Erdoğan’ın Yüzleşemediği Gerçekler – Emre Güntekin

Erdoğan’ın Yüzleşemediği Gerçekler – Emre Güntekin

Önceki gün Trump’ın yaptığı açıklamayla birlikte 3. Dünya Savaşı’nın çıkmayacağı anlaşıldığına göre kendi gündemimize dönebiliriz. Şunu da belirtelim: Hâlihazırda Irak’ta, Suriye’de, Libya’da muhtemel bir topyekûn savaşın tarafları kozlarını paylaşmayı sürdürüyorlar.

Türkiye, bugüne kadar Suriye ve Libya’da bu paylaşım savaşlarının içine fazlasıyla battı. Erdoğan rejimi yeni-Osmanlıcılık hayalleriyle bulduğu her çatışma ortamına elinde benzin bidonuyla koştu. Son örneğini Libya sahnesinde gördük.

Doğu Akdeniz doğalgazı üzerinde süren rekabet Erdoğan için Libya iç savaşına dalmanın bir gerekçesi oldu. Rusya, Fransa, Mısır, BAE gibi güçler tarafından desteklenen Tobruk merkezli General Hafter güçlerinin Trablus’a sıkıştırdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile el sıkışıldı; Kasım ayı sonunda deniz yetki alanlarının paylaşımı ve gerektiğinde Türkiye’nin UMH’ye askeri yardım yapması konusunda anlaşmalar imzalandı. Ardından zaten son yıllarda ayyuka çıkmış olan Libya’ya silah ve cihatçı transferine hız verildi. Türkiye’nin cihatçılara aylık 2000 $ maaş ödediği, 6 ay savaşana Türk vatandaşlığı verildiği gibi konular İran-ABD geriliminin yarattığı yoğun gündem ortasında kaynadı.

Gelinen noktada Erdoğan istediğini aldı mı?

Son günlerde bütün gözler Putin’in de katılacağı TürkAkım doğalgaz boru hattının açılışına çevrilmişti. Ancak daha İstanbul’a adım atmadan Putin’in çizdiği güzergah Erdoğan’a sembollerle yüklü bir mesaj gibiydi. Putin ilk önce 2011 yılında iç savaşın başlangıcından bu yana ilk kez Suriye’ye gitti; bir zamanlar Erdoğan ve Davutoğlu’nun namaz kılma hayalleri kurduğu Emevi Camisi’ni ve Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Meryemiye Katedralini ziyaret etti.

Ne demişti Erdoğan 2012’de: “CHP yarın Şam’a gidecek yüz bulamayacak göreceksiniz ama inşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz.”

Yıllar önce bu sözleri söyleyen Erdoğan Putin’e Emevi Camisi’nde ne işi olduğunu sorabilmiş midir?

Sanmıyoruz.

Türkiye ile Rusya Suriye sahasında son yıllarda yakınlaşsa da Rusya’nın kırmızı çizgilerinde milim oynama olmadı. Ya da Soçi Mutabakatı sonrasında SDG’nin Türkiye-Suriye sınırından uzaklaştırılması konusunda Erdoğan ABD kadar Rusya’dan da beklediğini bulamadı. Rojava’nın ortadan kaldırılmasıyla oluşturulacak olan güvenli bölgede kurulacak olan bahçeli evlerden söz eden kalmadı.

Cihatçı çetelerin kaldığı neredeyse son yaşam alanı olan İdlib’te Esad rejiminin Rusya destekli saldırıları da yapılan anlaşmalara rağmen sürüyor. Dahası Putin her fırsatta Suriye’nin bütünlüğü vurgusunu yaparak Erdoğan’a bir nevi Suriye’de yerin yok diye işaret çakıyor.
Putin’in İstanbul’a Moskova’dan değil de Şam’dan gelmesi bir anlamda Suriye meselesinde her iki ülke arasındaki açı farklılıklarını Erdoğan’a tekrar hatırlatmak istemesinin kibar bir yolu olabilir.

Peki, Libya konusunda 25 Aralık’taki Tunus ziyaretinde “…sormak lazım, acaba şu anda Libya’da bulunan ve bunun 5 bini Sudan’dan, 2 bini Rusya’dan Wagner diye gelenler oraya hangi sıfatla geldiler, orada ne işleri var, hangi bağlantıları var? Bunları medya olarak sizin sormanız lazım.” diyen Erdoğan Putin’e bu soruyu doğrudan sorabilmiş midir?

Yine sanmıyoruz.

Erdoğan rejiminin Suriye ve Libya’da izlediği pragmatik çizginin artık daha fazla çalışamayacağı ortada.

Daha birkaç gün önce “Biz resmi hükümete destek veriyoruz, nesi yanlış” diyerek muhalefeti paylayan, “Hafter kim?” diye soran Erdoğan’ın bugün “resmi hükümet”le, darbeci addettiği Hafter arasında Putin ile ortak ateşkes çağrısı yaparak arabuluculuğa soyunması tekrarının daha pek çok kez izlediğimiz geri dönüşlerden yalnızca biri.

Dışarda böyle… Mehter marşıyla bir ileri iki geri.

Peki ya ülke içinde?

Hakaret gibi maaş ve asgari ücret zamları, ağır vergiler, çeşitli manipülasyonlarla baskılanan döviz ve enflasyon, iş bekleyen milyonlar, umutsuzluktan intihar edenler, sokakta donarak ölenler, milyarlarca dolarlık batık projeler, batıştan kamu kaynaklarıyla kurtarılan patronlar, dibine kadar yolsuzluğa, nepotizme batmış bir düzen…

İktidar dış politikada maceradan maceraya koşarken, içerde bedelini milyonlarca emekçiye ödetiyor.

Diğer taraftan umutlu olmak için de nedenler var. İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci gençliğin attırdığı geri adım, uzun yıllar sonra gençliğe pervasızca şiddet uygulayan polisin açığa alınması ufak ama gelecek adına olumlu işaretler.

Türkiyeli emekçiler ve ezilenler için daha kötü günleri beklemeye gerek yok. Mücadele etmek için çok fazla nedenimiz var.

KATEGORİLER