadeli çözümler bulan Wickremesinghe, düzen siyasetinin devamından başka bir şey değildi.
Sri Lanka radikal bir halk isyanı dalgasını başlatarak Türkiye’nin emekçi halkına ışık tutsa da en büyük eksiği devrimci Marksist bir öncü olmaması oldu. Halkın bu keskin ve yönetilmeye hazır öfkesinin, tabandan gelen bu kitle hareketinin devrimci bir öncüyle kaynaşarak ilerletilmesi Sri Lanka’nın geleceğini belirleyecek bir konumda.
Türkiye’de ise 68 kuşağının devrimci mücadelesi hala sosyalist solun kanında aksa da 1980 darbesiyle oldukça güç kaybetti. Bu yüzden Türkiye’de de bu kadar tabandan ve büyük bir kitle hareketinin yaşanması imkânsız değil; fakat devrimci, militan bir öncü bayrağı taşır ve kitleyi kitleyle birlikte yönlendirmeyi başarırsa, toplumsal mücadelelerin gerçek zaferlere uzanması da uzak bir senaryo değil. Bu senaryonun gerçek olabilmesi için emekçi halk içerisinden çıkarılacak öncü kadrolar gereklidir. Zafer, ancak örgütlü bir mücadelenin sonunda elde edilebilecek bir kazanımdır.
***
Ek: Selvi’nin 15 Temmuz Masalı
Abdulkadir Selvi’nin 15 Temmuz’da “milletin Türkiye için ayağa kalkarak ülkesini kurtardığı”nı söylemesi de ikilemlerle doludur. 15 Temmuz’u darbelere karşı bir direniş ve demokrasi masalına dönüştüren İslamcı-milliyetçiler, hemen ardından darbe dönemi yaşanıyormuşçasına bir zorbalığa girişti. 15 Temmuz’u düzenleyenleri yıllarca devlet içerisindeki en derin köklere yerleştirip can ciğer kuzu sarması olanlar, darbenin birincil sorumlusu olarak Gülen cemaatini gösterip ‘kandırıldık halkım’ diye açıklama yapanlar oldu.
Bu darbe girişimini en ağır şekilde fırsat kazanına çevirerek halk üzerindeki baskı rejimini ve otoritesini daha da arttırmak için ipleri sağlam şekilde eline almak isteyen tek adam rejiminin en baştan beri hayali buydu. Özellikle OHAL döneminin uzadıkça uzaması emekçilerin ve solun omzuna bir yük olarak çıktısını verdi. OHAL döneminde getirilen grev yasakları, KHK ile ihraçlar ve kamudaki muhalif avı, elde edilmiş olan demokratik hakların teker teker elden uçması ve hukukun yerini bir hiçliğe bırakmasıyla yeni bir dönemi başlattı. Bu dönemden sonra muhalefet yapan herkesin, emeğinin karşılığını arayan her işçinin, düzene ses çıkaran her öğrencinin yani AKP diktasını kabul etmeyenlerin terörist yaftası altında suçlandığını gördük.
Fakat 15 Temmuz’u demokrasi günü olarak kutlayanlar, bayram ilan edenler, Sri Lanka’dan öğrensinler ki on yıllarca dini sömürü ve emek sömürüleriyle kanını kuruttukları halklar, artık diktatörlerin sonunu getiriyor. Türkiye’nin Sri Lanka’ya olan benzerlikleri, bu yüzden iktidarın ve yandaşların koltuğunda titremesine sebep oluyor. Çünkü görüyorlar ki örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez, yıllardır ailesiyle birlikte emekçi yoksul halkın sırtından zenginliğine zenginlik katan AKP bile.