Bir Kez Daha Kıdem Tazminatı Fonu Üzerine – Av. Engin Kara
Kıdem tazminatının kurulacak fona devredilerek pratik kullanımının lağvedilmesi, Türkiye kapitalizminin ve AKP de dâhil olmak üzere bugüne kadarki pek çok hükümetin değişmeyen ajandası oldu. 1960’lardan bu yana kıdem tazminatının fona devredilmesi, işveren ve hükümet cephesinden defalarca kez tartışıldı.
Ancak bugüne kadar, utangaç yasal düzenlemeler dışında kimse bu düzenlemeyi hayata geçirmeye cüret edemedi. AKP iktidara geldiğinden bu yana defalarca kez konuyu gündeme getirse de hâlâ ciddi adımlar atıldığını göremiyoruz. Mesele, daha ziyade basında duyurulan ve bilinmezlerle dolu haberler eşliğinde kamuoyunun gündemine sokuluyor. AKP’nin bu değişikliği yapmak üzere harekete geçmesi mümkün mü? Göreceğiz. Ancak kıdem tazminatı tartışması, işveren ve hükümet cephesinden ısıtılmaya çalışıldığında işçi hareketinin alacağı pozisyonlar, karşı taraftaki sınıf düşmanlarının hareket kabiliyetini belirleyecek.
İş Hukukunda Kıdem Tazminatının Gelişimi
Kıdem tazminatı, Türkiye’de iş hukukuna ilk kez 1936 yılındaki 3008 sayılı İş Kanunu ile girdi. İlk başta, fesih sebebi ne olursa olsun 5 yıldan daha fazla kıdemi bulunan işçilerin iş sözleşmesinin feshedilmesi halinde her yıl karşılığı 15 günlük tazminat öngörülmüştü. 1950 yılında yapılan değişiklik, tazminatın kazanılacağı feshi sebeplerini sınırlandırırken asgari çalışma süresini 3 yıla indirdi. 1967 tarihli 931 sayılı İş Kanunu ve 1971 tarihli 1475 sayılı İş Kanunu benzer bir uygulamayı sürdürdü.
1475 sayılı İş Kanunu’nda 1975 yılında yapılan değişiklikle kıdem tazminatına hak kazanmak için gereken çalışma süresi 1 yıla indirildi, tazminat miktarı ise her çalışma yılına karşılık 30 güne çıkarıldı. Kıdem tazminatı miktarı için tavan sınır belirlendi. Yine bu kanunda, kıdem tazminatının fona devredilmesine dair kanun çıkarılacağı öngörülerek ilk kez fon tartışması yasal düzlemde ilan edilmişti.
12 Eylül’den sonra, Ekim 1980’de Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği tazminat tavanı yeniden kanuna sokuldu. Takip eden yıllarda yapılan ek düzenlemeler ile genellikle kıdem tazminatı tavanının daraltılması eğilimi söz konusu oldu.
AKP’li yılların başında, Erdoğan’ın başbakan olduğu ilk hükümet döneminde, 2003 yılında yeni bir İş Kanunu (4857 sayılı) kabul edildi. Bu kanun, daha önceki kanunu yürürlükten kaldırmasına rağmen, eski 1457 sayılı kanunun 14. maddesi yürürlükte kaldı. Yeni İş Kanunu’nun Geçici 6. maddesi kıdem tazminatı fonunun kurulmasını öngörüyor ve fon kurulana kadar eski kanunun kıdem tazminatı düzenlemesi yürürlükte kaldı.
Son durumda kıdem tazminatı, işverenin işçinin ahlaka ve iyi niyete aykırı davranışı nedeniyle iş sözleşmesini feshetmesi ve işçinin haklı sebep olmaksızın istifa etmesi haricinde; en az 1 yıllık kıdemi olan işçiler için, her çalışılmış yıla karşılık 30 günlük son brüt ücret üzerinden kıdem tazminatı ödeniyor.
Kıdem Tazminatına Saldırı Planı: 55 Yıldır Süregelen Bir Tartışma
Kıdem tazminatı, ilk uygulandığından bu yana işverenler için can sıkıcı oldu. Öyle ya, işten çıkartılan işçilere bir de tazminat ödemek, hatta zaman içerisinde bu tazminat miktarının artması ve koşullarının hafiflemesi, işveren dünyası için “serbest rekabet”in ihlali oluyordu.
İlk açık itirazlar 1965’te basın işverenlerinden geldi. 1962’deki Çalışma Meclisi adı verilen ve karşıt sınıfların temsilcilerinin hükümetin bir nevi arabuluculuğunda bir araya gelip “tartıştığı” toplantıda, basın işverenleri temsilcileri, kıdem tazminatının işverenlerin ödeyeceği prim karşılığında SSK tarafından ödenmesini önerdi.
1475 sayılı İş Kanunu’nda 1975 yılında yapılan değişiklik, kıdem tazminatının fona devredileceğini ilk defa yasal olarak önerdi. 1976 yılındaki ilk fon kanunu taslağı, işverenlerden fona %10’luk bir prim aktarılmasını, kıdem tazminatı miktarı fonda biriken miktardan belirli ölçüde daha az olursa aradaki farkın işverenler tarafından karşılanmasını öngörüyordu. Tasarı kabul görmedi.
1980 yılındaki yeni tasarı, genel olarak benzer bir uygulama içerse de kıdem tazminatına esas ücretin son ücret yerine son 3 yıllık ücretinin ortalaması olmasını ve kıdem tazminatının sadece emeklilik, toptan ödeme ve ölüm hallerinde ödeneceğini tasarladı.
İçeriklerinde kısmi farklılıklar mevcut olsa da kıdem tazminatın fona devredilmesine ilişkin yeni tasarılar çıkmaya devam etti. 1984, 2002 ve 2004 tarihli kanun tasarıları da, kıdem tazminatının mevut halini lağveden içeriklere sahip oldu.
Son Haber: İki Model
Habertürk gazetesinde çıkan iddiaya göre kıdem tazminatının fona devredilmesine yönelik yeni planlar var. 1 Ocak 2022 itibariyle fona geçişin planlandığı ve iki farklı modelin değerlendirildiği söyleniyor.
İlk modele göre mevcut uygulamadaki her çalışılan yıl için 30 günlük brüt ücret tutarındaki kıdem tazminatının 19 günü bu haliyle korunacak, 11 günlük kısmı ise fona devredilecek.
İkinci modele göre ise kıdem tazminatı fonu için toplamda yüzde 6 oranında prim toplanacak. İşverenden 4 puanlık, işçiden 0.5 puanlık, devletten 1 puanlık ve vergi indirimi yoluyla da 0.5 puanlık prim katkısı yapılacak.
Kıdem Tazminatı Neye Yarıyor?
Kıdem tazminatının pratikteki en önemli yanı, bedensel zararın kısmi tazmini, iş kaybın durumunda bir nevi işsizlik sigortası vb. roller görmesinin yanında asıl olarak iş güvencesi etkisi. Kıdem tazminatı özellikle a) uzun kıdem sürelerine sahip olan işçiler için ve b) toplu işçi çıkarmalara karşı bir güvence durumunda. İşverenler, ödemek zorunda kalacakları kıdem tazminatı miktarlarını göze alamadıklarında işçiyi ya da işçileri işten çıkarmayı bir kez daha düşünmek zorunda kalıyor.
Ama uygulamada işler pek de yolunda gitmiyor. Kıdem tazminatının yasal olarak hala açık ve net bir hak olmasına rağmen pek çok patron kıdem tazminatını ödemiyor ya da ödememek için çaba gösteriyor. Patron ile kıdem tazminatının ödenmesine yönelik anlaşamayan işçinin bu hakkını elde edebilmesi için dava açması gerekiyor. Ancak örgütsüzlüğün yaygın olduğu koşullarda, özellikle orta ve küçük işletmelerde pek çok işçi bu hakkı fiilen kullanamıyor. Resmi rakamlara göre işçilerin sadece %10’u kıdem tazminatı hakkını kullanabiliyor.
Fona Karşı Nasıl Bir Mücadele?
Kıdem tazminatının fona devredilmesi düşüncesi, ciddi bir şekilde ilk kez 1965 yılında ortaya atılmıştı. Yani üzerinden 55 yıl geçti ve işverenler ile hükümetler hâlâ aynı hedef için mücadele ediyor. Bugüne kadar kıdem tazminatı fona devredilmediyse, işçilerin bu durum karşısında göstereceği tepkiden duyulan kaygılar nedeniyledir.
Tam da kıdem tazminatı tartışması el altından bir kez daha basın aracılığıyla gündeme getirilmişken, bu kez 50 yıl öncesini hatırlamanın zamanı. 15-16 Haziran işçi direnişinden bahsediyoruz. Sendikal özgürlüklere darbe vurmaya ve çiçeği burnunda DİSK’i etkisizleştirmeyi hedefleyen girişime karşı işçi sınıfı ayağa kalktı. İktidardaki Adalet Partisi ve Süleyman Demirel ile ana muhalefet CHP ve İsmet İnönü anlaşarak yasal değişiklikleri meclisten geçirdi, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay onayladı.
Ama sonuç, pek arzu ettikleri gibi değildi. DİSK’in bürokratik planlarına rağmen işçi sınıfı, 15 Haziran 1970 sabahı sokaklara döküldü. İstanbul ve Kocaeli’de on binlerce işçi sokaktaydı. Harekete sadece DİSK üyesi işçiler değil Türk-İş üyesi işçiler de yoğun olarak katıldı. Sonuç, kapitalist sınıfı, burjuva devleti ve işçi hareketinin bürokratlarını ürkütecek kadar büyüktü. Hareket ancak sıkıyönetim ilan edilerek zor yoluyla bastırıldı. Ama direniş tarihe geçti. Egemen sınıflar yasal kılıf uydurarak geri bastı, Anayasa Mahkemesi kanun değişikliğini iptal etmek zorunda kaldı.
Sendikal kanunları değiştirmeyi hedefleyen düzenlemenin pratik hedefi, DİSK’in hızlı büyümesini durdurmak ve işçi hareketini kontrol altına alabilmekti. Ama işçi sınıfı, sendikal özgürlüklere kalıcı bir darbe vurulacağını hissetmiş ve sendikal bürokrasileri de aşarak ayağa kalkmış, haklarını kendi kollarıyla sahip çıkmıştı.
Kıdem tazminatının fona devredilmesi, işçi ile işveren arasındaki yerel (işyeri temelli) mücadeledeki dengeleri işçi aleyhine işveren lehine çevirmeyi hedefliyor. Ancak etkileri genel ölçekte görülecek. Milyonlarca işçi için iş güvencesi hiç kalmamış olacak. Mesela piyasa dalgalanmaları karşısında işverenler keyiflerince işçi çıkartabilecek. İşçi sınıfının zaten zayıf olan motivasyonu daha kolay kırılabilecek.
Ama nihayetinde, mücadeleleri belirleyen asıl şey, yasalar ya da metinler değil sınıf mücadelesindeki güç dengeleri. İşçi kitleler, kıdem tazminatının fona devredilmesinin nasıl sonuçlar doğuracağını hissedebiliyor. Ama ne örgütlülük düzeyi ne de motivasyon, 1970’dekiyle aynı değil. Sendikalar çok daha hantal durumda. DİSK’in gücü alabildiğine sınırlı. Türk-İş ise tabanına karşı açık bir ihanet görüntüsü vermemek için “kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir” dese de asgari ücretten kamu toplu sözleşme sürecine kadar nasıl fiyaskolara imza attıkları ortada.
Yine de hayat dinamik. Sendika bürokratlarına kalsa, zaten 15-16 Haziran direnişi de ortaya çıkmazdı. Ama işçi sınıfı, kendi kırmız çizgisini kendi faaliyetiyle ortaya koymayı başardı. Bugün ise ekonomik krizin işçi sınıfı üzerindeki etkilerinin ağırlaştığı koşullardan geçiyoruz. Toplumsal patlamaların sürpriz olmayacağı bir tarihsel sürecin içerisindeyiz. Fakat yine de hiçbir şey kendi kendine gerçekleşmeyecek.
Sınıf bilinçli işçilerin, kıdem tazminatını savunmak için kolları sıvaması ve bu mücadeleyi işçi sınıfının yeni bir tarihsel başarısına dönüştürmek ve buradan da ileri sıçrayabilmek için hazırlanması gerekiyor.
Kaynakça:
Türkiye’de Kıdem Tazminatının Tarihi Gelişimi ve Kıdem Tazminatı Fonu, Dr. Resul Limon, İş ve Hayat Dergisi 1. Sayı (2015), Şeker-İş Sendikası