İnsan Ölür İsyan Yaşar, Kazım İsyandır! – Demet Koca

İnsan Ölür İsyan Yaşar, Kazım İsyandır! – Demet Koca

15 yılın ardından…

Kazım Koyuncu’yu kaybedeli 15 yıl olmuş, bu yazı vesilesiyle yeniden onu, mücadelesini, müziğini elimden geldiğince kaleme almak, anmak istedim.

Bu kadar kutuplaşmış bir iklimde bile Kazım’ı bu ülkede yaşan herkes seviyordur herhalde, bir kesim için sıradan bir Karadenizli ‘şarkıcı’, bir kesim için de solcu güzel çocuk…

Devrimciler başka yere koyuyordur Kazım’ı. Hele ki Karadeniz’de mücadelenin içine atıldıysan Kazım’ı çok daha iyi anlayıp onun bazı cümleleri derinden etkiler seni. ‘Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim; ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim.’

7 Kasım 1971’de Artvin’in Pançol köyünde doğan Kazım, nüfusa 10 Mayıs 1972 tarihi ile kaydediliyor, ilkokulu ve ortaokulu Pançol’da okuyor. Biri kız beş erkek çocuklu ailenin beşinci çocuğuydu. Babası Cavit Koyuncu Hopa’da bakkallık ve berberlik yaparak aileyi geçindiriyordu. Cavit Koyuncu 1960’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nin kurulduğu yıllarda partililerle tanışır ve dükkânı kitap, dergi ve gazetelerle doldurur; öğrencilerin sık sık gelip okuma yaptığı bir yer haline gelir. Kazım’ ın devrimci fikirlerle tanışmasında babasının etkisi oldukça büyüktür.

12 Eylül’ün ardından baba Cavit Koyuncu Kazım daha 10 yaşındayken tutuklanır ve dükkânlar iflas eder, ailenin geçimi anne Hüsniye Koyuncu’ya kalır.

Kazım’ın müzikle tanışması babasının küçükken ona aldığı mandolinle başlar ama asıl gelişimi amcasının yurtdışından getirdiği gitarla olur. Kazım gitarını elinden hiç düşürmez; ancak hiç şarkı söylemez sadece çalar.

Kazım 1989’da İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne üniversite okumak için gelir. Kazım devrimci fikirlerle ve hareketle bağını geliştirir. ’89 1 Mayıs’ı için Topkapı’da bildiri dağıtır ve ardından gözaltına alınır. 6 ay tutuklu kalır, tahliye olduktan sonra üniversiteyi bırakır ve tamamen müzikle ilgilenir.

1990 yılında Çağdaş Sanat Atölyesi’nin etkinliklerinde yer alır. Burada sahneye konan “Faşizmin Korku ve Sefaleti” adlı oyunun müziklerini yapar. 1992’de henüz 20 yaşında iken Ali Elver ile “Dinmeyen” adlı özgün müzik grubunu kurar. Zamanla Lazca müzik yapmak için bu gruptan ayrılmışsa da rock müzikten kopamayan Kazım Koyuncu, geleneksel Laz müziğini rock tabanlı yorumlamaya başlar.
1993’te Mehmed Ali Barış Beşli ile birlikte Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) adlı rock müzik grubunu kurar. Grup ilk albümünü 1995’te Va Mişkunan (Bilmiyoruz) adıyla çıkarır; 1998’de İgzas (Gidiyor) ve sınırlı sayıda (yalnızca 130 adet) basılmış bir konser albümünü Bruxel Live adlarıyla çıkardıktan sonra 1999 yılında dağılır.

Koyuncu, 2001’de Viya! adlı ilk solo albümünü çıkardı. Viya; aletsiz laz sörfü / vücut sörfü / laz sörfü anlamına gelir. 2001’de Karadeniz Sahil Yolu projesine karşı tepkisini ortaya koymak için albüme bu adı verir. “Sahil yolu projesinin yok ettiği çocukluğumuz” diyerek öfkesini de sık sık dile getirmiştir.

Kazım Koyuncu savaşa karşı etkinliklerde, toplumsal muhalefetin yanında, adaletsizliklerin karşında durmayı kendine ilke edinir ve şarkılarında da en çok konu aldığı aşk-doğa-devrim konularına sık sık yer verirdi. Savaş karşıtı çıktığı bir konserde de “Savaşın kötü bir şey olduğunu anlamamız için savaşmak zorunda değiliz” demiştir.

2002’de Gülbeyaz dizisinin müziklerini yapınca yurt çapında tanınan Kazım Koyuncu, daha sonra Kemal Sahir Gürel ile birlikte Sultan Makamı adlı televizyon dizisinin müziklerini hazırlar.

2004’ün sonlarında Kazım Koyuncu’ya akciğer kanseri teşhisi konur ve kanser tedavisi görmeye başlar. Hastalığının başlarında da bunu pek ciddiye almaz, çekilen bir videoda da ‘çok fiyakalı bir hastalığa yakalandım baba’ diyerek yine en güler yüzlü haliyle hastalığıyla da dalga geçer.

Hastalığı ilerledikçe şarkı söylemesi ve konser yapmasını doktorları yasaklar, Kazım’ın hastalığının seyri de ciddileşir. Çernobil’in etkilerinin Karadeniz’de uğramadığı ev yoktur herkesin bildiği gibi. Dönemin bakanları “Biraz radyasyon iyidir, radyoaktif çay daha lezzetlidir” gibi laflarına ithafen Kazım’ın dile getirdiği “Beni radyasyon değil bu ülkedeki sistem kanser etti” diyerek aslında ülkenin içinde bulunduğu durumu çok güzel ifade eder.
25 Haziran 2005’ te, 33 yaşındayken Kazım Koyuncu tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirir.

Kazım’ı anılarla, belgesellerle çok dinledik ve okuduk, sık sık şarkılarını dinledik; ama bence onu mücadelesini ve hayatını anlatan en güzel metin kendi yazdığı bu yazıdır:

Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar ‘a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Çe” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.

Teşekkürler dünya.”

Teşekkürler Kazım Koyuncu!

KATEGORİLER