İsrail’de Protestolar, Derin Çelişkiler – Derya Koca

İsrail’de Protestolar, Derin Çelişkiler – Derya Koca

İsrail’de bir süredir Netanyahu karşıtı eylemler gerçekleşiyor. Beşinci dönem başbakanlığına sıkıntılı başlayan Netanyahu, yolsuzluk davası, sokak gösterileri, Pandemi krizi ve ekonomik kriz arasında darlaşan bir tünelden geçmeye çalışıyor Siyonizmin bölgede saldırganlığını arttırdığı, Filistin devletini haritadan sonsuza dek silmeyi amaçlayan “Yüzyılın Anlaşması”nın devreye konulduğu ve Siyonizmin tarihsel anlamda Kudüs’ü ele geçirmiş olmak gibi bir projeyi başarıya ulaştırdığı böyle bir dönemde Netanyahu’nun yıldızının parlamasını beklenir. Ancak işler kendisi için o kadar da kolay değil.

Netanyahu karşıtı protestoların temelinde, Siyonizmin inşasının ülkenin iç koşullarında yarattığı çelişkiler var: kriz, otoriterleşme, yoksullaşma.  Netanyahu 2009’dan bu yana iktidarda ve son üç erken seçimde çoğunluğu elde edemedi.  Ortadoğu’nun savaş gemisinin dümeninde olanın, haliyle yolu otoriter devlet inşasından geçiyor. Sadece Netanyahu değil, Erdoğan da dahil olmak üzere birbirinden beslenen bütün sağcı iktidarlar aynı yolu takip ediyor: yargıyı ele geçirmek, medyayı satın almak, protestoları acımasızca bastırmak, büyük servetlere konmak, kendi destekçi çevrelerini bol bol zenginleştirmek…

Siyonist İsrail’de kitleler genel bir memnuniyetsizlik hali içinde. Sokak gösterileri Eylül itibariyle yeniden yükseliyor. Bu yazıda hem eylemlerin niteliğini hem de Netanyahu’nun krizini anlamaya çalışacağız. Ve varacağımız noktaya giden yolu en başta soru olarak soralım: ABD emperyalizminin jandarması İsrail’de, sokakların talep ettiği gibi bir demokrasi kurmak mümkün mü? Sosyalistler İsrail’deki kitle hareketlerine nasıl yaklaşmalı?

Bibi Krizde

İsrail, Siyonist projeyi tırmandırırken dayandığı düşman söylemi ve devamlı olarak savaşa dayalı motivasyon,  onu ekonominin kötü gidişatından ve Pandemi krizinden korumaya yetmedi. İlk karantinanın uygulandığı Mart ayından bu yana İsrail’de vakalar yeniden ciddi biçimde yükselişe geçti.

Karantina sonrası çoğunluğu esnaf olan ve işsiz kalan emekçilerden oluşan kitleler sokağa döküldü.  Çünkü seçimlerde vaat edilen yardım paketleri vaat düzeyinde kalmıştı.  İşsizlik, şubat ayındaki yüzde 3,5’ten yüzde 21’e yükselirken, Batı Şeria’da yüzde 25’ten yüzde 40’a yükseldi ve Gazze’de pandemiden önce bile yüzde 50’nin üzerine çıktı. Dolayısıyla Filistin halkının yaşadığı derin kriz, Tel Aviv’de ve Kudüs’te gördüklerimizden çok çok daha derin yaşanıyor.

Netanyahu krizin etkilerinden kurtulmak için çok hızlı şekilde karantina ve tedbirleri kaldırdı. Vaka sayısı, 3 Eylül günü 3 bini geçip tarihi bir zirve yaptığında ise yeniden karantina kararı alındı[1]. Bu, hiç de iyiye gitmeyen ekonomiyi iyice tepetaklak etmeye yetecek bir gelişme.

OECD ve İsrail Merkez Bankası, ekonominin ülke tarihindeki en keskin düşüş olan yüzde 6’nın gerçekleşeceğini öngörüyor.  Ağustos ayında resesyona giren İsrail’de bu trend devam ederse, GSYH bir önceki yıla kıyasla yüzde 28.7 düşecek. Elbette bu yoksullaşmadan en çok Filistinlilerin etkileneceği aşikar. Tüm dünyada kriz derinleşmeye devam ederken İsrail’in bundan bağışık kalması düşünülemezdi elbette ancak durum yargı ve devlet üzerinde tam otorite sağlama girişimlerinin yarattığı tepkisellikle birleştiğinden Bibi’nin siyasi kariyeri ciddi tehlike altında. Anketlerde de nisan ayında yüzde 56 olan başbakana güven duyma oranının yüzde 30’lara indiğine dikkat çekiliyor. 

Otoriterleşme

İsrail’de 2018 yılından bu yana devam eden hükümet krizi 17 Mayıs 2020’de 18 ay hükümetsiz kaldıktan Netanyahu ve rakibi Benny Gantz’la  kurduğu koalisyon neticesinde görece çözülmüştü. ‘Acil Birlik Hükümeti’ adı verilen sağ koalisyon anlaşmasına göre iki lider, dönüşümlü olarak başbakanlık yapacak. Seçimleri Netanyahu’nun Likud Parti’si %29.4 ile birinci, Mavi ve Beyaz ittifak  %26 ile ikinci tamamlamıştı. Yani koalisyon bile 120 sandalyelik parlamentoda çoğunluğu zor elde ediyor.

İç siyasette seküler ABD kökenli Yahudiler, Batılı liberal değerler ekseninde hareket edenler, köktenciler, iki devletli çözümden yana olanlar gibi (hepsi Siyonist olan ancak) farklı akslarda kesişen gerilimler mevcut. Dolayısıyla Netanyahu’nun tek adam olma sevdası, bu farklı eğilimlerdeki toplumsal kompozisyonun ittifak ve çıkarları uzlaştırmasına dayanmadığı ölçüde gerilime neden oluyor. Netanyahu’nun Ürdün’ü de alırız, Batı Şeria’ya da çökeriz, Hizbullah’ı da vururuz diyerek her bulduğu köşede havlaması iç siyasetin gerilimlerini tırmandırıyor.

Netanyahu, tek adam olma yolundaki hedeflerine ulaşmak için yargı ve polisle devamlı olarak kavga ediyor. Bu kavganın temelinde de kendisine yönelen yolsuzluk soruşturması var. Üç ayrı davadan yargılanan Netanyahu, İsrail tarihinde yargılanan ilk başbakan. Eğer suçlu bulunursa siyasetten düşebilir, hatta hapse bile girebilir. Bu süreci de “yargıyı ele geçiren küçük bir azınlık ülkeye solculuk dayatıyor” diyerek otoriterleşme kampanyasına harç yapıyor.  Beklentisi ise siyasi süreçlerle güçlenmek ve  bu davalardan yırtmak.

Bibi, iktidar ortağı Mavi Beyaz ittifak partisi ile kurduğu koalisyondan memnun değil. Bütçenin bile onaylanamadığı meclisten kurtulmak için mutlak çoğunluk olacağı yeni bir erken seçim istiyor. Kendi ikbali, şu an birinci önceliği. Bu da otoriterleşmenin dozunu arttırmasına neden oluyor.

Salgın, Netanyahu’nun olağanüstü yetki alması için bir bahaneye dönüşüyor: bir gece yarısı sadece 29’a 24 “çoğunluk” tarafından kabul edilen bir yasa çıkardı; kendisine bir haftaya kadar kısıtlama getirme yetkisi verdi. İsrail parlamentosunun hükümet üzerindeki kontrolün aşındırılması anlamına gelen yasayı Netanyahu, “ hükümet kararlarının uygulanmasını geciktirdiğini” söyleyerek ve Türkiye’in hiç de yabancı olmadığı sözlerle savundu: “Yasal kurallar bizi kısıtlıyor, her şeyin yasadan geçirilmesi inanılmaz.”

Netanyahu, klasik bir aşırı sağcı olarak Temmuz ayı boyunca yoğunlaşan ve geçtiğimiz hafta yeniden yükselen eylemleri  “solcu” ve hatta “anarşist” ilan etti. Hızını alamadı, kabine toplantısında protestoları “alevlendirdiği” ve polis şiddetini gösterdiği için medyaya “Hiçbir zaman bu kadar çarpık bir eylem olmadı – Sovyet tarzı demek istedim ama çoktan Kuzey Kore şartlarına ulaştı” diyerek yüklendi. Oysa sokaktakilerin çoğunluğu, kendi hükümet ortağından Netanyahu’nun yolsuzluk davasına ve otoriterleşmesine rağmen koalisyona katılmasına tepki olarak bölünmesinden sonra kurulan merkez/liberal Siyah Bayrak Hareketi. Ancak ona malzeme gerek. O yüzden abisi Trump’la aynı komünizm hayaleti söylemlerini kullanmak işine geliyor. 

Trump’la Netanyahu’nun yolları sadece sol düşmanlığında değil, varoluşsal olarak kesişiyor. Son günlerde bu iki aşırı sağcı lidere de çıkar sağlayacak olan BAE-İsrail anlaşması ve Bahreyn’le ortak bildiri gündemi kritik. Seçim isteyen Netanyahu, bu sözleşmeler ile bölgede Siyonizmin zaferini ilerleten ve Arap cephesini parçalamasını başaran “lider” olmuş oluyor. Aynı zamanda da “Arap normalleşmesi”nin AB ile ekonomik ilişkileri derinleştirmesine vesile olmasını umuyor. Seçim öncesi malzeme arayan Trump için de bu konu, İsrail’in ve Ortadoğu’nun hamiliği rolüyle bir başka başarısı olarak gündeme getiriliyor. Görüşmelerin akabinde Netanyahu, iç siyasete yönelik şu çok da ikna edici olmayan mesajları vermişti: “Bunun üzerinde uzun yıllardır çalıştık… Bu, İsrail tarihinde ve aynı zamanda Orta Doğu tarihinde büyük bir değişimdir.” ABD yönetimi, BAE ile varılan normalleşme anlaşmasının ardından İsrail’in “ilhak” planını askıya aldığını açıklarken, Netanyahu planın “hala masada olduğunu” söylemişti. İşin iç yüzünü ve Netanyahu’nun sert Siyonist saldırganlığın dozunu ne derece geri çekeceğini gelecek gösterecek.

İsrail Demokrasisi mi Dediniz?

İsrail yargısı, bu zamana kadar Gazze’de, Batı Şeria’da, Suriye’de, Irak’ta sayısız savaş ve insanlık suçu işleyen Netanyahu’yu yolsuzluktan yargılıyor. Üç ayrı davada yargılanan Netanyahu dolandırıcılıktan, rüşvetten ve görevi kötüye kullanmadan suçlu bulunursa yıllarca hapis yatabilir.  Bu nedenle mahkumiyetten kaçınmak için manevralar yaparken eriyen desteği genişletmek ve iktidarda kalmak için her şeyi yapacaktır. Bu, kendisini görevden almak için “sol kanat darbesi” başlatmakla suçladığı yargı ile topyekûn bir çatışmaya yol açmaya kadar uzanıyor. 

Ortadoğu’da Batılı bir refah ve “değer”le kurulan; ABD’nin bölgede sadece silahlı değil ideolojik jandarmalığını da yapan ve bu yolla dünyanın her yerinden yerleşimci toplayan İsrail toplumu çelişkilerle dolu.  Dünyanın en çok vegan restoranına ev sahipliği yapmakla övünen, Ortadoğu’da kitlesel tek Onur Yürüyüşü’nün düzenlendiği Tel Aviv, İsrail’in vitrini. Bu vitrinin arkasında ise kanlı bir savaş makinesi var. ABD, Arjantin, Eski Sovyet ülkeleri gibi farklı coğrafyalardan ve farklı eğilimlerden Yahudilerin yerleşimi ile gayrı meşru şekilde oluşturulan nüfusun siyasi eğilimleri arasında (neredeyse her birinin kendi Siyonist partisini kurduğu bir siyasi atmosferde) denge ve ittifaklar kurularak siyaset yürütülüyor. Batıcı, köktenci, kimlikçi, muhafazakar geniş bir Siyonizm yelpazesi…

Tel Aviv’de, ekonomik krizden bunalan kitlelerin sokağa çıkması ise işleri başka bir boyuta getiriyor. İşçiler için bir sosyal güvenliğin bulunmaması ve söz verilen sınırlı fonların bile dağıtılmamasına karşı kitlesel eylemler düzenlendi. Kara Bayrak hareketi tarafından düzenlenen eylemlerde koronavirüs vakalarındaki artış karşısında hükümetin başarısızlığı ve Batı Şeria’nın bazı kısımlarını ilhak etme planı üzerine sokaklar Netanyahu’nun istifasını talep etti. Eylemlere on binlerce kişi katıldı.  Hatta bu süreçte öğretmenler grev gerçekleştirdi. Sokaklarda her gün Filistinlilere işkence ve katliamla yapmakla meşgul olan İsrail polisi pek çok kez eylemcilere sert şekilde saldırdı. Temmuz’dan bu yana İsrail sokakları, sınıfsal çelişkilere ev sahipliği yapar hale geldi.

Demokrasi, otoriterleşme karşıtlığı vs. gibi taleplerin İsrail toplumunda yükselebilmesi için anti-Siyonist bir siyasi alternatife ihtiyaç var. Oysa şu an böyle bir gerçeklik söz konusu değil. Siyonist burjuvazi ile emekçilerin sınıf temelli ayrışmasına biz devrimciler hayırlı bir gelişme olarak yaklaşırız. Ancak şu an sokaklardaki tepkinin böyle bir kanala girebilmesinin siyasi zemini ne yazık ki bulunmuyor. Siyonist İsrail bir polis devletidir ve bu silahlar, kendisine Yahudi halkından gelse de Filistin halkından gelse de ezecektir. Yahudi halkının da celladı olan Siyonist devlete yöneltilecek taleplerin kendisi bile emperyalizmin karakolu olan İsrail devletinin yıkılmasını gerektirir. Şu an işsizlik, geleceksizlik ve salgın karşısında sokaklara çıkan kitlelerin ilerlemesi ancak anti-siyonist bir emekçi tonla mümkün olabilir. İsrail’de yaşayan Yahudi emekçilerin kriz karşısındaki tepkisi de demokrasi talep eden daha geniş kitlelerin talepleri de Siyonizm yıkılacak mı yıkılmayacak mı sorununa bağlıdır.

İlhak ve işgal üzerine kurulu polis devletinin altında gelişen bu çelişkiler içindeki Yahudi emekçilerinin yolu, Filistinli emekçilerin tarihsel mücadelesi ile birleşmek ve İsrail devletini yıkma programıyla billurlaşmak zorundadır. Aksi takdirde kitle hareketi, bu derin tarihsel çelişki ile baş başa kalacaktır ve değişen tek şey Siyonist liderin ismi olacaktır. Yahudi emekçilerin Siyonist projeden koparılması ve Filistin mücadelesini ile emekçilerin ve halkların birliği temelinde gerçekleştirmesi, Ortadoğu için tek gerçek ilerleme anlamına gelecektir.  Bu ilerleme Filistin topraklarında dincilik ve milliyetçiliğin yenilmesiyle de mümkün değildir. İran’ın molla rejimi, Lübnan’ın mezhepçi rejimi, Irak’ta işgal sonrası kurulan düzen… Hepsi birbirlerinden besleniyor ve Ortadoğu’yu topyekun bir cehennem haline getiriyor. Ortadoğu’da bu gerici güçlerin bitirilmesinin ve hem Yahudi hem Filistin  halkının da özgürce yaşayabilmesinin yolu bölgesel  çapta gelişecek bir sınıf mücadelesinden geçiyor. Sürekli Devrim programının enternasyonalist programı Ortadoğu halklarının tek kurtuluş yoludur.

[1] Karantinaya alınan bölgelerin başında Ortodoks fanatik Siyonistlerin yaşadığı bölgeler ile kalabalık düğünlerin yapıldığı Arap mahalleleri yer alıyor. Ortodokslar, büyük dini törenler nedeniyle virüsün hızlı biçimde yayılmasına neden oluyor. Netanyahu’nun aşırı sağcı iktidarının hoş tutmaya baktığı bu taban, ibadet yasaklarına çok sert tepki gösterdi. Aşırı sağ Birleşik Tevrat Yahudilik partisi başkanı, aynı zamanda işgalci Yahudi yerleşimlerini yöneten İnşaat ve Konut Bakanı ve Netanyahu’nun müttefiki olan Yaakov Litzman, pazar günü gerçekleşecek olan sokağa çıkma yasağını “her kesimden yüz binlerce Yahudinin sinagoglarda dua etmesini önleyeceğini” sözleriyle protesto ederek hükümetten istifa etti. Kudüs’te, yüksek enfeksiyon oranlarına sahip üç mahallenin yerel olarak kapatılmasına ve diğer dört kasaba ve şehirdeki yerel tecritlere karşı protestolar sırasında yüzlerce ultra Ortodoks fanatikler polisle çatıştı. Yolları kapatan, polisle çatışan, polis barikatlarını yıkan fanatiklerden 10’u tutuklandı. Benzeri tartışmalar, ilk Pandemi tedbirleri kapsamında, Ukrayna Yahudilerinin  hac seyahatlerinin kısıtlanmasının ardından ülkeyi uzun süre meşgul etmişti.

 

KATEGORİLER