ABD’nin “İşçi Bayramı” ve Pullman Grevi

ABD’nin “İşçi Bayramı” ve Pullman Grevi


ABD’de dün (2 Eylül) “İşçi Bayramı”ydı. İlk bakışta bir tuhaflık görebilirsiniz. Tüm dünyada 1 Mayıslar ABD’de 1880’lerde yükselen 8 saatlik işgünü mücadelesinin tarihsel bir mirası olarak emek ve mücadele bayramına dönüşürken, ABD neden Eylül ayının ilk Pazartesi gününü “İşçi Bayramı” kutluyor? Öte yandan 1 Mayıs’ı yaratan mücadelenin temel sloganı ‘Sekiz Saat Çalışma, Sekiz Saat Dinlenme, Sekiz Saat Canımız Ne İsterse!’ idi. Peki bugün Amerikan işçi sınıfı sekiz saat çalışıp, sekiz saat dinlenip, sekiz saat de canı ne isterse yapabiliyor mu?
İlk soruya yanıt verecek olursak… Kutlamaların içeriği Amerikan kapitalizmi tarafından o kadar boşaltılmış ki işçi bayramı günü sıradan bir tatille, “hot dog sezonunun bitişi”yle, son bir kez deniz tatili yapabilme şansıyla, çılgın alışveriş kampanyalarıyla, NFL sezonunun açılışıyla veya siyah kıyafetlerin yerini beyaz kıyafetlere bırakmasıyla özdeşleştirilmiş halde. Elbette günün anlam ve öneminde işçi sınıfı mücadelesine dair en ufak bir politik ve kültürel bir kod bulabilmek mümkün değil. Oysaki her ne kadar ABD’li egemenler her ne kadar kanlı Haymarket Katliamı ve işçi sınıfının 8 saatlik işgünü için verdiği kahramanca mücadele ile özdeşleşen 1 Mayıs’a bir alternatif yaratma amacıyla bu günü ilan etmiş olsalar da, bu bayramın da köklerinde 1 Mayıs’ın yarattığı sınıf mücadelesi dalgası yatıyor.

Pullman Grevi’nin Hikâyesi

1800’lerin ikinci yarısında dünyada sınıf mücadelesinin en canlı ve radikal dinamiklerinden birisi Amerikan işçi sınıfının mücadelesiydi. ABD’li egemenler ise özellikle 1880’lerde zirve noktasına ulaşan bu mücadeleye karşı her türlü kirli yönteme başvurdular: Amerikan mafyasından devşirilen grev kırıcı çeteler, kitle katliamları idamlar… ABD kapitalizminin hızlı büyüme ve uluslararası rekabete güçlü bir şekilde dahil olma kaygısının ve bugünkü emperyalist liderliğin yaratılmasının altında böylesine kanlı bir geçmiş yatmaktadır. 1886’da gerçekleşen ve işçi sınıfına yönelik büyük bir baskı dalgasının başlamasına yol açacak olan Haymarket Katliamı’nın üzerinden 4 yıl geçtikten sonra II. Enternasyonal 1889 Paris Kongresi’nde 1890 yılından itibaren mücadelenin başladığı gün olan 1 Mayıs “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan edildi.
Bu karar Amerikan işçi sınıfının fiili olarak yaptığı eylemlerin uluslararası alanda sembolleşmesine yol açtı. Her yıl on binlerce emekçi her türlü baskıya rağmen 1 Mayıs’ta “daha az iş, daha çok ücret” sloganlarıyla alanları doldurmaktan çekinmiyordu.
28 Haziran 1894 tarihine gelindiğinde ise bu sefer ABD Başkanı Gregor Cleveland bir karara imza atarak Eylül ayının ilk pazartesi gününün “İşçi Bayramı” olarak kutlanmasını yasallaştırdı. Peki,neden böyle bir karar alma gereği hissetti? Tıpkı 1 Mayıs gibi bu günün arkasında da Amerikan işçi sınıfı tarihinin kahramanca mücadelelerinden birisi yatıyor.
11 Mayıs-20 Haziran 1894 tarihleri arasında gerçekleştirilen Pullman Grevi neredeyse bütün Orta-Batı ABD’nin ulaşım ağını felç etmişti. Greve demiryolu taşımacılığında kullanılan araçları üreten Pullman Place Car Company’nin zaten düşük olan ücretleri % 25 daha azaltması yol açmıştı. Öte yandan işçiler Pullman’ın kendisine ait evlerde kalmak zorundaydılar ve ücretleri düşmesine rağmen kiraların sabit tutulmasına öfkelilerdi. Hayat standartları zaten düşük olan işçiler, ücretlerin azaltılmasıyla açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırken; işçilerin temsilcileri düşük ücretler, kötü yaşam koşulları ve 16 saatlik çalışma süresi ile ilgili şikayetleri doğrudan şirketin sahibi olan George M. Pullman’a iletmek istediler. Fakat Pullman görüşmek bir yana işçilere ateş açılması emri verdi. Bu gelişme üzerine işçiler 11 Mayıs 1894’te greve çıktılar. İşçilerin büyük çoğunluğunun yaşadığı Chicago’da başta olmak üzere birçok kentte greve büyük bir sempati oluşmuştu.
İşçilerin mücadelesi kendiliğinden bir şekilde patlak verse de liderliğini kısa zaman içinde, Nisan 1894’te Büyük Kuzey Demiryolu Şirketi’nde başarılı bir grev örgütleyen Amerikan Demiryolu Sendikası (ARU) üstlendi. ARU’nun başkanı ise Amerikan işçi sınıfı tarihinde önemli bir yeri olan Eugene V. Debs’ti. Debs’in önerisiyle Pulmann’a karşı grevle birlikte büyük bir boykot örgütlendi.
27 Haziran’da 5 bin demiryolu işçisi iş bırakırken, bir sonraki gün sayı 40 bine, üçüncü günse yüz binlere ulaştı. 30 Haziran’da sayı 125 bin kişi greve aktif olarak destek verdi. Grevin gücü ve radikalizmi ABD egemenlerini oldukça korkuturken, Temmuz ayının başında greve yönelik savaş hazırlıklarının startı verildi. Amerikan yönetimi grevi zor yoluyla bastırma konusunda karar almıştı. 3 Temmuz’da yaklaşık 15 bin ağır silahlarla donatılmış asker, polis ve muhafız grevci işlerin üzerine gönderildi. 4 Temmuz’da işçiler askeri birliklerin ilerleyişini engellemek için barikatları yükseltmişlerdi. Yüzlerce demiryolu aracı Güney Chicago’da ateşe verilmişti. 7 Temmuz’da kitlenin üzerine ateş açılırken 34 işçi katledildi.
Debs ise grevi sonlandırma çağrısı yaparken şiddete karışmayan işçilerin yeniden işe alınacağını duyurdu. Bu süreçte grev kırılmış ve şirket sendikalı olmayan işçileri işe alarak yeniden faaliyete geçmişti. 2 Ağustos’ta ise grevci işçilerin ancak yeniden sendikaya üye olmama şartıyla işe dönebileceği belirtilmişti.
Öte yandan grevin uzaması ve Amerikan devletinin provokasyonlarıyla artan şiddet kamuoyunda greve yönelik sempatinin de azalmasına yol açmıştı. 27 eyalette 250 bin  kişiyi içine çeken grev dalgası geniş bir coğrafyada ulaşımın tamamen kilitlenmesine yol açmıştı. Örneğin tarım ürünlerinin nakliyesinde yaşanan sıkıntılar, ticaretin düşmesi küçük burjuvaziyi ve köylülüğü işçi sınıfı mücadelesine karşı öfkeyle dolduruyordu. Yalnızlaşan işçi sınıfı için yenilgi kaçınılmaz görünüyordu. 3 Ağustos’ta grev tamamen ezilmişti. Mücadelenin gerilemesiyle birlikte bütün yatıştırma çabalarına rağmen Eugene Debs’e, sendikaya ve mücadeleci işçilere karşı ulusal basında geniş bir kara propaganda dalgası başlatıldı. Debs’le birlikte 71 işçi işçi tutuklandı, grevde sonuna kadar işçiler kara listelere alındı. ARU ise yasaklanarak feshedildi.
Pullman Grevi ABD işçi sınıfının sınıf bilincinin gelişiminde önemli bir etki yarattı. Özellikle devletin topyekün saldırısı kapitalist sistem içerisinde sermaye-devlet ilişkilerinin organik bağını işçi sınıfının bilincinde gün yüzüne çıkarmıştı. Grevin ulusal çapta harekete geçirdiği enerji ise egemen sınıflar cephesinde dehşet yaratmıştı. İşçi sınıfı birlikte hareket ettiğinde neleri başarabileceğine dair örnekler kafalarında canlanmıştı. Öte yandan mücadele öncesinde düşünceleri sendikal mücadelenin ötesine çok fazla geçmeyen Eugene Debs, hapishane yıllarında başta Kapital olmak üzere Marksist klasiklerle tanışarak sosyalizme doğru yol alırken, Amerikan işçi sınıfı içerisinde sosyalist fikirler daha geniş yankı uyandırmaya başlayacaktı. Hapisten çıktığında Chicago’da 100 bine yakın insan tarafından karşılanması bu etkinin bir göstergesiydi.
İşte ABD’de Eylül ayının ilk pazartesi gününün “İşçi Bayramı” olarak resmileştirilmesinde böylesine muazzam bir mücadele geçmişi yatıyor. ABD’li egemenler tabiri caizse kutlayacaksanız bizim “İşçi Bayramı”mızı kutlayın derken, elinden geldiğin Amerikan işçi sınıfının şanlı geçmişini unutturmaya, mücadele günlerini kapitalist kültürün işgali için her aracı devreye sokmaya çalışıyor. Çünkü ABD’de ve dünyada kapitalizm aynı 1880’lerdeki yönetici sınıfların saldırganlığını ve vahşi sömürüsünü sürdürmeye devam ediyor. Uzun çalışma saatleri, düşük ücretler hala kapitalizmin aşamadığı aşamayacağı, ancak sosyalist önlemlerle ortadan kaldırılabilecek çelişkiler olarak varlığını korumaya devam ediyor. Fırsat verildiği takdirde, yaşadığı hayattan beklentisi kalmamış işçi sınıfı içerisinden Pullman Grevi gibi deneyimlerin fışkıracağını öngörebiliyorlar. Öte yandan sosyalist fikirler 1880’lerin ABD’sinden daha canlı ve daha somut bir alternatif olarak insanlığa umut olmaya devam ediyor.
Tarih, her türlü unutturma çabasına karşın bu deneyimleri hatırlatma vazifesini biz sosyalistlere yüklemeye devam ediyor.
 

KATEGORİLER
ETİKETLER