SSCB’de Devrimci Bilimkurgunun Yükselişi ve Çöküşü-I |İsmail Kızılkılıç

960

Bilimkurgu, ya da Rusça’daki kullanımıyla “Fantastika”, Rusya’daki en parlak zamanlarını Ekim Devrimi sonrasında, 1920’li yıllarda yaşamıştı. Kaderi de devrimin kaderiyle çakışacak şekilde, Sovyet bilimkurgusu 20’lerin sonunda 30’lardan itibaren Stalin’in yükselişi ve iktidarını sağlamlaştırmasıyla birlikte hem nicelik hem de nitelik açısından gerilemiş ve çöküşe geçmiştir. Bu çöküş kendiliğinden değil, Ekim Devrimi’nin ideallerine ihanet eden yeni rejimin bilinçli sansür ve yasakları yüzünden gerçekleşmiştir. Bu yazımızda, Sovyet bilimkurgusunun altın yıllarına dair bazı eser örnekleri sunmayı ve sonrasındaki çöküşe zemin hazırlayan politik atmosferi özetlemeye çalışacağız.

Geçmiş yazımızda, Aleksandr Bogdanov’un Kızıl Yıldız adlı, 1908’te kaleme aldığı ve Mars’ta yaşanan bir sosyalizmi anlattığı bilimkurgu romanını tanıtmıştık*. 1917 Bolşevik Devrimi’nin ertesinde, sanatçıların baskı ve zincirlerden kurtulan hayal güçlerinin ürettiği sayısız vizyoner bilimkurgu eseri, Kızıl Yıldız’ın “paltosunun altından” çıkmıştı. Çarlık rejimini yok ederek tarih sahnesine –kısa süreli Paris Komünü’nden sonra- ilk işçi devleti olarak çıkan Sovyetlerde, geleceğin şehirlerinin ve gelecekteki yeni toplumun nasıl olacağına dair savlar öne süren bu eserler devlet matbaaları tarafından basılmakta, Bolşevik Parti yönetimi tarafından bu kurgusal tartışmalar gazete sayfalarında ve forumlarda teşvik edilmekteydi.

TROÇKİ’NİN GELECEK PROJEKSİYONU

Troçki’nin 1923’te yayınlanan “Edebiyat ve Devrim” adlı kitabının son sayfalarını mini bir ütopya denemesi ve  komünizm döneminde dünyanın nasıl bir yer olacağına dair onun hayal gücünün projeksiyonu olarak kabul edebiliriz. Troçki bu sayfalarda “Karınca gibi yığılan meydan ve sokakların”, eskimiş bozulmuş şehirlerin ortadan kalkacağını ve yeni bir “mimari demokrasinin” ortaya çıkacağını, sıradan insanların kitle halinde, ellerinde pusulalarla görüş belirteceğini ve “gerçek halk partilerinin” yeni yapılacak “şehir-köylerin” doğasına karar vereceğini hayal ediyordu. (Türkiye’de Gezi isyanını ateşleyen sebep olarak Taksim’de bir parkın halka rağmen yok edilmek istenmesi olduğunu ve son günlerde yeniden dikte edilen Topçu Kışlası tartışmasını düşününce, bu hayalden halen ne kadar uzak olduğumuz aşikâr.) Troçki aynı sayfalarda günümüz biyonik insan tartışmalarını öngörmüşçesine şöyle devam ediyordu: “Gelecekteki yaşam monoton olmayacak. Fizyolojik bilim deneyleri bedeni dönüştürecek, metabolizma büyüklüğünü dengeleyecek ve ağır ölüm korkusunu azaltacak. Ortaya çıkacak olan ‘üstün insan’ da bir Aristoteles, bir Goethe, bir Marks zirvesine ulaşacak. Bu zirvelerin ötesinde de yeni zirveler yükselecek.”

Kayıtlar, 1920-1930 yılları arasında 200’e yakın ve aralarında roman, öykü, şiir, tiyatro oyunu ve film bulunan Sovyet bilimkurgu eseri yayınlandığını gösteriyor. Zirve noktası kabul edilen 1927 yılında, Rus yayıncılık tarihi için muazzam kabul edilebilecek olan 50 eser ortaya çıkıyor. Bunun dışında yabancı dillerden de 200’ün üzerinde, bilhassa Jules Verne ve H.G.Wells’ten olmak üzere çeviri yapıldığına rastlıyoruz. O dönem Avrupa ve ABD bilimkurgusuyla kıyaslandığında, Sovyet bilimkurgusunda geleceğe yönelik olumlu ve iyimser bakış ağırlıktaydı. Fakat bu olumlu ütopyalarda bile, adeta Stalinist periyotla beraber gelecek karanlık günlerin bir önsezisi nevinde ipuçlarına rastlamak mümkündü.

İLK UZUN METRAJLI BİLİMKURGU FİLMİ: AELİTA – MARS KRALİÇESİ

Aelita

Aleksey Tolstoy’un 1923 yılında yayınlanan “Aelita – Mars Kraliçesi” adlı romanı, yönetmen Yakor Protazonov tarafından 1924 yılında sinemaya uyarlandı. Aelita, 113 dakikalık süresiyle sinema tarihinin ilk uzun metrajlı bilimkurgu filmi olarak kabul edilmektedir. Sessiz çekilen film, “Anta… OdELI… Uta…” yazan şifreli bir mesaj ile açılış yapmaktadır. (Hatta film gösterime girmeden önce bu şifreli mesaj hiçbir açıklama olmaksızın dönemin Pravda’sında da günlerce yayınlanmış ve filme dair kitlelerde merak uyandırılarak bu yönüyle de bir tanıtım başarısı olmuştur.)

Mesajın içeriği çözülemezken, Moskova Radyo İstasyonu’nun başında bulunan hayalperest Los, mesajın Mars’tan geldiğini iddia edecektir. O esnada Mars hükümdarı  Tuskup ve beraberindeki “Büyükler” olarak bilinen yönetici sınıf, gezegeni totaliter bir rejim ile yönetmektedir. Gezegendeki işçi sınıfı ise ihtiyaç duyulmadığı anlarda bir soğuk
hava deposunda bekletilmektedir. Mars’taki yöneticilerden Gol, yakın gezegenlerdeki hayatı gözlemlemek için büyük bir teleskop icat edecek, Tuskup’un kızı Aelita da Los’u bu teleskop sayesinde keşfedecektir. Los, Aelita’nın kendisini izlediğini takıntı haline getirerek, radyo istasyonunda birlikte çalıştığı mühendis Spiridonov’un kimliğine bürünerek
bir uzay gemisi inşa edecektir. Yanına aldığı devrimci Gusev ile birlikte Mars’a varacak, ikili Mars’taki Büyükler tarafından hapse atılacak ama Aelita’nın yardımıyla gezegende proleter bir başkaldırının öncüsü olacaklardır. Fakat devrimin liderliğine soyunan Aelita sonrasında babası Tuskup gibi gezegeni “demir yumruğuyla” yönetmeye devam edecektir. Bu gelişme ile büyük bir şok yaşayan ve ihanete uğradığını düşünen Los, bu sefer Aelita’yı durdurmak için yeni mücadelelere girişecektir. Gerçeklik ile hayal gücü arasında aklı karışan Los, filmin sonunda bir tren istasyonunda uyanır ve film “Bu kadar hayal gücü yeter, yapacak çok iş var” repliğiyle sona erer.

YEVGENY ZAMYATİN: BİZ

76171Sovyet bilimkurgusu denildiğinde akla gelen başka bir isim elbette Yevgeny Zamyatin ve  “Biz” adlı distopya türünün
öncülerinden, Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sına ve Orwell’in 1984’üne öncülük eden eseri. 1920 yılında yayınlanan ve 1000 yıl sonrasındaki 2920 dünyasını anlatan “Biz”i farklı kılan, o dönem  SSCB’de komünist soldan ortaya konulan
bilimkurgu eserlerdeki olumlu ütopyacı eğilime karşı “Biz”de disütopik bir geleceğin kurgulanmış olmasıdır. Bu dönemde sayıları az da olsa eski Çarlık düzenini, teokratik bir Ortodoks yeni düzeni veya köylü anarşizmini savunan, “sosyal devrimci” bilimkurgulara da rastlanmakta, fakat bu eserler yeni rejime muhalif olsalar da devlet matbaaları tarafından basılmaktaydı. Savaş komünizmi dönemindeki  uygulamalardan ve çok sert geçen iç savaşın yarattığı atmosferden rahatsızlık duyan Zamyatin’in karamsar bir gelecek tablosu çizdiği “Biz”e dair değerlendirmelerde Zamyatin’in kapitalizmden tiksinircesine nefret ettiği ve Bolşevik geçmişinden genellikle bahsedilmez. Bogdanov’un “Kızıl Yıldız”ına bir cevap olarak kaleme aldığı yorumlanan “Biz”de, makinelere aşırı bağımlı ve özgürlüklerini yitiren, askeri düzen içinde hayatlarının her dakikası programlanmış ve artık robotlaşmış işçiler, doğadan kopuk büyüyen makine şehirler ve yurttaşlarının her hareketini takip eden “Gardiyanların Birleşik
Devleti” adlı bir polis devlet yer almaktadır. Biz evreninde insanların isimleri yoktur, kendilerine verilen numaralarla çağrılmaktadır ve devlet denetimi dışındaki cinsel birleşmeler yasaklanmıştır. Biz, yayınlandığı iç savaş koşullarında sansüre uğrayarak yasaklanmış, SSCB’de yeniden basılması ancak 1988’deki Glasnost periyodunda mümkün olabilmiştir.

Zamyatin, 1931’de Stalin’e bir yazar olarak bu ülkede kalmasının artık bir anlamı kalmadığını söyleyen ve ülkeden ayrılmak istediğini talep eden bir mektup yazmış ve Gorki’nin araya girmesiyle Stalin Zamyatin’in bu isteğini kabul
etmiştir. 1922’de eleştirmen A.K. Voronski “Biz” ile ilgili denemesinde, romandaki açık anti-sosyalist öğelere karşı çıkarak şöyle diyordu: “Bolşevikler, insanları devletin ökçesinin altında ezmeye çalışmıyorlar. Biz’de anlatılan sosyalizm, Bismarck’ın gerici ‘devlet sosyalizmine’ benzemektedir. Bolşevizm ‘Biz’ ve ‘Ben’ sentezine karşılık gelmektedir; ‘Ben’ üzerindeki ‘Biz’e değil! Makine benzeri hayat, asla bizim hedefimiz olamaz.Biz, makinelerin hafiflettiği bir hayat istiyoruz. Gelecekte – Biz romanındaki gibi- kâbus şehir ve yabani orman diye ikili bir dünya olmayacak, kentsel ve kırsal öğelerin insani bir bileşimi olacak.”

Zamyatin’in Biz romanı 1950’lerde Batı’da yeniden canlandırılarak yaygınlaştırıldı. Geç dönem Stalinizmle ve Orwell’in 1984’ü sonrasında totaliterlik kuramının ortaya çıkışıyla romanın, Sovyet gerçekliğinin bir yansıması olduğu fikri sürekli işlendi. Hâlbuki bu savlar, 1920-1930 döneminde SSCB’de üretilen bilimkurgu eserlerinde tam da Stalin ile cisimleşen “Gardiyanların Birleşik Devleti”nin gelişini önlemek için çırpınan vizyonerliği ve devrimci hayal gücünü görmezden gelmektedir.

(*) http://bolsevik.org/guncel/kizil-yildiz-ilkbolsevik-utopya-ismail-kizilkilic.html

KATEGORİLER
ETİKETLER