Erdoğan’dan “Acı Reçete” Çıkışı: Yeni Bir Saldırı Dalgası Kapıda mı? – Emre Güntekin
“Yeni Türkiye” hayalleriyle çıkılan yolda yeniden 90’ların meşhur lügatına geri döndük. Erdoğan geçtiğimiz Salı günü grup toplantısında yaptığı konuşmada post-Damat dönemi ekonomi politikalarının nasıl işleyeceğine dair ipuçlarını şu sözlerle aktardı: “Yaşadığımız kritik dönemin ruhuna uygun şekilde, gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakarlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız.”
Acı reçete, acı ilaç… Bu kavramlar bizlere hiç de yabancı değil.
Türkiye’de burjuva cumhuriyetin ilanından bu yana döngüsel olarak emekçilerin ağzına acı ilacın tıkıldığını görebilmek mümkün. Özellikle 12 Eylül 1980 bunun emekçi sınıfların sosyal ve ekonomik haklarına yönelik ciddi bir sınıf taarruzu şeklinde gerçekleştirilmesinin adımıydı. Tabiri caizse ordu emekçilerin tepesine çökmüş, patronlar da siyasi temsilcisi Özal eliyle acı ilacı ağzımıza tıkamıştı. Bu ancak 70’li yılların büyük işçi sınıfı hareketinin ve örgütlülüklerinin ezilmesiyle mümkün olmuştu.
Yine benzeri şekilde kriz yıllarında 12 Eylül kadar hoyratça olmasa da sermayenin taarruzunun gerçekleştiği dönemeçlerden geçildi: Çiller-Karayalçın ortaklığıyla yaşama geçirilen 5 Nisan 1994 kararları ve 2001 krizi sonrası Kemal Derviş’in ekonominin dümenini eline almasıyla başlatılan neoliberal huruç harekatını sayabiliriz. Kemal Derviş’in siyasi ömrü belki bu programı layıkıyla uygulamaya yetmedi; ancak 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP, 18 yıldır bu programı “hakkını vererek” uygulamayı sürdürüyor.
Nedir bu programın özü: Kapsamlı ve geniş çaplı bir özelleştirme programının yaşama geçirilmesi; eğitim, sağlık gibi sosyal hakların piyasanın insafına terk edilmesi, çalışma yaşamında esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerinin kural haline getirilmesi, taşeronlaşma ve üretim süreçlerinin mikro parçalara ayrılarak işçi sınıfının atomize edilmesi ve örgütlülüğünün kırılması, tarımda küçük çiftçiliğin, şehirli küçük burjuvazinin büyük tekellere yem edilmesi… AKP’nin 18 yıllık iktidarı bir anlamda 12 Eylül sonrasında sınıfın yeniden uyanışıyla ve Türkiye’de burjuva rejimin kendi iç çatlakları nedeniyle yarıda kalan neoliberal programın harfiyen uygulandığı bir dönem oldu.
Acı reçete denilen şey de tam olarak budur. Kabaca özetlersek emekçinin kesesinden alıp, sermayeye vermek. Yoksulların belindeki kemeri son deliğine kadar sıkarken, sermayedarların semirmesi için elinden geleni yapmak…
Neden Acı Reçeteye Döndük?
Berat Albayrak’ın istifasıyla birlikte Türkiye ekonomisinin kara bir kışın ardından yeniden bahara yelken açacağını zanneden yorumlar hayli artış gösterdi. Merkez Bankası’na Naci Ağbal’ın getirilmesi, ardından Albayrak’tan boşalan koltuğun Lütfü Elvan’a teslim edilmesi ve piyasaya dağıtılan boncuklarla beraber Türk Lirası son bir haftada yaklaşık % 10’luk bir değer kazandı. Öte yandan son yıllarda rafa kaldırılan hukuk devleti, insan hakları gibi söylemler yeniden dile getirilmeye başlandı.
İktidarın Erdoğan, Elvan ve Ağbal’ın açıklamalarını bir bütün olarak ele aldığımızda ortaya çıkan tablo açık: Son birkaç yıldır faiz artışını engelleyen ve kuru düşük tutmak için rezervleri eritmeye dayanan yönetim biçiminin sonuna gelindi. Özel sektörün yüksek döviz borçluluğu, yüksek cari açık ve yüksek kur bileşimi artık sürdürülebilir olmaktan çıktı.
Her üçü de bir süredir Türkiye’den uzak duran yabancı yatırımcıyı süslü sözlerle yeniden Türkiye’ye çekmeye çabalıyor. Tüm beklentiler 19 Kasım’da yapılacak PPK toplantısında ciddi bir faiz artışının gerçekleştirileceği yönünde. Bu yeni ekonomi yönetiminin ilk ciddi testi olacak. Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuç” tezinin yeni ekonomi yönetiminin de parolası olup olmayacağı o gün az çok netleşecek. Ancak olası bir faiz artışı ekonomideki yangını durdurmak için yeterli olur mu? Belki geçici bir süre TL’yi döviz kuru ataklarına karşı daha korunaklı hale getirir.
Peki ya sonrası?
Erdoğan’ın acı reçete çıkışından turbun büyüğünün heybede olduğunu düşünmek için çok fazla sebep var. Birincisi krizden çıkışın yolunu iktidar ve sermaye yine eninde sonunda kapsamlı bir sınıf taarruzunda arayacaklar. Yani yeni vergilerle, zamlarla, ücretlerin erimesiyle şekillenecek bir kemer sıkma politikası. Bir süredir iktidarın ve sermayenin gündeminde yer alan ve son olarak torba yasada kısmi olarak geçirilmeye çalışılıp tepkiler üzerine geri çekilen kıdem tazminatının ve emeklilik hakkının gasp edilmesi tekrar kapımızı çalacaktır.
Acı reçete dediğimiz şey kamu kaynaklarını talan eden ihale avcılarına, kriz ortamında karlarını büyüten Koçlara ve büyük sermaye gruplarına uygulanacak değil ya! Bu süreçte sermayeye bolca vergi affı göreceğimizden; sarayın hoyrat harcamalarının tam gaz devam edeceğinden, büyük projelerin taşeronları olan Cengizlere, Limaklara, Kolinlere yüklü garanti ödemelerinin aksatmadan yapılacağından şüpheniz olmasın.
İkincisi Erdoğan’ın hukuk reformu, insan hakları gibi söylemlerinden heyecana kapılan varsa sakinleşmesini tavsiye ederiz. Tek adam rejiminin alt sınıflardan gelebilecek olası tepkilere karşı ne kadar hoyrat olabileceğini görmek için Somalı madencilerin, Ordu’nun Ünye ilçesine bağlı Üçpınar köyünde köylerini maden şirketlerinin talanından korumak isteyen köylülerin direnişine yönelik saldırılara bakmak yeterli. Acı reçete uygulanacaksa, iktidar ayağına diken batsın istemeyecektir. Bunu yaşayarak göreceğiz. Şimdilik söyleyebileceğimiz tek şey bu saldırı dalgasını işçi sınıfı kol kola girmeden durduramaz! Emekçi sınıfların tüm katmanları tıpkı Somalı madenciler gibi hakları için inatçı bir mücadele yürütmeden bu kavgadan zaferle ayrılamaz!