İktidarın Enflasyonla "Savaşı" – Arzu Görmez
Küresel çapta yaşanan kriz çevre ülkeleri de cenderesine bir süredir almış durumda. Bu ülkelerin hepsi gelişmelerden eşit şekilde etkilenmiyor; en çok sıkıntıya gark olanlardan biri de Türkiye. Türkiye’nin kriz dalgasından bu kadar derin etkilenmesi AKP iktidarının uyguladığı ekonomi politikasındaki ciddi sorunlardan kaynaklanıyor. Enflasyon bu sorunlardan yalnızca birisi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) geçtiğimiz Ekim ayı enflasyon rakamlarını % 25.4 olarak açıklamasıyla beraber çift hanelerde seyreden enflasyon tekrar gündemdeki yerini aldı. Tüketim ürünlerine yapılan fahiş zamlar halkın belini bükerken bu duruma nasıl gelindiği sorusu sıkça sorulur hale geldi. AKP, “dış mihrakların oyunu” retoriğini kullanarak krizden ciddi şekilde etkilenen emekçi sınıfı sürekli fedakârlığa davet etse de, iktidarın yıllardır uyguladığı beceriksiz ekonomi politikaları sonucu derinleşmiş olan çelişkilerden kaçabilmesi mümkün gözükmüyor.
Erdoğan’ın korkulu rüyalarının başında 2019 Mart’ında yapılacak olan belediye seçimlerine giderken ekonominin daha çok gümlemesi, yaygın iflaslar ve kitlesel işsizlikle birlikte tabanında hoşnutsuzluk açığa çıkması geliyor. Bunun olmaması için ekonominin çarklarının bir şekilde döndürülmeye ihtiyacı var. Peki bu nasıl olacak? Bunun nasıl olacağını 24 Haziran seçimleri sürecinde görmüştük. İktidar tüketimi sürdürmek için Merkez Bankası’nı baskı altında tutmuş ve faiz oranlarının mümkün olduğunca düşük olmasını sağlamıştı. Dahası kamu bankaları konut kredilerinde çok düşük faiz oranları uygulamaya itilmişti. Bu popülist politikalar birkaç aylık kısa süre için ekonomiyi batmaktan kurtarsa da, uygulanan popülist politikaların sonucu Ağustos ayında Türk lirasının aşırı değer kaybetmesiyle kendisini göstermişti. Ülkede üretimin büyük oranda ithalata bağımlı olması, kur artışıyla birlikte bugünkü yüksek enflasyon oranını tetikledi.
Döviz krizi sonrasında hızlı bir şekilde yükselişe geçen enflasyon, Ekim ayında 15 yılın rekorunu kırdı. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ekimde aylık bazda yüzde 2.67, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 0.91 artış gösterdi. Geçen yıl aralık ayı verileri ile kıyas edildiğinde durumun vahameti gözler önüne seriliyor. TÜFE, ekimde geçen yılın Aralık ayına göre yüzde 22.56, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 25.24 yükseldi. Yİ-ÜFE ise Aralık 2017’ye göre yüzde 40.22, geçen yılın Ekim ayına göre de yüzde 45.01 arttı. 2017 yılında 11.9’u bularak çift haneye çıkan enflasyon, ufak gerilemeler gösterse de bu tarihten beri çift hanelerde seyrediyor.
Öte yandan ÜFE ile TÜFE arasındaki makas giderek açılıyor. TÜFE ile ÜFE arasındaki yüksek fark üreticilerin henüz maliyetlerini tüketiciye yansıtacak şekilde zam yapmadıklarını gösteriyor. Bu durum özellikle küçük ve orta büyüklükteki birçok firmayı batışa sürüklerken, mevcut tablonun giderek büyük şirketleri de etkilemesi kaçınılmaz görünüyor. Örneğin geçtiğimiz dönemde iktidarın ekmek fiyatlarına zam yapılmasını engellemesi üzerine zararına faaliyet gösteren birçok fırın batma noktasına gelmişti. Tablonun diğer yüzünde ise büyük ayakkabı üreticileri, YÖRSAN, Keskinoğlu, inşaat şirketleri gibi konkordato ilan eden veya batan çeşitli sektörlerden büyük firmalar var.
İktidarın enflasyonla savaşı Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşına benziyor. AKP’ye göre fiyat artışlarının nedeni ülkenin bütünlüğünü bozmaya çalışan hain fırsatçıların, spekülatörlerin işi; çözümse polisiye önlemlerle bunlara hadlerini bildirmek ve patronları %10’luk bir indirimle enflasyonla mücadele programına katmak. Program sadece enflasyon sepetindeki ürünlerde indirim dayatmasını kapsamıyor, aynı zamanda devlet imkanlarını kullanarak enerji ve bazı temel metalarda fiyat artışlarını ertelemek ve tüketiciye maliyeti yansıtamayan şirketlerin kredilerini erteleme imkanlarını ve teşvikleri de kapsıyor. Elektrik ve doğalgaza yaz sonunda 3 kez fahiş zam gelmişti. Berat Albayrak tekrar zam gelmeyeceğini duyururken küresel piyasalardaki sert rüzgârlardan söz etmeden yapamıyor.
İktidarın diğer bir ayak oyunu ise enflasyon hesabı konusunda. Enflasyon hesabı, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından; seçilen tüketim ve hizmet kalemlerinden hazırlanan bir sepet aracılığıyla yapılıyor. Bu hesaplama yapılırken fiyat değişimleri göz önüne alınıyor. Fiyat değişimlerinin tespiti için de tüketimi yapılan mal ve hizmetlerden iki biçimde endeks oluşturuluyor: Tüketici fiyat endeksi (TÜFE) ve üretici fiyat endeksi (ÜFE).
Tüketici aşamasında enflasyon iki tür veriye dayanılarak hesaplanıyor. İlk olarak temsili hane halkına gıda, giyim, ulaşım, sağlık, konut, akaryakıt gibi mal ve hizmetlerini hangi ağırlıkta kullandıklarına dair anket uygulamasıyla sorular sorulur ve başka anketler kullanılarak temsili hanenin bütçesinde yer alan mallar ve hizmetlerin neler olduğu ve bunların bütçelerinde ne kadar ağırlık tuttuğu belirlenir. Bu mal ve hizmetler ağırlıklarıyla enflasyon sepeti dediğimiz yerde toplanır. Tüketici sepetinde bulunmayan ürünler ve hizmetler enflasyon ölçümünün kapsamı dışında bırakılır. TÜFE sepeti için 12 ana grup ve 43 alt grupta yer alan 407 maddenin 28,015 farklı işyerinden fiyatı derlenmektedir. TÜFE endeksinin baz yılı 2003 yılı olarak alınmıştır ve o yılın endeksi 100’e eşit kabul edilmiştir. Sonraki yıllara ve aylara göre hesaplanan TÜFE endeksi ile bu endeksin karşılaştırılması sonucu enflasyonun ne kadar arttığı ölçülmektedir. ÜFE ise tarım ve ormancılık, madencilik ve taş ocakçılığı ürünleri, imalat sanayii gibi mal ve hizmet fiyatlarındaki değişimin üretici perspektifinden görünümüdür.
İktidarın enflasyon hesabındaki ayak oyunlarına gelecek olursak; ilk olarak 2005 yılında Zincirleme Fiyat Endeksi denilen yeni bir yöntemle enflasyon sepeti hesaplanmaya başlanmıştı. Bu yöntem; malların ve hizmetlerin sepetteki ağırlığının, her yılın aralık ayında, o yılın hane halkı bütçe verilerine dayanılarak tekrar belirlenmesine dayanıyor. Yeniden belirlenme aşamasındaysa; tüketimde önem kazanan mal ve hizmetler sepete dâhil edilirken önem kaybeden ürünler sepetten çıkartıldı. Süre bu kadar kısaltılmışken sepete müdahaleler de aynı hızda gerçekleşti. Öyle ki yoksul kesimlerin enflasyon sepetinde ciddi ağırlığı olan gıda ve alkolsüz içeceklerin endeksteki ağırlığı 2010, 2014, 2016, 2017 ve 2018 yılları için sırasıyla yüzde 27.6, 24.45, 23.68, 21.77 ve 25.4 şeklinde olmuştur. Bunun anlamı şu: Vatandaşın hissettiği enflasyonun en önemli kalemi olan bazı gıdalar sepetten dışlanmış ve ağırlıkları azaltılmıştır. İktidarın ucuz ve bol sıcak paranın olduğu dönemdeki ekonomi politikaları üretimin ithalata bağımlı hale gelmesini; Türkiye’nin tarım ve hayvancılıkta ithalatçı konumuna düşmesini beraberinde getirmiştir. Şimdilerde TL, Dolar-Euro karşısında değer kaybetmişken gıda fiyatlarının el yakması bu yüzden. Sendikaların hesaplarına göre Eylül ayı gıda enflasyonu yüzde 50’yi geçmiş durumda. Gıda enflasyonu yoksulların bütçesini zenginlere göre daha derinden sarsıyor. Araştırmalara göre, en yoksul yüzde 10’luk kesimin harcadığı her 100 liranın 31 lirası gıda masraflarına gidiyor, en zengin yüzde 10’luk kesiminse 100 liralık harcamasının içerisindeki gıdanın payı yalnızca 13 lira. Artan enflasyon rakamlarıyla birlikte iyice eriyen emekçinin maaşı açlık sınırının altındayken iktidarın enflasyonda kalem oyunlarıyla krizi örtbas etmeye çalışması boş bir çabaya dönüşmekten öteye gidemiyor.
AKP hükümeti krizi aşmak için ciddi borç arayışlarına girmiş durumda. İktidar elbette kendi şatafatından ödün vermeyecek. Önümüzde zor bir süreç emekçileri bekliyor. Tasarrufu kamu harcamalarından kısarak, sosyal yardım paketlerinde kesintiye giderek ve işçilerin çalışma haklarını tırpanlayarak gerçekleştireceklerdir. Böyle olmaması için emekçilerin mücadele etmeleri zorunluluktur.