Aşırı Sağ Brezilya'da Nasıl Kazandı? – Emre Güntekin

Aşırı Sağ Brezilya'da Nasıl Kazandı? – Emre Güntekin

Brezilya’da başkanlık seçimlerinin ikinci turundan zaferle ayrılan isim aşırı sağcı Jair Bolsonaro oldu. 14 yıldır Lula da Silva ve Dilma Rousseff gibi “sol reformist” isimlerin yönetimde olduğu Brezilya’da Bolsonaro’nun zaferiyle birlikte dünyada yükselen sağ yönetimler rüzgârına teslim olmuş oldu. Bolsonaro oyların % 55’ini alırken, rakibi İşçi Partisi (PT) adayı Fernando Haddad’ın oy oranı % 45’te kaldı.

Brezilya’da seçimleri Bolsonaro’nun kazanması uluslararası sürecin bir devamı olarak okunmalı. Otoriterlik, ırkçılık, cinsiyetçilik giderek tüm dünyada metropol ülkelerin tepesine çörekleniyor. Avrupa özellikle 2008 krizinin sonrasında yükselen işsizlik ve savaşlardan kaçan göçmenlerin yarattığı toplumsal çelişkiler ile uzunca bir süredir ırkçı-milliyetçi siyasal unsurların yükselişiyle karşı karşıya. Türkiye ve Rusya gibi ülkelerde ise otoriter eğilimler Erdoğan ve Putin şahsında kişilik kazanmıştı. ABD’de ise Trump’ın seçilmesi tüm dünyadaki sağ hareketler açısından bir güç kaynağı oldu. Dünyanın en büyük ekonomisinde Trump gibi ırkçı görüşlere sahip birinin seçilmesi tarihsel bir eğilimle karşı karşıya olduğumuzu göstermişti. Latin Amerika’nın en büyük, dünyanın sekizinci büyük ekonomisine sahip Brezilya’daki seçimlerde aşırı sağın zafer kazanması apayrı bir önem arz ediyor. Latin Amerika’da 20. yüzyılın başlangıcıyla birlikte Bolivya, Venezuela ve Brezilya gibi ülkelerde sol reformist unsurlar iktidara yükselmişlerdi. Brezilya’da 14 yıldır İşçi Partisi (PT) iktidarda bulunuyordu.

Peki, Nasıl oldu da 14 yıl boyunca sol yönetimlerin hüküm sürdüğü Brezilya’da Bolsonaro gibi homofobik, cinsiyetçi, insan haklarına düşman, Afrika kökenli göçmenlere karşı ırkçı yaklaşımlara sahip, Brezilya’nın diktatörlük geçmişini öven ve sıkça geçmişte sola işkence yapmakla ün kazanmış askerlere selam gönderen bir isim başkanlık seçimini kazanabildi?

Burada sorunu sol reformizmin Brezilya’da Lula da Silva ve Dilma Roussef gibi başkanlar döneminde yaşattığı tarihsel hayal kırıklığında aramak gerekiyor. Lula da Silva 2002 yılında iktidara yükselirken işçilikten gelen, sendikal mücadele geçmişine sahip bir isimdi. On yıllar boyunca askeri diktatörlük baskısı ve ekonomik krizlerin pençesinde yaşayan yoksul emekçi sınıfları etkileyebilmek için gereken bütün siyasal özelliklere sahip görünüyordu. Ancak Lula’nın iktidarda kaldığı sürede izlediği siyasal stratejiyi anlatabilecek tek bir kelime var: Pragmatizm.

Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan Brezilya’nın başında emekçi sınıfları mutlu edebilecek hamleler yapmadı değil: Bolsa Familia (aile ödeneği) programı ile yoksul vatandaşlar desteklendi ve sübvansiyonlar artırıldı. Ancak ülkedeki temel eşitsizlik kaynakları yerli yerinde durmaya devam etti. Lula bir yandan yoksul emekçilere destek programlarıyla, diğer taraftan uluslararası alanda İran, Venezuela, Küba gibi ABD’nin hedefindeki ülkelerle geliştirdiği siyasal ilişkiler ve “antiemperyalist” söylemlerle sistemden bağımsız bir sol figür rolü çizmeyi başardı. Ancak tablonun öteki yüzünde IMF ile uzlaşan, uluslararası ilişkilerde düzeni sarsacak hamlelerden kaçınan ve Brezilya sermayesinin isteklerini de harfiyen yerine getiren bir Lula yatıyor. Bu nedenle egemen sınıflar Lula’nın pragmatik yönelimine ve sol söylemlerine kimi zaman hoşlarına gitmese de göz yumdular. Netice de önemli olan nihai çıkarların korunmasıydı.

Diğer taraftan Brezilya da tıpkı Türkiye gibi küresel ölçekte parasal genişlemenin ve özellikle tarımsal ürünlerde fiyat artışının getirisiyle ekonomik olarak yalancı bir bahar yaşadı.  Ancak 2008 kriziyle birlikte tüm dünyayı etkisi altına ekonomik çöküşten Brezilya’da çok geçmeden nasibini aldı. Emekçilere yapılan sübvansiyonlarda kesintiye gidilirken, eşitsizlik ve yoksulluk giderek derinleşti. Bir bakıma ekonomik kriz Lula’nın ve sonrasında Roussef’in yüzündeki “reformist sol” maskeyi düşüren olay oldu.

Hatırlanacak olursa 2013 yılında bizdeki Gezi Direnişi ile paralel olarak Brezilya’da da emekçiler ve gençlik sokağa dökülmüştü. 2014 yılında Brezilya dünya kupasını düzenlerken, halkın protestolarına maruz kalmıştı. PT iktidarı yoksul favelalarda adeta sıkıyönetim ilan etmiş, emekçi sınıflar yoksullukla pençeleşirken milyarlarca doları futbol organizasyonuna aktarmıştı.

Brezilyalı emekçilerin sorunları sadece ekonomik meselelerle sınırlı kalmıyor. Yoksul emekçilerin yaşadığı favelalarda suç oranları üst düzeyde ve bu durum PT iktidarı döneminde çözülemedi. Şimdi ise Bolsonaro’nun suç oranlarını düşürmek için radikal önlemler alacağını açıklaması ilgi çekiyor.

 Brezilya’da sağ muhalefet 2013 yılında yükselen protestoları da manipüle ederken, diğer taraftan PT’yi iktidardan düşürmek için her türlü yöntemi denedi. Bir yandan PT’nin yoksullara verdiği kırıntılar üzerinden hayat koşulları kötürümleşen orta sınıfların ve üst sınıfların tepkileri yoksul emekçilere yönlendirildi. “Komünist” olarak nitelendirilen Lula ve Roussef üzerinden antikomünist kampanyalar örgütlendi. Venezeula’daki çöküş üzerinden bir korku iklimi yaratıldı. PT bütün bu süreçte toplumun alt sınıflarından yükselen mücadeleyi pasifize etti ve onları edilgenleştirdi. Bu durum sağ muhalefetin saldırılarına karşı PT’yi savunmasız hale getirdi. NE Dilma Roussef yargı kararıyla görevden alınırken, ne de seçimlerde aday olması beklenen ve hatta kazanması yüksek ihtimal olarak görülen Lula hapse atılırken yoksul emekçileri harekete geçiremedi. Sebebi çok basit: Yoksul emekçi kitleler 14 yıl boyunca PT tarafından oyalandıklarının son derece farkındalar.

Bolsonaro’yu iktidara taşıyan bu hayal kırıklığı oldu ve neredeyse bu birçok ülkede yaşanan süreçlerin kötü bir kopyası. Bolsonaro’nun iktidara yükselişi Latin Amerika için bir dönüm noktası yaratabilir. Kapitalist kriz derinleştikçe ve sol unsurlar alternatif üretemedikçe hemen her ülkede Bolsonaro benzeri siyasi şarlatanlar emekçi sınıfların sırtına basarak iktidara yürüyebilirler.

KATEGORİLER