İkinci Bir Gezi mi? – Derya Koca
Geçen hafta “Boğaziçi Hepimize İlham Olsun” demiştik. Coşkusu ve cüreti ile binlerce gencin bir araya gelmesi Erdoğan’ı ve iktidarını çok korkutmuştu. En büyük korkularından birini de böylece açık etmiş oldular: İkinci bir Gezi.
Eylem yasakları devreye sokuldu; buna rağmen öğrenciler yürüyüşlerine devam etti.
Öğrencilerin evleri uzun namlulu silahlarla basıldı; bilindik “terör” masalı yine okundu. Neticede kamuoyunun büyük desteği, öğrencilerin haklılığının büyüklüğü ve suçlamaların temelsizliği nedeniyle tüm öğrenciler serbest bırakıldı.
Erdoğan’ın Gezi korkusu elbette anlaşılır. Gezi, bu ülkenin en büyük halk itirazıydı.
Peki, bu ülkede adaletsizliklerden, tek adamcılıktan, kayırmacılıktan, her gün yoksullaşmaktan, geleceksizlikten bıkan milyonları bırakalım; biz ikinci bir Gezi istiyor muyuz?
Ben kendi adıma, Gezi’nin bir benzerini istemiyorum.
Neden mi?
Gezi ne istemediğini iyi ifade ediyordu: en genel anlamıyla otoriterleşmeye karşı özgürlük istiyordu. Ancak bunu nasıl başaracağına dair bir yöntemi, programı yoktu, örgütsüzdü ve dağınıktı. Oysa bir toplumu değiştirmek için, tepki göstermekten fazlasına ihtiyaç var. İstemediklerinin yerine ne koyması gerektiğini bilmesi gereken ve kafası bu konuda netleşmiş; kendi siyasal cazibesini topluma kabul ettirmiş olması gerekir. Her şeyden önemlisi de yaşam tarzı merkezli değil, toplumsal sorunlar merkezli hareket ederek “karşı mahalleye” de hitap edebilmesi gerekir.
Gezi belki görkemliydi ama siyasi açıdan zayıftı. Toplumsal denklemleri değiştirmeye yetecek siyasi içeriğe sahip değildi. Bir protesto hareketiydi. Toplumsal kutuplaşmayı aşamadığı oranda da enerjisinin zirve noktasından sonra sönümlenerek (zalim bir polis şiddeti eşliğinde) evine geri döndü.
Nasıl Olacak Bu İşler?
AKP’yi ve onun kurulu düzenini değiştirmek istiyorsak var olan toplumsal dengelerin değişmesi lazım. Bundan neyi kast ediyorum biraz daha açayım: Yoksul, taşeron işçisi, güvencesiz, ay sonunu getiremeyen, çocuğu işsiz, mutsuz, insan yerine konulmayan, yarınını düşünmeden bugün tek adım atamayan on milyonlar var! Genç yaşlı, kadın erkek… Her kesime bir dokun bin ah işit!
Türkiye devasa bir yoksullar ülkesi! Her şeyin başına bunu yazalım!
O yoksulluğun üzerinden yükselen bir rejim var.
Alınterinin, yoksullaşmanın gündem edilmediği zaman suni gündemler, yoksulların arasına Çin Seddi çekmek için bol bol malzeme veriyor.
Yürüyeceksek emekçilerin derdi ile dertlenen, işçinin yarınını düşünen bir siyasal anlayışla yürüyelim. Gebze’de çok değil iki-üç bin işçi öfke ile sokağa indiğinde İstanbul’un varoşlarından ses yükseldiğinde işin rengi değişmiş demektir.
Bir defa emekçiler yürüdüğünde halkın çıkarlarının hiç de iktidarın çıkarları ile aynı olmadığı görünür hale gelir.
Yoksullar ses çıkardığında yaşam tarzıymış, inançmış, kültürel ayrışmalarmış bunlar halkı bölmek için kullanılamaz. Geçinemeyen insan, kendisinden olanı iyi bilir. Terörist yaftası yapıştırmak yemez.
Öğrencinin sokağa çıkması ile emekçinin sokağa çıkması aynı şey değildir.
İşçi sokağa çıktığında, şalteri indirdiğinde, öğretmen derse girmediğinde, kargo işçisi artık yetti dediğinde, otobüs şoförü kontak kapattığında, banka emekçisi masaya yumruğunu vurduğunda; mühendis, memur, sağlık emekçisi durduğunda hayat durur. Hiçbir protesto hareketinin elinde bu türden bir güç yoktur. Bu güç sadece emekçilerin elindedir. Grevler, kitlesel mücadeleler; bu mücadelelerin içinden çıkmış doğal liderler… Bir ülke böyle değişir.
Ne zaman “biri bizi kurtarsın” diye bekleyen insanlar tarihi değiştirmiş?
Görülmüş şey değil.
Ama emekçilerin birleştiğinde nice iktidarlar yıktığına, nice saldırı püskürttüğüne tarih şahittir. Çünkü o güç sadece zaten muhalif olana hitap etmez. İktidara oy veren emekçiye de el uzatır. Ülkedeki ayrışmayı alnının teriyle geçinenler ve haramzadeler olarak yeniden kurmaya yarar.
İşte o zaman toplumda hakikatli bir değişim ihtimali olur. Ama unutmamak lazım: Bu ihtimali kalıcı bir başarıya çevirmek için emekçilerin sesini yükseltecek bir siyasal alternatife (ki bu derdi kendisine amaç edinen sadece sosyalistler vardır) ihtiyaç var.
Yani diyeceğim o ki kolay yoldan değişim; hazırdan iyi bir gelecek yok.
Ama iyi bir gelecek isteyene işte yürünecek yol.
Kısa yoldan sandık hesaplarıyla bir ülkenin gelecek kazanmasının örneği tarihte yoktur.