Türkiye “Normalleşiyor” mu? – Gökçe Şentürk
“İnsan insan olduğundan, acıkan karnı doymalıdır
Boş laflarla karın doymaz, yiyecek ekmek olmalıdır”
-Bertolt Brecht
Mesele bu kadar basit aslında. Bu ülkede artık nefes alamayan milyonlarca emekçi, genç insan için bazen siyasetin çetrefilli ve anlaşılmaz dilinin hiçbir anlamı yok. Allame-i cihan olsanız da çocuğuna harçlık veremediği için intihar eden bir baba için gerisi laf-ı güzaf. Bu gerçektir. Hem de 17 yılın ardından AKP’ye seçim hezimeti yaşatan gerçeğin ta kendisi.
Bu noktaya gelene kadar talanın vurgunun, adam kayırmacılığın, sahtekarlığın, yolsuzluğun tarihe geçen örneklerini gördük, yaşadık. Zayıflamanın, iç çatlakların mutlak bir çöküş olmadığını daha önce de söylemiştik. Gerçekler net ama karşısında gelecek mücadelesi verdiğimiz iktidarı ve hallerini doğru analiz etmek zorundayız.
Uzunca bir süre tek adam rejimi altında kendi umutsuzluğunda boğulan bir toplumsal muhalefet olsa da Erdoğan hiçbir zaman Putinvari bir rejim yaratamadı. Baksanıza Eylül ayında Rusya’da gerçekleşecek yerel seçimlere Putin karşıtı muhalefetin girmesi ucuz numaralarla (seçime girmek için yeterli imza toplanamadığı gerekçesiyle 30 muhalifin adaylığı iptal edildi) engelleniyor, adaylar tutuklanıyor, bunu protesto eden eylemlere polis saldırıyor binden fazla kişi gözaltına alınıyor. “Ee ne olmuş yani?” demeyin. Yenilense de kendisi için daha büyük bir hezimete dönüşen sonuçları kabul etmek zorunda olan bir Erdoğan’la, seçimleri tamamıyla formaliteye dönüşen; muhalefetin seçime girmesinin yasak olduğu bir Putin Rusya’sı karşılaştırıyoruz.
Her ne kadar Putin olmak için can atsa da tarihsel ve toplumsal koşullar gereği kolay olmayacak. Hammaddesi, üretim kapasitesi ve stratejik müttefikleriyle iç çatlakları macunlamak kolay ama AKP için tam tersi bir durum var. Ne Rusya’daki gibi petrol-doğal gaz-silah devi bir ekonomi var Türkiye’de, ne de toplumsal muhalefet Rusya’daki gibi zayıf. O yüzden RTE’nin seçimleri tamamen formaliteye çevirmesi mümkün olmadı ve karşımızda zayıflarken türlü türlü ayak oyunlarıyla iktidara tutunmaya çalışan bir AKP var.
Fakat tersinden bir yanılsamaya düşmemek de gerek. Özellikle Barış Akademisyenleri davasında 2,5 yıl sonra Anayasa Mahkemesinin verdiği “hak ihlali” kararıyla bir “normalleşme” süreci tartışılıyor.
Evet iktidar surlarında seçim sonrası büyük gedikler açılmış olsa da AKP bütün ipleri elinde tuttuğundan bunca yılın devasa rant birikimini öyle kolay terk etmeyecek. Örneğin Barış Akademisyenleri’nin işlerine iade edilmesi için OHAL Komisyonu’nun karar alması gerekiyor ki böyle bir kararın çıkması için koşullarda başka ciddi bir kırılmanın yaşanması gerekiyor. Diğer taraftan örgütsüz olduğu için gücünün farkında olmayan yüksek potansiyellere sahip bir muhalefet var. Bunun yanına bir de ekonomik krizin yakıcılığıyla birleşen bir emekçi öfkesi, grevler ve işyeri direnişleri eklenince tehlike artıyor.
Her ne kadar faiz indirimiyle ekonomi düzelecek algısı yaratılsa da TL’nin dolar karşısında erimesi şu süreçte yavaşlasa da gerçek durum bambaşka; hayat pahalılığı ve vergiler artıyor. AKP krizden kendisini kurtaracak ve toplumsal çelişkileri kapatacak araçlardan yoksun olduğunu çoktan kanıtladı.
Öyleyse yumuşama evet, ama AKP kolay kolay ipleri salmayacaktır. İktidarın toplumsal muhalefetin Gezivari bir canlanmasını hem de emekçilerin krizden kaynaklı toplumsal yükselişlerini engellemek için elinden geleni yapacağını söylemek yanlış olmaz. Yani zayıflamasının onu zorunlu bir normalleşmeye götürmesi beklentisi kısa vadede gerçekçi bir zemine oturmuyor. Sistemin çelişkilerinin üzerini kapattığı ve olağanlaştığı bir “normalleşme” beklentisinden fazlasına ihtiyacımız var. Müdahale edip değiştirmeye, ibreyi emek ve gençlik mücadelesine çevirmek zorundayız. Tarihi örgütlü kitleler değiştirebilir bu da başka bir gerçek.