Şiddete Karşı Sözleşme Yetmez: Taleplerimiz Var! – Derya Koca

Şiddete Karşı Sözleşme Yetmez: Taleplerimiz Var! – Derya Koca

AKP, kadına yönelik şiddeti önce yangın haline getirdi, şimdi de bu ateşe odun atıyor.

Pınar Gültekin’in katledilmesinin ardından ülkede yeniden büyük bir infiale sebep olan kadın cinayetlerinde Türkiye rekora koşuyor.

Son iki günde 10’dan fazla kadın katledildi. Bu yazı yazıldığı sırada yeni cinayet haberleri gelmeye devam ediyor.

İsyan etmemek mümkün değil!

Bu vaka patlaması, İstanbul Sözleşmesi‘nin yürürlüğe girmesinin yıldönümünde; AKP’nin”sözleşmeden geri çekilebiliriz” kampanyasını yürüttüğü günlerin tam ortasında meydana geliyor.

Aynı günlerde ülke, rekor işsizlik rakamları ve pandemi başladığından bu yana daha da tırmanan şiddet sarmalının ortasında kadınları daha da dibe çekiyor. Şiddetin patlama yapması tesadüf değil.

İstanbul Sözleşmesi, Erdoğan’ın İslamcı toplum yaratma hırslarının ve kadın düşmanlığının sonucu olarak kaldırılmak isteniyor.

İmzalandığı 2011 yılında ise aynı Erdoğan, devletin ve iktidarın tek hakimi olabilmek adına liberalizmin sularında yüzerek mevzilere konuşlanıyordu. Gün değişti, AKP bir seçim partisi olmaktan çıkıp bir rejim projesine dönüştü. Sözleşme ayak bağı haline geldi: tarikatların, gerici fanatik bir avuç azınlığın çıkarlarıyla iktidarda kalma projesi örtüşür oldu. Elindeki sınırsız yargı ve yasama gücünü toplumda karşılığı olmayan baskıcı dönüşümleri gerçekleştirmek için kullanan Erdoğan, kadınlar için gün gün cehennem yarattı.

Yargı ve polis, İstanbul Sözleşmesi’nin hükümlerini uygulamayı bırakalım, en temel “can güvenliğini sağlama” görevini bile yerine getirmiyor.

Çünkü Eroğan rejimi, aile kurumunun muhafazakar toplumdaki kafes görevini dayatıyor. Aile “dağılmasın” kadınlar bağımsız hayat kurmasın derken dağılan şey, kadınların yaşamı oluyor.

İstanbul Sözleşmesi, imzalandığı ilk günden bu yana büyük oranda kağıt üstünde kaldı.

Hükümler, AKP için sadece bir imaj ve “kadın sorunu konusunda adım attık” demenin kılıfı oldu. Oysa gerçekler, kadınların koruma kararları alınmasına rağmen öldürülmesi; polisler tarafından ölüm tehdidi aldığı evlere geri gönderilmesiydi. Kadınların sosyal medyada can korkularına çare aradığı bir ülke manzarası geldiğimiz son nokta.

Hükümleri, sadece kadın mücadelesi ses verdiği zaman uygulanan ve imzalanması bile mücadelenin bir sonucu olan İstanbul Sözleşmesi’ni elbette savunacağız. Ve gerçek anlamda uygulanması için de AKP’ye sokakta var gücümüzle “sözleşmeden elini çe” diyeceğiz.

Ancak; kadınların şiddetten korunması yetmez.
Şiddeti böylesine körükleyen zemini yok etmek zorundayız.

Şiddet gören kadınların salt canını kurtarması işi çözmez ki İstanbul Sözleşmesi bunu öngörüyor.

Sözleşme, korunma süreçlerine dair bir hukuki süreç öngörüyor. Kapitalist toplumla özdeşleşmiş olan şiddet ve kadınlar için dipsiz bir kuyuya dönüşen şiddet nasıl yok edilir sorusuna bir cevap vermiyor.

O cevabı sosyalistler vermek ve mücadele hattını bu sorunun cevaplarını, toplumda gerçek bir değişim talebi ile yükseltmek zorunda.

Türkiye’de işi içinden çıkılmaz hale getiren zaten acımasız neoliberalizmle harmanlanmış muhafazakarlığın kadınları toplumsal yaşamdan söküp almasıdır. Kadınların sosyal haklarının tesisi etrafında hakiki bir çözüm olmaksızın şiddet sarmalından çıkmanın imkanları ne yazık ki bulunmuyor. Benzeri dinamiklerin geçerli olduğu Polonya ve Macaristan’da da sağcı iktidarlar Sözleşme’den geri çekilmeyi gündeme getirirken milyonlar sokaklara iniyor ve itiraz ediyor.

“İstanbul Sözleşmesine dokunma” derken, dokunanların niyetlendiği saldırıların karşısına sağlam duvarlar örmek zorundayız.

Sözleşmenin koruyucu hükümlerinin uygulanmasını talep etmek bu duvarda sadece bir tuğla olabilir. Kadınların yaşam hakkını savunmak bir eldeyken öbür elde, bir meşale gibi kadınların eşit yaşamını mümkün kılabilecek somut somut taleplerle mücadele etmeliyiz.

Kadınların sadece hayatta kalması için değil, özgür ve bağımsız bir yaşam kurması için toplumsal tedbirler gerekiyor. Şiddet ve seri kadın cinayetlerine karşı kadınların şiddetli bağımlı yaşamdan ve yoksulluktan çıkması şart.

Acil taleplerimiz şunlar:

1- Kadın istihdamının arttırılması
2- Ücretsiz, kamusal kreşlerin sağlanması
3- Kadın sığınma evlerinin arttırılması
4- Boşanan kadınlara iş bulma önceliği verilmesi
5- Nafaka alamayan kadınlara gelir desteği

Bu talepler sadece AKP iktidarının dayatmaya çalıştığı projeye değil, bugün İstanbul Sözleşmesi’nden yana olduğunu “söyleyen” Koç gibi büyük kapitalistlerin çıkarlarına da taban tabana zıt. Kadınlar, sözleşmeden yana olan herkesin eşitlikçi olduğunu falan sanmasın. Bu şer cephesi, güvencesiz, geleceksiz, ucuz emeğe dayanan bir ülkeyi sefa içinde yüzerek yarattığı için kadınlar bugün cehennemi yaşıyor.

Hiçbir kapitalist, hiçbir burjuva politikacı kadınların dostu da eşitliğin tarafı da değildir.

AKP rejimini tek başına fail göstermek, düzenin kadın düşmanlığının üstünü örtmekte ve kadın mücadelesinin radikalleşmesinin önüne geçmek için alenen kullanılmakta.

Neyse ki bizler düşmanlarımızı iyi biliyoruz!

Kadınların aile içinde tıkılıp kalmadan gerçek anlamda insanca yaşayabilmesi, İstanbul Sözleşmesi’nin sınırlarını aşıyor. Bu nedenle, AKP rejimine karşı toplumsal nitelikte bir dönüşüm talep eden bir kadın hareketi bu katliamlar zincirini, toplumsal çerçevede ele almak zorunda.

Aşırı sömürünün, işsizliğin, yoksullaşmanın ve bunların sayesinde mümkün olan otoriter rejimin dinamiklerine saldırmadan; yani sınıfsal dinamiklerin şiddetle bağını kurmadan kadınları yaşatmanın yolu yok.

Milyonların isyan ettiği bir konuda iktidara sadece geri adım attırmak yetmez. Koşulları tersine çevirmek için harekete geçmek zorundayız.

İstanbul Sözleşmesi’nin gerçek anlamda uygulanmasını savunmak yetmez, bu sorunları en yakıcı biçimde yaşayan yoksul kadınların yaşamlarının somut sorunlarını ön plana alan taleplerle mücadele etmek zorundayız.

KATEGORİLER
ETİKETLER