İmamoğlu, Sol ve Hayalkırıklığı – Emre Güntekin
Yaklaşık bir haftadır İmamoğlu’nun Karadeniz gezisi ve meşhur otobüs fotoğrafı sonrasında yaşananlar tartışılıyor. Fotoğrafın özellikle 2019 yerel seçimlerindeki performansı sonrası İmamoğlu’na umut bağlayan kesimler üzerinde derin bir hayal kırıklığı yarattığı görülüyor.
Kimileri tam da 2023 seçimleri öncesinde ne gerek vardı böyle pozlara havasında. Öyle ya İmamoğlu Erdoğan karşısında Millet İttifakı’nın burjuva normalleşme programına ayak uyduran solun “eli titremeden” oy atabileceği adaylardan en çok öne çıkanıydı. 31 Mart 2019’da seçimi kazanan İmamoğlu’nun belediye başkanlığının gasp edilmesinin ve seçimlerin yenilenmesi kararının ardından solun bir bölümü “Herşey çok güzel olacak” sloganının cazibesine kapılmış* ve İmamoğlu’na açıktan oy çağrısında bulunmuş ya da adres belirtmeseler de kitlelerini bu rüzgara teslim etmişlerdi. Adına “iletişim kazası” denilerek yumuşatılmaya çalışılan ancak gerçekte İmamoğlu’nun popülarite kazandığı zamanlardan bu yana ipuçlarını fazlasıyla ortaya serdiği kibrine maruz kalınmasaydı belki de 2023’te de soldan geniş bir destek, olası bir adaylığı durumunda yine İmamoğlu’nun yanında yer alacaktı.
İmamoğlu’nun kim olduğunu, siyasi niteliğini tartışmayı çok uzatmadan sol aktörlerin onunla kurduğu ilişki biçiminin problemlerine ve bu ilişkinin yaslandığı mantığa değinmek daha faydalı olacaktır.
Solu anlamlı kılan, öncelikle derin bir eşitsizliğe yaslanan bu sisteme karşı alternatif bir dünya yaratma idealini kitlelere aktarabilmesidir. İçinde bulunduğumuz dünya ve Türkiye koşulları her zamankinden daha fazla sol-sosyalist öznelerin öne çıkmasını zorunlu kılıyor. Özellikle de emekçi sınıfları hızla yoksullaştıran ve eşitsizlikleri derinleştiren böyle bir kriz ortamında. Bunun için öncelikli gereken her şeyden önce bağımsız bir siyasal hat üzerinde yürüyebilmektir.
2019’da tekrarlanan İBB seçimlerinde “İstanbul Seninle Kazanacak” diyerek İmamoğlu’nun otobüsüne binenler sahada onun için aktif bir seçim çalışması yaparken, rollerini CHP’nin ve İmamoğlu’nun “söyleyemediklerini söylemek” ve “yapamadıklarını yapmak” olarak tarifliyordu. Yani bir anlamda sol kendisini Ekrem İmamoğlu’nun eksiklerini tamamlayan bir puzzle parçasına dönüştürmüştü.
Elbette, bu yapılırken uzlaşmaz bir edayla “halkın bağımsız çıkarları”na da şöyle bir değiniliyordu; fakat İmamoğlu gibi bir figüre verilen açık destekten sonra bunun pek anlamı kalmıyor. Şöyle düşünülüyordu elbette: Ortada zorbaca bir iktidar var ve halkın iradesi gasp ediliyor. Buna karşı ses çıkarmak gerekmez mi? Elbette gerekiyor. Hata burjuva düzenin aktörleriyle ayrımların bulanıklaştırılması ve karşısında mücadele edilen sistemin, İmamoğlu şahsiyetinde, tam da AKP’den sonra hayal edilen sistemin ihtiyacına hitap eden bir figürün bulunduğunun unutulmasında başlıyor.
Sol reformizm, hemen her tarihsel dönemeçte değişimi en kolay, en kısa vadede ve en zahmetsiz bir şekilde yakalama uyanıklığıyla hareket etmekle maluldur. Fiziki zayıflık, kendi özgücüne güven eksikliği ve ideolojik açmazlar bu eğilimi beslemeyi sürdürüyor.
Neticede tarihi değiştirmeye aday, Lenin’in deyimiyle bir “savaş aygıtı” yaratmak uzun erimli, bitmek tükenmek bilmeyen çabaların, zorlukları göğüslemenin bir çıktısı olabilir. Örgütsel inşa sürecinin olmazsa olmazı bu zorluklara karşı koyabilecek bir kadro ağının yaratılmasıdır. Örgütsel önderlik de böyle bir kadro ağını yaratabilmenin bir koşulu olarak kafa karışıklığına yer bırakmayacak bir ideolojik netliğe ve politik yol göstericiliğe sahip olmalıdır. Mevcut şaşkınlığa bakıldığında bu sol aktörlerin politik yol göstericilerinin kitlelerin kafalarında İmamoğlu’na dair oluşan yanılsamaları bertaraf edebilecek bir üç yıl geçirdiklerini söylemek imkansız. Aşağıdaki tweet belki de bunun güzel bir özeti olabilir. Birçokları üç yıl önce bindirildikleri otobüste basit birer yancı haline getirildiklerinin daha yeni farkına varıyorlar. Dolayısıyla kızıyorlar, alternatif arıyorlar; fakat kendilerine ışık tutanlar muhalefetten elleri titremeden oy verebilecekleri bir aday dilenebiliyor. Programatik fakirliğin ulaşabileceği en derin nokta bu olsa gerek.
kaldık mı yine biz bize,
gidip tip'e üye olcaz mecbur— selda tokat (@seldatokat) May 6, 2022
Her koşulda ehveni şere teslim olmakla, bayrağı bir anlığına bile olsa İmamoğlu gibi figürlere teslim etmekle idealini kurduğumuz dünyaya ulaşmak mümkün olsaydı; geçmişin bütün büyük devrimci önderleri bu yolu kullanmaktan bir saniye bile kaçınmazlardı. Örneğin, Lenin 1917 Nisanında Petersburg’a indiğinde Geçici Hükümet’le uzlaşmayı tercih edip toplumun o anki genel ruh haline uygun davranabilirdi. Zira bu onun için belki de en zahmetsiz seçenek olurdu ve partisinin büyük bir bölümü de Lenin’i o an için devrime ihanet etmekle suçlamazdı. Çarsız, Rasputinsiz, ortalama güdük bir burjuva liberalizmiyle yetinip ömrünün geri kalanını etliye sütlüye karışmadan geçirme fikrine yaslanır, rolünü “aşırı muhalefet”le sınırlayabilirdi. Aksine Ekim Devrimi başarılı olduysa sebebi Lenin’in iradi bir müdahale gerçekleştirip partiyi ve peşinden işçi sınıfının geniş katmanlarını bu uzlaşmacılıktan uzaklaştırmasıdır. Yani zahmetli ve engellerle dolu bir yolu seçmesidir. Bolşevikler bu şekilde iktidarı alma iradesini ortaya koydukları ölçüde diğer toplumsal katmanları da peşlerinden sürükleyebildiler.
Mevcut haliyle Türkiye’deki tablo bu çizginin tam tersini yansıtıyor. Solun geniş bir bölüğü düzen siyasetinin aktörlerinin peşinde sürüklenmekle meşgul. Daha önce birçok seçimde olduğu gibi bir kırılma noktası olarak görülen 2023 seçimlerine giderken de mücadelenin ekseni seçim hesaplarına kaydırılarak günün acil görevleri bir nevi beklemeye alınıyor. Ayakları havada kalan ve kitleler üzerinde dönüştürücü bir etki yaratmayı amaçlayan örgütsel bir pratiğin eşlik etmediği düzeni değiştirme söylemi kitlelerin yönlendiriciliğini eninde sonunda İmamoğlu gibi düzen unsurlarının kucağına bırakmaktan öteye geçemiyor.
Troçki ömrünün sonlarında yazdığı “Sınıf, Parti ve Önderlik” başlıklı makalede işçi sınıfının “tam bir iç yozlaşmaya uğramış, ama bu yozlaşmayı büyük olayların ortasında dile getirme fırsatını henüz bulamamış bir önderliğe” uzun süre katlanabileceğini ifade eder. İmamoğlu vakası bu açıdan bazı sol aktörler açısından ufak bir test oldu. Pek çoklarının bu testten geçemediğini gördük.
Elbette sosyalist aktörler bu politik yanlışlardan öğrenip yanlıştan dönebilir, bu sayede olgunlaşabilir. Ancak bu dönüş için başlangıç noktası oluşturabilecek bir özeleştiri sürecini daha çok beklememiz gerektiği ortada. Yapılan sadece İmamoğlu’na yönelik anlamsız bir kızgınlığı dile getirmek.
Vakti zamanında İmamoğlu’na “Herkese teşekkür etti ama mesela sosyalistler bir kere ağza alınmadı.” denilerek kızılıyordu, şimdi Alçı’yı otobüsüne aldığı ve kendisini eleştirenleri “akıllı olmaya” çağırdığı için… Hep kızılıyor, hep gönül konuluyor; ama hatalı politik işbirliklerinin özeleştirisinden ısrarla kaçınılıyor. Böyle bir solun kitlelere inandırıcı gelmesi de somut bir alternatif olarak öne çıkabilmesi de mümkün değil. Sol aktörler, 2019’da İmamoğlu’na açık destek vererek, kitleler karşısında, onun atacağı bütün adımların sorumluluğuna da ortak olmuşlardır. Burada belki de en son eleştirilmesi gereken İmamoğlu’nun kendisidir. O, dün neyse bugün de odur. Eleştirilmesi gereken bu hataya bile bile lades diyenlerdir.
*Sosyalist solun 23 Haziran 2019’da tekrarlanan İBB seçimlerinde aldığı tutuma dair örnekler için bu habere bakılabilir.
https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/06/18/sosyalistler-23-haziranda-ne-yapacak