2020: Türkiye’nin İnsan Hakları Karnesi – B. Defne Erten
Geç kapitalistleşmiş ülkelerin içinde barındırdığı yapısal çelişkilerin güzel bir temsili olan Türkiye hiçbir zaman o öykünülen burjuva demokrasileri gibi olamadı, keza olamaz da. Türkiye’de ekonomik ve toplumsal çelişkiler büyük ve derin. Ekonomik kriz ve pandemi gibi olağanüstü dönemlerde ise bu çelişkiler daha da açık hale geliyor. Türkiye’nin güdük burjuvazisi ise toplumsal çelişkileri görünmez kılmak konusunda hayli başarısız. Durum böyle olunca ortaya her anlamda uçlara savrulan bir tablo çıkıyor. Demokrasi, insan hakları gibi konular da bunlardan biri. AKP’nin iktidara gelirken dilinden düşürmediği bu kavramlar -ki dönemin aydınları için de pek cazibeliydi bu tutum- kriz koşullarında buruşturulup atılan müsvedde kağıdına dönüşüyor.
Erdoğan’ın normalleşme çağrısının üzerinden daha bir ay bile geçmedi. Elbette bu çağrıya kulak verenler, medet umanlar oldu. Ama bu normalleşme çağrısının gerçekliğini görmek için çok gerilere gitmeye gerek yok. 2020 yılında yaşanan insan hakları ihlallerine şöyle bir göz atmak yeterli olacaktır. DW Türkçe Muhabiri Pelin Ünker, Türkiye’de yalnızca 2020 yılında yaşanan insan hakları ihlallerini bir kolaj niteliğinde tek haberde birleştirmiş. Ölüm oruçları, kadın cinayetleri, katillerin salıverilmesi, HDP ve Kürt halkı üzerindeki baskılar, Demirtaş’ın tutukluluğu, son dönemde gündeme gelen çıplak arama tartışmaları… Türkiye, “normal” bir ülkenin bir yıllık gündemini yalnızca bir haftada yaşıyor.
2020 senesine pandemi ile başladık, artık tam bir yıl oluyor. Nisan ayında Covid-19 sebebiyle gelen infaz affının ardından 90 hükümlü tahliye edildi.
- Tahliye edilen grupların arasında Alaattin Çakıcı gibi suç makineleri bulunurken siyasi tutuklular, gazeteciler tahliye kapsamı dışında bırakıldı. Çakıcı’nın tahliyesi Erdoğan’dan Bahçeli’ye gönderilen bir teşekkür mesajı mahiyetindeydi.*
- Cezaevlerinden çıkan şiddet failleri yarım bıraktıkları işleri tamamlamak adına gidip kadınları öldürdüler. Şiddet gören kadınlara, faillerin cezaevlerinden salıverildiğinin bilgisinin verilmediği ortaya çıktı.
- 27 Nisan’da, göçmen tekstil işçisi Ali El Hemdan, Adana’da polis tarafından göğsünden vurularak öldürüldü. Hemdan’ın ailesi avukatsız kaldı. İçişleri Bakanlığı yalnızca bir kınama yayınlamakla yetindi.
- 18 yaşındaki İpek Er’i alıkoyarak günlerce cinsel saldırıda bulunan tecavüzcü Uzman Çavuş Musa Orhan tahliye edildi. İpek Er intihar ederek yaşamına son verdi.
- Çıplak arama tartışmalarının gündeme gelmesinin ardından Gergerlioğlu, Süleyman Soylu tarafından “fetöcü” ilan edildi.
- Aleyna Çakır’ın ölümünün baş şüphelisi Ümitcan Uygun soruşturmada şüpheli listesinde bile değil, cezasızlığın verdiği cesaretle, tutukluluğu isteyenleri tehdit etmekten geri durmadı.
- Diyarbakır’da 2017’deki Nevruz kutlamasına giderken polis kurşunuyla öldürülen Kemal Kurkut davasında polis memuru Y.Ş. beraat etti.
- Eylül ayından Van’da helikopterden atılan köylülerin haberini yapan Mezopotamya Ajansı muhabirleri Adnan Bilen ve Cemil Uğur ile Jinnews muhabiri Şehriban Abi ve gazeteci Nazan Sala 9 Ekim’de tutuklandı. Helikopterden atılan köylülerden biri olan Servet Turgut hayatını kaybetti.
- 4 yılı aşkın süredir cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu AİHM kararına rağmen hala devam ediyor.
- Kasım ayında özellikle Diyarbakır’da gerçekleştirilen operasyonlarla onlarca öğretmen, avukat, doktor gözaltına alındı.
Bu haberler, maalesef ki 2020 yılında yaşanan utanç tablosunun yalnızca küçük bir kısmı. Örnekleri uzatabilmek ne yazık ki çok kolay bu ülkede. Fakat bu noktada bizleri bir soru kucaklıyor: Böyle bir ülkede yaşamaya devam mı edeceğiz? Yoksa erken-geç demeden elimizi taşın altına koyup bu gerçekliği değiştirmek için mücadele mi edeceğiz? Tweet atmaktan gözaltına alınabildiğimiz bu ülkede artık “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek kabuğumuza çekilmek bir tercih değil. Çünkü o kabuğu kırıp başımızı ezmeye niyetli bir rejimde yaşıyoruz. Ya bu olaylar hiç yaşanmıyormuş gibi davranıp hayatımıza devam edeceğiz ya da ses çıkaracağız. Pandemi koşulları ile hayatımızın egemenler için ne kadar değersiz olduğunu daha net anladığımız bu dönemde sorunun cevabı siyah ve beyaz kadar net. Türkiye koşulları bize gri olanı seçme şansı bırakmıyor.