Kayyum, Seçim, Sokak… V. U. Arslan
Hemen her gün çok çarpıcı sokak röportajlarıyla karşılaşıyoruz. AKP’ye ateş püsküren emekçiler, gençler, kadınlar, yaşlılar, her türden sahici insan… Pekala, yabancı bir gözlemci milyonlarca kez izlenen bu röportajlara bakarak Türkiye’de sosyal patlamanın eli kulağında olduğunu söyleyebilir.
Türkiye’de bu saatten sonra her türlü gelişme ihtimal dahilinde ama ana senaryonun sosyal patlama olduğunu söyleyemeyiz. Kitleler örgütsüz. Sokağa yön verecek bir gücün eksikliğini sıradan insanlar da gayet biliyor ve hissediyor. Üstelik bir yandan iktidar korkutuyor, diğer yandan burjuva muhalefet korkutuyor. Neticede kitlelerde “sandıkta görüşürüz” havası var.
İşte burada büyük bir risk bulunuyor. Zira tüm dünyada burjuva sistemler kriz içerisinde. Olağan burjuva rejimlerin zeminleri bütün dünyada giderek inceliyor. Türkiye’de biz bu eğilimi çok daha sert bir şekilde yaşıyoruz. Erdoğan rejimi de bunun bir ürünü. AKP-MHP bloğunun anayasal seçim süreçlerine itibar edeceğine bel bağlamak oldukça tehlikelidir. Burjuva muhalefetin ve birçok yorumcunun sokağı ve fiili mücadeleyi kötülemesi bu tehlikeyi büyütmektedir.
Seçimlere Bel Bağlamak
Türkiye’deki ekonomik krizin halkı nasıl vurduğunu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Zaten hepimiz gündelik yaşamımızda bunu şiddetle hissediyoruz. Ve bu sıkıntılar, önümüzdeki aylarda daha da artacak. Sadece hayat pahalılığı değil, ekonomik faaliyetin iyiden iyiye yavaşlamasıyla iflasların ve işsizliğin büyük bir tırmanış içerisine gireceği ortada.
Bu şartlar altında AKP-MHP bloğunun seçim kazanması giderek ümitsiz bir hale bürünüyor. Sorun yokmuş ya da küçükmüş gibi söylemlerle algıları yönetmeye çalışsalar da Erdoğan da gayet iyi biliyor ki sıkıntı büyüyor, şikayetler artıyor. Ekonomik kriz önümüzdeki aylarda can yakmayı sürdürecek ve AKP oy tabanının erimesi sürecek.
Bu eğilimler AKP karşıtlarına moral verse de kafaları meşgul eden asıl mesele, AKP’nin seçim yaptırıp yaptırmayacağı ya da seçim sonuçlarını tanıyıp tanımayacağı ile ilgili. Haliyle AKP karşıtı geniş kesimlerde ve özellikle sol tabanda yaygın bir endişe hakim.
Bu endişeler son olarak İBB’ye kayyum atanacağı iddialarıyla iyice arttı. AKP’nin CHP’li belediyelere yüklenmeye hazırlandığı zaten biliniyor. Sağlam bir kuşatmanın başlayacağı aşikar, ama işi kayyum noktasına varır mı, orası belirsiz. “O kadar da ileri gidemezler” diye iyimser varsayımlarda bulunanlar da aslında gönül ferahlığıyla bu yorumları yapmıyorlar.
Zira AKP’nin tek amacının iktidarda kalmak olduğu kimse için sır değil. Bu yüzden de bir takım olağanüstülüklere bel bağlamaları kimseyi şaşırtmayacaktır, çünkü olağan yollarla iktidarda kalma ümitleri giderek tükeniyor.
İşte bu yüzden eğer gerekli direnç ve kararlılık gösterilmezse AKP, İstanbul’a kayyum atamak ya da bir başka olağanüstülük yaratmak için cesaretlenecektir. Hal böyleyken sadece CHP çevresinden değil, farklı farklı kesimler tarafından çokça dillendirilen “İBB’ye kayyum atanması İmamoğlu’na yarar” iddiası gerçekten akıllara zarardır. Neymiş kayyum sonrası İmamoğlu doğal cumhurbaşkanı adayı olurmuş, popülerliği artarmış, RTE kendi ayağına sıkarmış…
Bu arkadaşlar İstanbul belediyesine kayyum atanmasının Türkiye’de seçimli siyasetin bitmesi anlamına geldiğini idrak edemiyorlar belli ki. O saatten sonra “İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına izin verilir mi”, “o seçim yapılır mı”, yapılsa da “sonuçlar ısmarlama olmaz mı” gibi koca koca sorular karşımızda duruyor.
CHP ise kayyum ve diğer tehditler karşısında sert ve dirençli duracağına alttan alıyor, asla sokağa çıkmayacaklarını vurguluyor, tuzaktan dem vuruyor, parti mitinglerini iptal ediyor… Bugün en temel demokratik hakları kullanmaktan imtina edenler, AKP karşısında bu hakları savunmayanlar, yarın daha büyük ödünler vermeye zorlanacaklar. Bugün protesto hakkını feda edersiniz, yarın İBB’ye kayyum atarlar, ertesi gün HalkTv gibi muhalif kanalların lisansını iptal ederler, sonraki gün hakkında fezlekeler olan CHP’li vekiller tutuklanır. Sonra sıra Kılıçdaroğlu’na gelir… Hal böyleyken sokağı tukaka ilan etmek, AKP’nin ekmeğine yağ sürmek anlamına geliyor. Bugün mitinglerinizi iptal edersiniz, yarın esnaf ziyaretlerinize müdahale ederler. Geri adımın sonu yok.
CHP’den beklenti içerisinde olduğumuzdan değil. Onlar yumuşak yumuşak sandıktan çıkacak, emekçi eylemlerle radikalleşmediği, Derviş-Babacan doğrultulu burjuva normalleşme peşindeler. Asıl uyarmaya çalıştığımız CHP’nin korkuttuğu AKP karşıtı kesimlerdir. Eğer AKP 20 yıldır dindar bir nesil ve muhafazakar bir Türkiye yaratamadıysa, eğer bugün adım adım eriyorsa bu, toplumsal muhalefetin direnci sayesinde mümkün olmuştur. AKP 20 yılda ülkeyi istediği biçime sokamadıysa bunda aslan payı sokak mücadelesinindir. Metin Lokumcu’dan Gezi direnişçilerine, Tekel işçilerinden kadınlara, ODTÜ’den Boğaziçi’ne ve Kaz Dağları’na Kürtlerden Alevi direncine kadar toplumsal muhalefetin direnci AKP diktatörlüğünü durdurmuştur. Ama mücadele bir sonuca ulaşmış değil. Bugün “aman sokaktan uzak duralım” diyen CHP ve o kafadaki yorumcular, bütün bu mücadele birikimini riske atmaktadır. Unutulmamalıdır ki CHP’nin övündüğü o Adalet Yürüyüşü de epey güçlü bir sokak eylemiydi.
Emek Radikalizmi Anahtardır
Sormak gerekiyor, eğer seçim gecesi AKP bir “seçim darbesi” yaparsa yine mi sokağa çıkılmayacak! CHP ve medyadaki akıl hocaları bu sefer de YSK’ya başvurup halkı da Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kullanmaya mı çağıracak!
Toplumsal muhalefet AKP karşısında dik durmaz ve direnişe hazır olmazsa bütün her şeyi riske etmiş olur. Şimdiden bütün planlarını seçim hesaplarına göre yapan sosyalist sol da fiili mücadeleye ve örgütlülüğe yaslanmadığı oranda CHP ile aynı platformda buluşmuş oluyor. KESK, DİSK, TMMOB, TTB gibi kitle örgütleri ekonomik kriz karşısında kontrollü eylemler, mitingler ve etkili kampanyalar yürütebilirler. Buna şiddetle ihtiyaç var. Ama buna karşılık gelen bir mücadeleyi bu emek örgütlerinde asla göremiyoruz. Oysa Sol Parti ya da HDP sözcüleri CHP karşısında sokağı övüyorlar ama koltuklarında oturdukları sendikal bürokrasinin sokağın gereklerini yaptıklarına asla şahit olmadık. Aksine tam da bu hassas dönemde kendi aralarında kavgalı bir görüntü çizip derli toplu bir miting düzenlemekten aciz durumdalar. CHP’den çok bir beklentimiz olamaz, ama sınıf mücadelesinin merkezini kaplayan emek örgütlerinin durumu çok farklı olmalıdır. Ama durum içler acısı.
Şunu biliyoruz eğer 2001’deki gibi esnafı, işsizi, işçisi krizden ötürü iktidarı protesto etmeye başlarsa AKP’nin yapacağı hiçbir şey kalmaz. Üstelik bu durumda AKP sonrası için de emekçi sınıflar çok büyük mevziler kazanmış olur. AKP’den kurtulmak konusunda sınıf mücadelesinin oynadığı rol, ülke tarihine geçer kuşakların hafızasına kazınır. İşte verilmesi gereken mücadele budur.
Devrimcilerin görevi kent yoksullarındaki sınıfsal hoşnutsuzluğun protestolara dönüşmesini sağlamaktır. Bunun dışında emek örgütlerinin tabanında sendikal bürokrasiyi sıkıştıran bir faaliyet içerisinde olmak son derece önemli. Ve büyük mücadelelere hazır olmak için gençlik ve işçiler arasında Marksist kadrolar yetiştirmeliyiz.