İstanbul Sözleşmesi: Neden İmzalandı, Neden Tartışılıyor? – B. Defne Erten
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen AKP MYK toplantısının ana konusu İstanbul Sözleşmesi idi. Bir süredir İslami-muhafazakar anlayışın kadınların korunmasına duydukları tepkinin hedefi olan İstanbul Sözleşmesi en yüksek düzeyde masaya yatırıldı. Erdoğan’ın bu toplantının ardından kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası referans metin olarak kabul edilen ve Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin tek taraflı feshedilmesi ya da tartışmalı maddelere çekince konulmasının sonuçları üzerinde çalışma yapılması talimatı verdiği öğrenildi. Böylece, sözleşmenin kamuoyunda yoğun biçimde karalanacağı medya kampanyası da hızlanmış oldu.
Erdoğan talimat verdi, kadınların güvenliği yine egemenlerin iki dudağının arasına sıkıştırılmış oldu. Düşünmek lazım, dünya pandemiden kırılırken, işsizlik rakamları cumhuriyet tarihinin en yüksek zirvesine ulaşmışken, insanlara yoksulluk sınırının üçte biri maaşlar reva görülürken iktidar partisinin ana gündemi neden her gün kadınların öldürüldüğü bir ülkede, yarım yamalak uygulansa da kadınların yasal bir güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’ni ortadan kaldırmaya çalışmaktır? Çekinmeden söylemek lazım, yapılan uygulama sistematik kadın düşmanlığının apaçık göstergesidir. Kadın cinayetlerini, kadına şiddeti, istismarı önlemek için 7/24 mesai yapılması gereken bir coğrafyada bu adımlarla kadınların yandığı ateş körükleniyor; ama toplumsal yozlaşmanın sebebi tüm bu kadın ve çocuk düşmanı politikalar değil de, İstanbul Sözleşmesi olarak ilan ediliyor.
İstanbul Sözleşmesi Ne İfade Ediyor?
İstanbul Sözleşmesi, 2011 Mayıs ayında kadına yönelik ve ev içi şiddetle mücadele kapsamında imzalanan ve uluslararası yaptırımı olan, toplumsal cinsiyet rollerinin ilk kez resmi bir şekilde tanımlandığı ilk uluslararası belge. İstanbul Sözleşmesi, 1 Ağustos 2014 itibarıyla Türkiye’de resmen yürürlüğe girdi. İstanbul Sözleşmesi, temel olarak kadına yönelik şiddetin tanımını yapıyor, aile içi şiddete uğrayan (kadın, erkek, yaşlı ve çocuk) bireylerin hukuken korunmasını düzenleyici maddeler içeriyor. Bu maddeler uyarınca kadının korunması için şiddet görme beyanı yeterli oluyor. Muhafazakar aile mühendisliğini otoriterliğin bir parçası haline getirmek için elinden geleni yapan AKP rejimi, “kadının korunması” meselesini “ailenin parçalanmasına neden oluyor” diyerek diline doluyor. Kadınlar, şiddete katlanmıyor; korunma ve boşanma talep ediyor diye tepinip bağırıyorlar.
Üstelik sözleşme çoğunlukla uygulanmıyor. AKP, zaten fiiliyatta sözleşmeyi çoktan yırtıp atmış bulunuyor. Ancak kadın mücadelesinin yükselmesi, toplumsal muhalefetin cinayetlerin ve yargı sürecindeki aklamaların hesabını sorması itibarı zedeliyor. Kadınların öldürülmesi değil, kadınların “ yargı kararına rağmen korumuyorsunuz”, “yasaları uygulayın, kadınların koruyun” demesi can sıkıyor. Dolayısıyla hem muhafazakarlığın temellerini korumak hem de bu yasal zemini ortadan kaldırmak AKP için en “hayırlısı”. Bu düşmanca zihniyeti perdelemek için de en öne LGBTİ düşmanlığını koyarak süreci yönetmeye çalışıyorlar: Mağazalar, marketler, basın-yayın ve daha akla hayale gelmeyecek yerlerden gökkuşağı düşmanı beyanlar geliyor.
Yine de İstanbul Sözleşmesi’ni şeytanlaştırmak ve toplumun önünde kadınların sorunlarına duyarsız bir görünüm çizmek AKP’yi zorluyor. Bunlarla uğraşan bir profil çizmek pek hayırhah bir tutum olmadığından farklı seslerin bir denge yoklaması göze çarpıyor: Numan Kurtulmuş’un İstanbul Sözleşmesi’ni hedef alan açıklamalarının ardından AKP grup başkan vekili Özlem Zengin, “Türkiye’de bir grup bütün kötülüklerin anası olarak İstanbul Sözleşmesi’ni görüyor” dedi ve sözleşmeyi okumadan bir sürü iddia ortaya koyulduğunu ifade etti.
Anlaşmaya göre, imzacı devletlerin kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele konusunda adımlar atması beklenirken, 2014 yılında anlaşmayı yürürlüğe sokan Türkiye ise İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamadaki başarısı konusunda son sıraları almış durumda. O halde akla şu soru geliyor: AKP bu metne neden en önde koşa koşa imza attı?
Mayıs 2011’de İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi’nin resmi adı, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Sözleşmenin imzalandığı dönem AKP’nin hala liberallerle kol kola yürüdüğü ve yetmez ama evet seslerinin sokaklarda etkisini sürdürdüğü bir dönemdi. AKP’nin bu dönemdeki hedeflerini gerçekleştirmesinde liberal, merkez sağ, İslamcı farklı çevreleri bir araya getiren bir tutum izlemesi etkili oluyordu. Ancak artık Erdoğan’ın şahsında cisimleşen AKP-MHP ortaklığındaki rejimin kadın sorunuyla ilgili bir derdi kalmamış durumda. Her gün sayısız kadının katledilmesi, şiddete, tacize, tecavüze uğraması yeni Türkiye’nin kadın düşmanı karakteri içerisinde sırıtmıyor.
İstanbul Sözleşmesi Tam Anlamıyla Uygulansaydı Neler Olurdu?
Bugün kadın düşmanlarının şeytanlaştırdığı İstanbul Sözleşmesi yalnızca kağıt üzerinde değil fiilen de uygulansaydı:
Defalarca karakola, savcılığa şikeyete giden; fakat dönüş alamayan Ayşe Tuba Aslan şuan hayatta olurdu, çünkü İstanbul Sözleşmesi’ne göre şiddete uğrayan bir kadının şikayetini görmezden gelmek suç.
Ankara Mamak’ta kızını istismar ettiği için şikayet ettiği kocası Şükrü Şengül tarafından öldürülen Döndü Şengül de hayatta olurdu, çünkü Şükrü Şengül’ün yalnızca bir gün gözaltında tutulup bırakılması Döndü Şengül için bir insan hakkı ihlali olurdu.
Benzeri sayısız örnek sayabiliriz. Koruma kararına rağmen korunmayan ve yargı sürecinde öldürülen nice kadın var.
Çağrı
Kullanılan en büyük argüman, İstanbul Sözleşmesi’nin aile değerlerine zarar veren bir zehir olduğu. Nedir bahsedilen o çok değerli aile? Kadınlar evde otursun, çocuk doğursun, çalışmasın, söz söylemesin, söylerse dayak yesin, kimseye şikayet edemesin. Tacize, tecavüze uğrasın ama ses çıkarmasın. Böyle aile olmaz olsun, yerin dibine batsın!
İçinde kadının, erkeğin, çocuğun hapis olduğu aile sadece kapitalistlerin ve rejimin çıkarı için ayakta tutulan bir hapishanedir.
Sömürünün üzerinde yükselen eşitsizliğin, şiddetin ve yoksulluğun ailesini istemiyoruz.
Kız çocuklarının tecavüzcüleriyle evlendirilmesini sağlamak istediğiniz yasa teklifinde meclisin önünü doldurmuştuk. Şimdi ise hem çocuk hem kadın düşmanı politikaları hayata geçirme peşindeler.
İstanbul Sözleşmesi’ni, 6284’ü, Yaşam hakkımızı, özgürlüğümüzü, çocukların özgürlüğünü sonuna dek savunacağız.
Kadınların can güvenliği, talimatlarla, emirlerle, kadın düşmanı politikalarla riske atılamaz!