Sosyalist Özel Eğitim Emekçileriyle Röportaj: "Değersizleştiren Kapitalizmin Kendisi"
Aksaray’da otizmli öğrencilerin veliler tarafından yuhalanması üzerine fiziksel ve zihinsel engelli öğrencilerle çalışan sosyalist özel eğitim ve rehabilitasyon emekçileriyle bir sohbet gerçekleştirdik. Engelli öğrencilerin, MEB uygulamalarının ve özel çocukların toplumdaki yerine dair sorular sorduk.
S.G: Geçtiğimiz günlerde Aksaray’da Mehmetçik İlkokulunda eğitim gören otizmli öğrencilerin, diğer öğrencilerin velileri tarafından yuhalanması ülke çapında çok ciddi tepkilere neden oldu. Sizler engelli bireylerle çalışan emekçiler olarak bu yaşanılan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Aksaray’da yaşanılan bu olay engelli bireylerin toplumda yaşadığı sorunların sadece bir parçası. Engelli bireyler toplumda değer görmeyen bireyler olarak kodlanmış durumdalar. Haliyle vatandaştaki yansıması da böyle oluyor. Yaşanılan bu durumu protesto eden vatandaşların vicdansız ve kötü bireyler olmaları üzerinden açıklamak doğru değil.
S.G: Yaşanılan bu olayı nasıl değerlendirmek gerekiyor biraz daha açar mısınız?
-Bunu bir sistem sorunu olarak görmek gerekir. Kapitalist sistem sürekliliğini, sömürülecek genç işçi kuşaklarının varlığıyla sağlıyor. Her şeye kar odaklı bakan bu sistem için engelli ve yaşlı bireyler kamburdan başka bir şey değil. Kapitalizm, kendisi için yararlı olmayanı bir kenara atan, toplumu da içten içe böyle bir algılayışla şekillendiren bir sistem. Haliyle içinde yaşadığımız bu düzen, işine yaramadığını düşündüğü bireyler için tek kuruş harcama niyetinde değil. Bir kenara atılmışlık durumu da engellilerin “kötü”, “tehlikeli”, “zararlı” gibi gösterilmesiyle toplumsal anlamda dışlanmasına dönüşüyor. Önyargılar, toplumda bu tür üzücü olayları tetikliyor.
Aslında pek çok veli, öğrencisinin başarısız olacağından; özel öğrencilerin kendi çocuğunun gelişiminden olumsuz yönde etkileneceğinden endişe ediyor çünkü Afyon’daki o okulda görüldüğü gibi okul müdürünün ayrımcı ifadelerle olayı tetiklemesi söz konusu. Tek bir örneğe bakılarak tüm ülke adına böyle olumsuz bir tablo çizmek doğru değil. Toplumdaki önyargılarla mücadele etmek istiyorsak, engelli çocuklarımız ve yurttaşlarımız için hakların ilerletilmesi konusuna odaklanmamız gerekir.
S.G: Aksaray’da yaşanılan bu olay engelli bireylerin eğitim hakkının engellenmeye çalışılması üzerine tartışmaları da gündeme getirdi. Peki, sizce eğitim sisteminin çarpıklığının engelli bireyler üzerindeki yansımaları neler? Bu bireyler eğitim hakkından ne kadar yararlanabiliyor?
-Bu öğrenciler, aldıkları sağlık ve RAM raporu doğrultusunda rehabilitasyon merkezlerinde sadece haftada sadece 2 saat ders görebiliyorlar. Rehabilitasyon merkezleri tamamen özel sektörün insafına terk edilmiş durumda. Tamamen ticari kaygılarla yaklaşıldığı için durum hem eğitim emekçileri hem de öğrenciler açısından hiç de sağlıklı bir eğitim ve iş ortamı oluşturmuyor. Bu bireylere devlet okullarında verilen eğitim de yeterli değil. Örgün eğitime devam edebilecek durumda olan çocuklar “kaynaştırma eğitimi” adı altında derslere katılabiliyorlar. Ancak birçok konuda arkadaşlarından geri kalıyorlar. Öğretmenler de zaten kalabalık olan sınıflarda onlara yeterli desteği veremiyor. Ayrıca ihtiyaç duyulan desteği alabilmeleri için haftalık en fazla 8 saat olacak şekilde “destek eğitim programı” uygulamaları da yer alıyor. Bu uygulama sadece Türkçe ve matematik derslerini kapsıyor. Çocuk bu ders saatlerinde sınıftan alınıp destek eğitim sınıfında ders götürülüyor. Ancak öğretmen yetersizliği nedeniyle bu derslerden de 8 saat faydalanmak yerine 2 veya 4 ders saati şeklinde eğitim alıyorlar. Bazen bunu bile alamadıkları oluyor.
Örgün eğitimdeki başka bir uygulama da çocukların daha iyi bir eğitim alabilmeleri için “özel eğitim alt sınıfıları”dır. Çocuklar bu sınıflarda özel eğitim alan öğretmeni tarafından ders alabilmektedir. Ancak yeterli özel eğitim alan öğretmeni atanmadığı için sınıflar oluşturulamıyor. Bazen de aynı tanıdaki öğrencilere ayrı bir sınıf açılarak bazı dersleri ortak almaları sağlanabiliyor. Aksaray’daki okulda oluşturulan özel eğitim sınıfı da bu kategoride yer alıyor. Fakat bu özel eğitim süreci “öğrencileri izole etme” mantığıyla değil; özel ihtiyaçlarına uygun özel ve yoğun emek verilen bir sürecin gerekliliği mantığıyla yapıldığı zaman bir anlamı var. Aksi takdirde böyle önyargılara kapı aralanır.
Örgün okulların dışında kaynaştırma eğitimine uygun olmayan öğrenciler için de “özel eğitim uygulama okulları” bulunmaktadır. Öğrenciler bu okullara tam gün devam ederek raporları doğrultusunda eğitim alabilmektedir. Ancak buradaki problem de yeterli uygulama okulunun olmaması. Zaten kontenjanı sınırlı olan okuldaki sınıflarda 8-10 öğrenci yer alabiliyor. İhtiyacı olan birçok çocuk, hakları olan eğitimden mahrum kalıyor.
Bir de öğretmen istihdamı sorunu var. Yeterli özel eğitim öğretmeni olmadığı için “özel eğitim eğiticisi sertifikası” alan ücretli öğretmenler işe alınarak bu açık kapatılmaya çalışılıyor. Eğitimi veren ücretli öğretmen elinden geleni yapsa da en fazla dönem sonuna kadar kalabiliyor. Çünkü ikinci dönemde onun yerine başka birine görevlendirme verilip işine son verilebiliyor ya da başka bir ihtimalle farklı bir okulda görevlendiriliyor. Sonuç olarak, öğrenci öğretmenine alışamadan yeni bir öğretmenle eğitim yapmak durumunda kalıyor.
Lise düzeyine gelebilmiş özel eğitim öğrencileri için de “iş okulları” olarak bilinen “özel eğitim meslek okulları” da bulunmaktadır. Öğrenciler bu okullarda takı tasarımı, turizm otelcilik gibi bölümlerde mesleki eğitim alıyorlar. Ancak bu okulların da sayısı çok az ve öğrenciler bu haklarından yeterince faydalanamıyorlar. Kısaca belirtmek gerekirse hem öğrenciler hem de öğretmenler için yeterli okul ve ihtiyacı karşılayacak bir uygulama bulunmuyor.
S.G: Tüm bu zorlu eğitim sürecini atlatan öğrencilerin ne kadarı istihdam edilebiliyor?
-Lise düzeyine gelerek eğitimi tamamlayan özel eğitim öğrencisi, raporu doğrultusunda üniversite sınavlarına girebiliyor. Ayrıca eKPSS’ye katılarak tercih ettikleri alanda kamu kurumlarına atanabiliyorlar. Ancak mezun olan bireylerden çok azı atanabiliyor. Bu oran yüzde 20’nin altında. Geriye kalanlar özel sektörde iş bulabilirlerse açlık sınırında ücretlerle, niteliksiz işlerde, emekleri sömürülerek çalıştırılıyorlar ya da hiçbir işte çalıştırılmadığı için eve kapanmak zorunda kalıyorlar. Toplumdan izole edilip dışlanıyorlar. Ve ailelerinin, çoğunlukla da kadınların bakımı ile ayakta kalmaya mahkum ediliyorlar. Yani aslında hem engelliler hem de bakım yükünü taşımaya çalışan aileler bu süreçte çok ciddi yıpranıyorlar. Bu süreçlerden en çok yoksul emekçi aileleri etkileniyor. Geçim yükü, engelli ve/veya hasta aile bireylerinin bakım güçlüğü ile birleştiğinde çok zor bir hayat yükü omuzlara biniyor.
S.G: Sizce var olan sistem içerisinde engelli bireyler eşit bir yaşam sürebilir mi?
-İçinde bulunduğumuz sistem engelli bireyleri; evlerine mahkum edilmesi, konulan tanılarının saklanılmaya çalışılması, onları toplumda yokmuş gibi gösterilmeye çalışılması gibi problemlerle mücadele etmeye zorluyor. Sistem üretim sürecine sağladığınız katkıya göre size değer biçiyor. Engelliler, emekliler ve yaşlılar gibi kendisi için kar getirmeyen usurlara kaynak ayırmak istemiyor. Engelliler, yaşlılar ve bakıma muhtaç olanlar eşit yurttaşlar olarak adil bir yaşam istiyor. Hem toplumsal olarak kabul görmeleri hem de kendilerini bu toplumun içinde yer edinebilmeleri için onların haklarını koruyan, farklılıklarını kabul eden bir sisteme ihtiyaç var. Bu sistem kapitalist sistem içerisinde kurulamaz. Toplum dışına itilmiş bireylerin yeniden topluma faydalı ve kendi yetenekleri doğrultusunda üretken bir yaşam kurabilmeleri mümkün. Emek, özveri ve adaletli bir muamele gördüklerinde “bir işe yaramadığı” söylenen engelli insanların nasıl başarılı olabildiği biliniyor. Engelleri kapitalizm yaratıyor, bu engeller aşılmak zorunda.