Gezi'nin Birinci Yıl Dönümünde Muhalefet ve Alternatif Üzerine – Derya Koca

14 Haziran, 2014
“İsyan ruhu memleketi kasıp kavuruyordu. Yüreklerde muazzam gizemli bir süreç yaşanıyordu: korku zincirleri kırılıyor,kendi bilincine varmaya vakit bulamadan bireysel kişilik kitle içinde eriyor, kitlenin kendisi de devrimci bir coşku içinde eriyordu. Kendisine miras kalan korkulardan ve hayali engellerden kurtulan kitle, yolun üzeirndeki gerçek engelleri görmek istemiyordu  ve göremezdi de. İşte onu gücü ve güçsüzlüğü burada yatıyordu. Fırtınanın kamçıladığı okyanus akıntısı gibi ileri atılıyordu. Her geçen gün halkın yeni bir katmanını ayağa kaldırıyor ve yeni olanaklar doğuruyordu.  Sanki birileri dev bir kepçeyi toplumsal kazanın dibine daldırıp karıştırıyordu… Ancak kendiliğinden patlayan öfke, politik bilinçlenme çalışmasını geride bırakıyordu, böylece hummalı örgütlenme girişimleri eyleme duyulan arzunun gerisinde kalıyordu. “
Yukarıdaki alıntı Gezi’nin ilk günleri üzerine yazılmış değildir. Yazarı Troçki’dir ve yıl 1905’tir. Rus Çarlığı altında inleyen milyonların ilk büyük uyanışı ve 1917 Ekimi’nin en büyük birikimlerinin yaratıldığı muazzam bir sıçrayıştır. 2013 Haziranı’nın Türkiye’si ile arasındaki benzerlik çarpıcıdır. Kitlelerdeki uyanışın yarattığı heyecan da sorunlar da evrensel benzerlikler gösterir. Aynı sebeple insanlığın değişmeyen devrim sorunu o günden bugüne de aynıdır; bir önderlik sorunudur. Gezi ayaklanmasının birinci yolunu doldurduğu şu günlerde ise bu soruna eğilmenin vaktidir.
Bir Uyanış
Her şeyden önce toplumsal muhalefetin büyük bir sıçrama yaptığı Gezi, bir sonuçtur. Yıllardır örgütsüzlük, yoksulluk ve baskı ile terbiye edilmek istenen geniş kesimlerde var olan AKP karşıtı bir öfkenin sonucu. Gezi, egemen sınıfını henüz yenememiş olsa da ciddi bir zayıflama ve meşruiyet kaybına yol açmıştır.
Meşruiyetini sağlamak için toplumsal kutuplaşma üzerinden güçlenme stratejisine sarılan AKP, Türkiye tarihinin en önemli toplumsal mücadele deneyiminden biri olan Haziran Direnişi’ne, yolsuzluk skandalına ve cemaat ile kopan bağların ardından yaşadığı depreme rağmen yerel seçimlerden kendisi adına zaferle çıktı. Tabii bu süre zarfında da polis terörü yılmak bilmeyen bir sokak hareketini bitirmek üzere sokaklara salındı. İlk aylarda Ethem, Abdullah, Ali İsmail, Medeni, Mehmet direnişin şehidi olmuşlardı. Polis terörünü sistematikleştiren AKP iktidarı ile uzun süreli bir sokak çatışmasına giren kitleler, politik bir hedef ve liderlik sorunu sebebiyle o hepimizin de malumu olan çıkmazı hissederek sokaklardan bir süre çekildiler. Berkin Elvan’ın cenazesi ve Soma katliamı ardından yapılan protestolar ise bu dinamiğin yakıcı gündemlerde yüz binlere ulaşabildiğini gösterdi.
Gezi ve Önderlik Sorunu
AKP Türkiye’sinde piyasacılığın, özelleştirmenin ve baskının altında özellikle işçi sınıfı tekil örnekler dışında suskun bir dönem geçirmektedir. %9’lara inmiş sendikalaşma oranıyla ve çok ucuz iş gücü olması ile adeta köleleştirilerek susturulmakta, günde ortalama 6 iş cinayeti vahşi kapitalizm tarafından katledilmekte. Ancak düzeni temellerinden sallayabilecek olan emekçi sınıflar Gezi direnişine damgasını vuramadı. Gezi milyonları sokağa dökse de ve bunların önemli bir kısmı yoksul, emekçi sınıflardan oluşsa da bir sınıf olarak kollektif güçlerini sokaklarda gösteremediler. Emekçilerin çok büyük bir kısmı ise AKP’ye olan desteğine devam etti. İşte aşmamız gereken büyük bir çelişki ve sınırlılık.
Karşısında mücadele ettiğimiz AKP’nin yaptırım gücü pek olmayan protesto hareketleriyle devrilmeyecek kadar güçlü olduğu görüldü. Arap emekçilerinin onlarca yıllık diktatörlükleri nasıl devirdiğini bir hatırlayalım. Mısır gibi Sünni Müslüman ve Hıristiyan toplumları birarada yaşadığı bir ülkede toplumsal kutuplaşmaya alan tanımayan olgu emekçilerin; yani dini ne olursa olsun bir sınıfın masaya yumruğunu vurmasıydı. Devrim, emekçilerin sokak ve grev gücü ile devrilmişti. Hüsnü Mübarek’i deviren vurucu güç genel grev olmuştu.
Türkiye solu ise bunu başaramadığı ölçüde çözümsüz kaldı. Elbette bunun otuz yıl önceye götürebileceğimiz bir dizi sebebi var. Onlarca yıldır süregiden ağır politik krizlere alışkın bir sol hareketin bir anda emekçi sınıflarla buluşabilmesi mümkün olmamaktadır.Uluslararası ve tarihsel bir hesaplaşmadan yenik ayrılmış bir solun genç kuşak militanlara ulaşamaması krizi, Gezi’nin bugün sıkışıp kaldığı noktayı işaret etmektedir.
Sosyalist solun zaafları olduğu kadar güçlü yanları da elbette bulunmakta. Sol, sokağa önderlik etmek konusunda militan bir geçmişe sahip. Tabiri caizse en iyi olduğu konu bu. Hal böyle olunca kitlelerin politizasyonu, örgütlenmesi ve bunlara yönelik taktik ve stratejiler geliştirmek bir kenara atılarak en iyi bilinen yönteme başvuruluyor; kitleler kuru kuruya sokağa ve polisle çatışmaya davete devam ediliyor. Bu tek kelimeyle kolaycılıktır. İlk bakışta çok militan görünen bu tavır, ardında büyük bir tehlikeyi barındırıyor: Polis terörünün gittikçe dozunun arttığı şu zamanlarda eylemlerin ve katılımcılarının giderek azalması, solun eski atıllığına geri dönmesi ve geniş toplumsal kesimlerle arasındaki ,kapanmaya henüz başlamış olan, uçurumun yeniden açılmaya başlaması. Bu tehlikenin kendisini en iyi hissettirdiği zaman 1 Mayıs eylemleri oldu. İstanbul’da bu seneki çatışmalarda sosyalistlerin resmen kendisiyle baş başa kalması hiç iyi bir işaret değil; Ankara’da ise hiçbir politik çalışma olmaksızın ve Sıhhiye’deki büyük mitingin bölünmesi pahasına Kızılay’a kitleleri çatışmaya çatışmaya çağırmak eski ezberlerin devam ettirildiğini gösteriyor.
Politik krizi aşmaya yönelik bir başka tavır ise çeşitli ittifaklar kurmak oldu. Farklı bir öyküsü olsa da Gezi’nin arifesinde kurulan ve “bu daha başlangıç” sloganını kongresinde kullanan HDP – şu an uzun uzun tartışmaya açamayacağımız ancak daha önce tartıştığımız bir dizi sebeple- büyük oranda potansiyellerini tüketerek bir iç krize sürüklenmiştir. Diğer taraftan, Gezi’nin geniş dinamiklerini biraraya getirme iddiasında olan Sol Cephe, Birleşik Muhalefet Hareketi (BMH) gibi çağrılar ise özünde çağrıcılığını yapan kurumların vitrinlerini değiştirmekten başka bir şey ifade etmemektedir. Sol Cephe ile TKP’nin; BMH ile ÖDP ve EHP’nin -laiklik, kamuculuk, bağımsızlıkçılık gibi sosyalistlerin bile sadece bir kısmının imzasını atacağı ilkeleri baştan belirleyerek- sadece kendi çevrelerini toparlamak derdinde oldukları açıktır. Var olan örgütsel ve siyasal hattaki sorunlar bu yeni kopya örgütlere de aktarılıyor ve sonuç olarak hiçbir şey değişmiyor. Bu tür birliktelikleri oluştururken her seferinde eleştirilen örneklerin aynısını yaratmak; bu sefer bağımsız unsurlar ile örgütleyeceğiz demek bir yöntem olarak yeterli değil. Artık sonuç vermiyor. Daha önce de vermemişti. Ortak bir kampanya örgütlerken bir siyasal parti inşa eder gibi hareket etmek doğru değildir. Bizim şu an ihtiyacını duyduğumuz şey örneğin geniş kesimlerin, örneğin “polis terörü son bulsun” gibi bir talebi yükseltebileceği diyebileceği bir somut kampanyadır. Bu kampanyada tartışacağımız şey yöntem ve somut iş olacaktır. Bağımsızlık, laiklik, barış içinde birarada yaşamak gibi çok muğlak ve tartışmalı kavramlar üzerine bir sonuca varmayacak programatik tartışmalara girmeye gerek yoktur. İlkeli olmak ile kendi dar programını ittifak diye sunarak platformu daraltmanın farklı olduğu gözden kaçırılıyor ve birbirine karıştırılıyor.  Sorun da tam olarak burada.
O halde bu tarz girişimler neden var? Cevabı böylesine bir krizin yarattığı sıkışmışlığın basıncı. Oysa ne BMH’nin, ne de Sol Cephe’nin gerçek bir birleşik toplumsal muhalefeti örmek gibi bir niyeti yoktur. Eski bir alışkanlıkla birleşme çağrılarının birbirinin kopyası olarak tekrar edilmesi ciddi bir sorun. Yöntemsel yeniliklere ihtiyaç varken eskimiş ve işe yaramadığı kanıtlanmış bu tarz girişimlerin iyi sonuç vermeyeceğini görmek zor olmasa gerek.   
Çözüm
Gezi direnişinin politik önderliğini yaratmak ve egemen sınıfın, AKP iktidarının karşısında muhalefeti devrimci kanallara akıtacak bir örgüt çıkarmak bugünden yarına yapılabilecek basit bir iş değil. Bir sihirli değnek olsa elbet bugüne kadar kullanılırdı. Türkiye solunun bugünkü teorik ve pratik yapısıyla böylesine ağır bir önderlik krizine yanıt veremeyeceği ortadadır. Bu politik alternatif var olan unsurların içerisinde çıkamamıştır ve uzun vadeli hedef bu olmalıdır. Ancak bu yok diye kenara çekilmek de devrimci bir tavır olamaz.
Sosyalist solun kısa vadeli ve acil görevleri de vardır; bunlar, şu an içinde bulunduğumuz krize pratik çözümler üretmek, sosyalist solun boy atmasını sağlamak, egemen sınıfın meşruiyet yitimini devrimci alternatifle birleştirerek derinleştirmektir. Bu da bazı pratiklerle mümkün olabilir. Nedir bu pratikler? Birincisi, soyut örgütlenme çağrılarının yerine, kitlelerin kendi taleplerini dile getiren kampanyalar içinde örgütlenmesinin önü açılmalıdır. Biber gazının yasaklanması, özelleştirmelerin iptali, taşeronun yasaklanması, polis terörünün son bulması gibi talepler temel alınabilir. Bu tarz bir politik kampanya kültürünün yaratılması ve Haziran Direnişi’nde polisle çatışmaktan kaçınmayan geniş kesimlerin politik çalışma içerisinde de konumlandırılabilmesi Gezi’nin bir politik alternatif yaratabilme sorununun çözülmesini kolaylaştıracaktır. Bu yolun açılması, çok canlı bir dinamiğe sahip olsa da kabuğunun içine sıkışıp kalma haline bir son verebilir. İkinci aşamada politik hedefler etrafında örgütlenen kitleler hem örgütlenir, hem de sol güç kazanır. Sonuç olarak politik alternatif olarak bu talepler temelli hareketin içinden sol bir temsiliyet çıkabilir. Yani siyasal alternatif, kendinden menkul ve görünüşte tabandan örgütleniyormuş görüntüsü altında değil; somut işler etrafından organik yollarla kitlelerin talepleri yine kitlelerin kendilerinin sahiplendiği geniş platformlar oluşturulursa yaratılabilir.
Sonuç
AKP, içinde bulunduğu meşruiyet krizini, sokakların inatçı mücadelesi karşısında aşmaya çalışırken dört nala polis terörünü uygulamaya devam ediyor. İnsanlar, Gezi Direnişi’nin birinci yıl dönümünde sokakları yeniden dolduruyor ve savaş tedbirlerini andıran her türlü baskıya rağmen büyük bir iradeyle sokağa dökülebiliyor. Ancak Gezi’nin kendiliğinden bir güç ile bizleri başarıya ulaştıracağı gibi bir romantizmin hayatta karşılığı olmadığı açıktır. Eğer elimizdeki bu tarihi fırsatları tepmek ve devrim gününü birkaç kuşak daha ertelemek istemiyorsak derhal harekete geçmek zorundayız. AKP’nin devamlı kazandığı, sokakların devamlı kaybettiği ve ezildiği psikolojisi daha yeni politize olmuş gençliğe sirayet etmeden ve Gezi ile biraraya gelmiş milyonlardan izole olmadan bu büyük haklı davamızı büyütmek zorundayız. İşimiz kolay değil. Ancak elimizde tarihi fırsatlar var. İnsanlar sonuç almak istiyor. Ve bu fırsatları sekterlik, eski alışkanlıklar ve dar grupçu bakış açısı sonucu yitirmemek gerek. Hele ki sokaklarda milyonlar “ Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” diye haykırırken.
KATEGORİLER
ETİKETLER