COP26 Vesilesiyle: Kaybedecek Zamanımız Var mı?
Glasgow’da düzenlenen BM İklim Değişikliği Zirvesi (COP26) iklim değişikliğinin oldukça önemli bir başlık haline geldiği şu günlerde krizin çözümüne dair önemli adımların atılacağı bir dönemeç olarak tarihteki yerini alabilir.
Şaka şaka… Daha önce 25 kez düzenlenen ve bir arpa boyu yol alamamış bu buluşmaların bir çözüm olabileceğini düşünmek bir yana, artık bunun kapitalizmin “greenwashing” (yeşile boyama olarak okunabilir) faaliyetlerinin bir parçası olduğu ortada. Şu aşamada burjuva politikacılar, büyük çok uluslu şirketler, sermaye ile içli dışlı “yeşil” sivil toplum örgütleri, çevreciler, akademisyenler bir araya gelip en fazla yerkürenin felakete ne kadar yakın olduğu konusunda ortaklaşacak ve zirvenin ardından evli evine köylü köyüne dönerek felakete yürüme konusunda kaldığı yerden devam edecektir.
Artık ne kadar felaketin veya geceyarısının eşiğinde olduğumuzu anlatmanın bir faydası yok. Kapitalizm de bunun farkında ve bu gerçeği dile getirmekten kaçınmıyor. Ancak esas noktayı çok az insan dile getiriyor: Kapitalizm var olduğu sürece iklim krizi, ekolojik yıkım vs… Adını ne koyarsak koyalım bu sorun çözülebilir mi?
Son BM İklim Değişikliği Raporu dünyanın koşar adım 2100 yılında sanayi devrimi öncesine göre 2,7 °C’lik bir sıcaklık artışına doğru ilerlediğini ortaya koyuyor. Yani Paris İklim Anlaşması’ndan bu yana sıcaklık artışını 2 °C veya olursa 1,5 °C ile sınırlandırma hedefi şimdiden mazide kalmış vaziyette. COP26 ise amaçlarından birini küresel ısınmayı 1,5 °C ile sınırlandırma hedefine yönelik çalışmaların başlaması olarak ilan etmişti. Yani olur da dünyanın vadesi yeterse çalışmalar başlayacak!
Aslında bu ve benzeri zirveler kapitalistler için bir sonuç üretmekten ziyade varlıklarıyla önemli bir iş görüyor. Hem değindiğimiz gibi greenwashing için alan açılıyor hem de milyarlarca insan gerçekten bu soruna bir çözüm aranıyormuş izlenimiyle oyalanıyor. Örneğin, organizatörler Shell, BP gibi dev petrol şirketlerinin zirveye sponsor olmasını reddederken; Unilever, Hitachi, Microsoft gibi firmalar sponsor olabiliyor. Elbette örneğin Unilever’in palm yağının üretim aşamalarında sorumlusu olduğu orman katliamları, çocuk emeği sömürüsü gibi konular gözardı edilebiliyor.
Veya kapitalistler zirveye büyük anlamlar atfederek çevreci nutuklar atarken, perde arkasında dünyanın en büyük finans kuruluşları yüzlerce milyar doları fosil yakıt yatırımlarına akıtarak devasa karlar elde edebiliyor. Halihazırda mevcut düzen parasını ödediğiniz müddetçe doğayı kirletebileceğiniz karbon kredisi türünden mekanizmalarla zaten “çevreciliğin” daniskasını yapıyor! “Net sıfır emisyon” ifadesinin kendisi bile başlı başına kapitalizmin bu işi suya sabuna dokunmadan “çözmek” istediğinin bir göstergesidir. Amaçlanan çözümden öte kapitalizmin sınırsız büyüme iştahının sürdürülebilir kılınmasıdır! Bu ise ancak emeğin ve doğanın sınırsız birer kaynakmışçasına sömürüsüyle mümkün olabilir. Dünya ekonomisinin her yıl daha da genişlemesine paralel olarak işsizliğin, yoksulluğun, gelir dağılımındaki adaletsizliğin, sınıfsal eşitsizliklerin, ekolojik çöküşün daha da büyümesinin sırrı da burada yatmaktadır.
COP26’da buluşan zevatın üzerini örtmek istediği de budur.
Görmek isteyenler için geceyarısına ne kadar yakın olduğumuzun işaret fişekleri her zamankinden daha yaygın: Pandemi, daha önce benzerleriyle çok az karşılaşılan doğal afetler, nefes dahi almanın imkansız hale geldiği kentler, soyları giderek daha geniş çapta tükenen türler, yaygın kuraklık ve buna bağlı olarak ortaya çıkan gıda yetersizliği… İnsanlık mevcut şartlarla devam edilmesi halinde bugünlerini de mumla arayacaktır.
Çözüm var mı? Elbette insanın olduğu her yerde bir umut ışığını aramak zorundayız. Geceyarısını aydınlatmanın yolu karanlığı doğuran kapitalizmi sorgulamaktan geçiyor. Gezegenin her gün daha geniş çapta tüketilmesinin önüne sistemin dişlilerini durdurarak dikilmek gerekiyor. İnsanlık kaynakların bir avuç asalağın sınırsız zenginleşmesi için talan edildiği bu düzenin yerine doğa ile uyumlu ve zenginliğin tüm insanlıkça adil ve eşit bir şekilde bölüşüldüğü sosyalist bir dünyayı inşa edebilir. Kapitalizmin böyle bir alternatifi var, ama unutmayalım ki başka bir dünya da yok, kaybedecek zamanımız da!