27 Mayıs Neden Oldu? – Arzu Görmez
27 Mayıs 1960 Darbesi Türkiye tarihinde önemli bir kırılma noktasını oluşturmuştu. DP iktidarı, Milli Birlik Komitesi olarak adlandırılan, Silahlı Kuvvetler hiyerarşisinin dışında -alt rütbeli subaylar tarafından- kurulmuş bir askeri komitenin yürüttüğü darbe ile son bulmuştu. DP iktidarına yönelen toplumsal tepkiler karşısında sistemi siyasi ve ekonomik bunalımından kurtarmak için kullanan ordu, Türkiye’nin ilk askeri darbesinin meşruiyet arayışını bu şekilde ifade ediyordu. Darbenin yollarını döşeyen DP’nin iktisadi ve siyasi krizine geçmeden önce 10 yıllık iktidar sürecindeki önemli gelişmelerden ve daha sonra DP için işlerin hiç de iyiye gitmediği 1950’lerin ikinci yarısından bahsetmek yerinde olacaktır.
Demokrat Parti, 1950 yılında “Yeter Söz Milletin” sloganıyla seçimle iktidara gelmişti. CHP’nin tek partili rejimine, baskılarına, elitist tutumuna karşı genel bir halk tepkisinin ifadesi olarak DP, %55.2 ile tüm ülkede ciddi bir siyasi zafere imzasını attı.
İlk kez “serbest” seçimlerden başarılı çıkan DP, cumhuriyetin kurulmasından bu yana küçük bir zümre dışında kimseye nefes aldırmayan rejime duyulan tepkinin bir sonucu olarak iktidara güçlü biçimde geldi. Liberallerden muhafazakarlara, “sol”dan islamcılara geniş bir kesim “Yeter Söz Milletin” sloganı etrafında değişim için kümelendi. Bu nedenle DP, iktidarının ilk döneminde liberal aydınlar ve üniversiteler gibi kentli çevrelerden de önemli destekler görüyordu. Demokrat Parti, CHP iktidarı zamanında yoksulluktan, baskıdan beli bükülen kitlelere Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapma hayalini pompalamış, her mahalleye bir milyoner vaatleriyle ön plana çıkmıştı. CHP karşısında taktiksel olarak işçilerin grev hakkını savunmuş böylece alt sınıflarda oluşan hoşnutsuzluğu da kullanarak tüm toplumsal muhalefeti arkasına almıştı. Batı blokuna eklemlenerek, yabancı sermayeyle bütünleşmenin yollarına bakan DP’ye sol liberallerin de büyük destek verdiğini söylemek gerekir.
DP’nin Krizi
DP iktidarıyla birlikte savaş sonrası ABD merkezli uluslararası ekonomik görev dağılımında tarımsal ve hammadde yoğun üretim görevini üstlendi. II. Dünya savaşı sonunda ABD’nin Marshall Planı’yla Türkiye dünya ticaretine açılacak, savaşta yıkıma uğramış Avrupa ülkelerinin sanayisini yeniden kurmasını sağlayacak hammaddeleri temin ederek tüm enerjisini tarım ve madencilik alanlarında yoğunlaştıracaktı. 1946-1953 dönemi boyunca tarım alanında hızlı bir büyüme yakalandı. Bu dönemde tarımda ortalama büyüme hızı yüzde 13.2’yi bulmuş, sanayi büyüme hızıysa 9.2’lerle ikinci plana itilmişti[1]. Savaş yıllarında hayat standartlarında belirgin bir düşüş yaşayan emekçi yığınlar, 1950 yılına gelindiğinde savaş öncesine göre gelir düzeyinde belirgin bir artış gözlenecekti. Tarımsal ürün fiyatlarında artış ve ürün bolluğuyla geçen bu dönem köylünün ekonomik olarak rahat nefes almasını sağladı. Tarım sektörü dışındaki ücretli-maaşlı grupların bu süreçte GSYİH’dan aldıkları aldıkları payın 1945’te yüzde 8.3 iken, 1953’te yüzde 6.6’ya düştüğü biliniyor[2]. Ticaret burjuvazisiyse toprak kapitalisti Menderes’in DP’sinin iktidarı boyunca en çok varsıllaşan kesim oldu. İktidar plansız şekilde neredeyse memleketin bütün topraklarını tarıma açmış, tarım burjuvazisini devlet eliyle verilen avantajlı kredilerle destekleyerek palazlandırmıştı.
Arkasına ABD desteğini alan DP, askeri ve mali destek karşılığında SSCB’nin dibinde ABD’nin ileri bir karakolu olacaktı. Bu yaklaşımla Türkiye NATO’ya üye olmuş, Kore Savaşı’na katılmış ve bütün dış siyasetini ABD’nin çıkarları üzerine kurmuştu. İçerideyse anti-komünist tavrı CHP’nin devamcısı olarak bir adım yukarıya taşımış; 1951 yılında TKP’ye yaptığı bir operasyonla pek çok TKP’liyi tutuklatmış, Nazım Hikmet’i vatandaşlıktan çıkartmıştı.
1954-1961 yıllarında savaş sonrası dünya ekonomisinin eğilimleri Türkiye ekonomisinin krize girmesinin nedeni oldu. Dünya ticaretinde tarım ürünlerinin ucuzlaması, Türkiye gibi tarım ihracatına dayanan ekonomilere son darbeyi vurmuştu. 1954 öncesinde ithalatın % 20-25’ini oluşturan tüketim mallarının ithalattaki payı yüzde 10’un altına düşmüştü[3]. Emekçi yığınlar bir yandan mal yoklukları, kuyruklar ve karaborsacılıkla cebelleşirken bir yandan da iktisadi bunalım ve hayat pahalılığı işçilerin alım gücünü düşürmüştü. Sadece işçiler değil askeri ve sivil bürokrasinin alt ve orta kademeden unsurları da krizden payını almıştı. Büyük şehirlerde artık subaylar apartmanların alt katlarında oturuyor (bu katlara ‘subay katı’ deniyordu), bazıları şoförlük gibi ekstra işlerde çalışmak zorunda kalıyorlardı. Subaylardaki hoşnutsuzluk elbette sadece iktisadi değildi. DP’nin iktidara gelişini selamlayan subaylar da 10 yıllık iktidarı boyunca büyük düş kırıklığına uğramış siyasi olarak CHP’ye bağlı subayların yanında konumlanmıştı.
1954 yılından itibaren TSK içinde DP karşıtı gizli cemiyetler ya da cuntalar kurulmaya başlanmış, bunlar süreç içerisinde iktidarı devirmek konusunda ortaklaşmışlardı. Toplumun aydın kesimi olan üniversite öğrencileri, üniversite hocaları ve gazeteciler de DP döneminde çok ciddi baskılara maruz kalmış özellikle iktidarın son dönemlerinde üniversitelerde, meydanlarda protestolarla DP karşıtlığını güçlendirmişlerdi.
DP iktidarının son dönemlerinde tarımın sübvanse edilmesine ayrılan büyük fonların, talep edildiği halde sanayiye aktarılmaması, ticaret ve sanayi burjuvazisini de hükümet karşısında bir pozisyona itmişti. Bu da egemen sınıfların kendi içinde bölünmesine ve farklı siyasi bir alternatif arayışına girmesine neden olmuştu. Yaşanılan bu hoşnutsuzluk askeri ve sivil bürokrasının atağa geçmesine vesile oldu. Böylece ordu içinde, DP iktidarına muhalif tüm kesimleri arkasına alan bir darbe hazırlığı mayalandı. 1954’ten beri örgütlenen subay gruplarının planladığı hükümet darbesi gerçekleştirildi. Böylece Kemalist rejimin destekçisi cunta, yıllardır birikmiş öfkelerini DP hükümetinin başbakanı Menderes ve iki bakanı idam sehpasına göndererek dindirdiler.
Beş Benzemez Bir Arada
Askeri darbeyle iktidara el koyan 27 Mayısçılar arasında iktidarın devrilmesi konusunda fikir birliği olsa da izlenecek yol konusunda fikir ayrılıkları vardı. Darbe sürecine giderken yapılan toplantılarda; askeri bir yönetim kurmak, iktidarı CHP’ye devretmek, geçici bir meclis kurup yeni bir seçim olana kadar yönetimi bu meclise teslim etmek gibi seçenekler üzerinde konuşuluyordu. Darbeye katılan her subay kendini MBK üyesi olarak görüyor, inisiyatif almaya çalışıyordu. Darbeden sonra iktidarda kalıp kalmamak noktasında, iki zıt eğilimli kanat ortaya çıkmıştı: Bir yandan Alparslan Türkeş’in başını çektiği “kalıcı otoriter bir rejim kurma” taraftarları; öte taraftan MBK’nin halka dayanmadığı, yönetimin kısa zamanda seçimle gelecek iktidara devredilmesinden yana olanlar… Cuntacılar, içindeki farklı eğilimlerin çatışması kaçınılmazdı: Alparslan Türkeş gibi aşırı sağ, Doğan Avcıoğlu gibi sol daha radikal unsurlar ya da Talat Aydemir gibi radikal askerler MBK’dan uzaklaştırıldı.
DP’nin darbeyle ezilmesinden sonra iktidarın tek adayı olarak görülen CHP devreye, İnönü’nün ordudaki prestijinden de yararlanarak girdi ve kendi siyasetine uygun bir yönetim kurdu. 27 Mayıs Darbesi, öğrenci ve aydın kesimin toplumsal muhalefeti üzerine gerçekleştiği için sol içerisinde ordunun niteliği hakkında çok ciddi yanılsamalara neden oldu. Darbenin emir komuta zinciri dışında gelişmiş olması, MBK içerisinde alt rütbeli subayların da ağırlık kazanmasıyla darbe sonrası hazırlanan anayasada da görüldüğü üzere, demokratik bazı alanların açılması mümkün oldu. Ancak bu sonucun kaynağı, DP’nin baskıcı yönetimine karşı yükselen toplumsal muhalefetin desteğini ve darbenin “halk için” yapıldığı noktasında meşruiyet kazanma ihtiyacıydı.
Cuntanın Mirası
Fakat darbe sonrası Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurumu gibi kurumlar seçilen hükümetler karşısında askeri-sivil bürokrasının elini güçlendiren yapılar haline geldi.
Önceki anayasalara göre daha liberal yönler barındıran 1961 Anayasası ‘nın getirdiği görece özgürlük ortamı sol içerisinde bir rahatlama ortamı sağlıyordu: Dernekleşme, sendikalaşma, protesto özgürlüğü gibi pek çok temel hak ilk kez anayasada yer buluyordu. Fakat bu özgürlüklerin kağıt üzerinde kalacağı çok kısa sürede ortaya çıkacağı gibi dönemin yükselen sol hareketinin alanının açılmış olması orduyu pişman edecek ve 1971 darbesinin koşullarını hazırlamış olacaktı. 1961 Anayasası Türkiye burjuvazisinin bir an önce kurtulmak isteyeceği bir kambura dönüştü. Nitekim bu görev için ordu da üzerine düşeni fazlasıyla yapacaktı.
Sol cuntacılığın, geç kapitalistleşmiş ve kapitalist gelişimini bürokratik yollardan kurmuş ülkelerde ciddi bir rüzgar yarattığı (Suriye, Irak, Mısır, Libya..) bu yıllar; Türkiye solunda “Milli Demokratik Devrim” akımının sol cuntacı siyasi eğilimlerin temeli oldu. Doğan Avcıoğlu’nun ve Mihri Belli’nin önderliğinde 68 gençliğinin ideolojik anlamda demokratik burjuva devrim perspektifine sıkışması 27 Mayıs’ın sola bıraktığı başlıca miraslardan olacaktı. Bu miras Türkiye solunda işçi sınıfının önderliğinde bir sosyalist dünya devrimi perspektifinin yaratılmasında büyük engele dönüşecek, yükselen devrimci enerjinin çok büyük bir gelenek yaratmasına rağmen işçi sınıfı hareketinin iktidara taşınamamasında önemli bir pay sahibi olacaktı.
[1] Korkut Boratav Türkiye İktisat Tarihi sf 112
[2] Age.sf 113
[3] Age sf 120