İbo’ları Yaşatmanın Tek Yolu: Onları Doğru Anlamak ve Anlatmak – Çağın Erdinç
“…İçinin güzelliği yüzüne yansımış insanlar vardır… Gösterişin, sahteliğin, egonun zerresi yoktur edalarında. Bir yanıyla son derece sıradan, bir yanıyla da müstesna bir şey vardır yüzlerinde. Görür görmez kanınız kaynar, seversiniz, güvenirsiniz. Bakışlarındaki, duruşlarındaki sıradanlığın, o zorlama olmayan, o hakiki sıradanlığın altında hakiki bir tevazu yatar. Kesilen bir poz yahut takınılan bir maske olarak tevazu değil, yoksul bir köylünün, bir amelenin, bir hamalın hakiki tevazusudur bu, bilirsiniz…”
Ümit Dertli, “Bir Devrim Hamalı: İbo” yazısında, Muzaffer Oruçoğlu’nun İbrahim Kaypakkaya ile ilgili söylediklerini böyle aktarmıştı. Mütevaziliği, ser verip sır vermeyen tutarlılığı ve çalışkanlığı. Kaypakkaya’yı nesilden nesile taşıyan bu özellikleri iyi anlamak ve anlatmak önemli. Zira geçmişteki devrimci yiğitler, sadece geçmişte yitip giden mücadele bayraktarları değildir. Onlar bugün bile, yeni devrimci kuşaklara ilham olmaya devam ediyorlar. Bu yüzden onları önce iyi anlamak, sonra da doğru aktarmak boynumuzun borcudur.
Evet, İbrahim Kaypakkaya işkencelerde lime lime edilmiş fakat ser verip sır vermemiştir. Etrafındakiler onu devrimci inancının sarsılmazlığı, mütevaziliği ve çalışkanlığı ile tanıyordu. Kaypakkaya ile ilgili anılarda onun en çok bu özellikleri öne çıkartılır. Yoldaşları ve temas ettiği çoğu insan tarafından sevilen ve saygı duyulan bir devrimcidir.
Günümüzde ise devrimci önderleri örnek alan kuşaklar, onların teorilerinin eksiksiz olduğunu zannedebiliyorlar. Bugün bile, geçmişin teorik eleştirisi tutarlı olarak yapıl(a)madığı için Türkiye devrimci geleneğinin uzunca bir geçmişe sahip olan özneleri erimeye devam ediyor. Salt geçmişin kahramanlığına övgüler düzülerek ve onların kahramanlıkları nedeniyle eleştiri ve özeleştiriden kaçarak mücadele döneminin sonuna gelindiği açıkça görülmektedir. “Geçmişteki mücadele yöntemlerinde bir sorun var mıydı?” sorusunu sorup bunun cevabını vermek de boynumuzun borcudur.
Kaypakkaya, pratik mücadelenin yanında sınırlılıklar içerisinde olsa da teoriyle uğraştı ve Maoizmin “kırdan kente devrim” modelini benimsedi. Maoizm köylülüğü ”homojen” ve devrimci bir sınıf olarak görür. Aynı zamanda tarihin “aşamacı” ilerlediğini savunan Menşevizm ve teorik ardılı Stalinizm’le köklü bağlara sahiptir. Bu yüzden Maoizm çok ciddi sorunları ve çelişkileri içerisinde bulundurur. Bu çelişkilerin yakın zamandaki kurbanı Nepal oldu. Nepal’deki Maoist Nepal Komünist Partisi “Sosyalist devrimin zamanı değil” diyerek ve “Nepal’i Asya’nın İsviçresi yapma” hedefiyle iktidarı burjuvaziye teslim etti ve her şeyi eline yüzüne bulaştırdı.
Maositlerin köylülüğe bakışına dönelim. Köylü dediğimiz kesimin içerisinde toprak ağası ve mülksüz toprak sahipleri gibi çıkarları çok farklı olan kesimler vardır. Yani köylülerin “sınıfsal refleks” verme “kudreti” işçi sınıfı gibi değildir. Bu yüzden köylülüğün devrimci bir sınıf olarak geçmişte öncü rol oynama imkânı olmadığı gibi bugün de yoktur. Fakat bugün hâlâ bu “teorinin” peşinden gidenler olduğunu biliyoruz. Onlar için teori o kadar da önemli değil! Kendileriyle ilgili tek bildikleri, Kaypakkaya’nın devrimci mirasçısı olduklarını zannetmeleri. Yani aslında bildiklerini zannettikleri tek şeyi de yanlış biliyorlar!
Öte yandan Kaypakkaya dönemdaşları Denizlere ve Mahirlere göre Türkiye devletinin karakteri konusunda bir adım öne çıkarak hem Kemalizmle ilgili Türkiye solundaki yanılsamaları aşmış hem de Kürt sorunu konusunda ileri bir adım atmıştı. Ancak Kaypakkaya’nın bu kısmi eleştirilerini genişletecek kadar yaşama şansı olmadı. Takipçileri ise bu eleştirilerin peşinden gidildiğinde Stalinizm’le yüzleşmek zorunda kalacaklarını bildikleri için zülfü yare dokunmamayı tercih ettiler.
Bugün, geçmişle hesaplaşmak ve Kaypakkaya’nın bıraktığı yerden bizi asıl tutarlılığa ulaştıracak “sürekli devrim” teorisini iyi bilmek zorundayız. Zira, geçmişteki devrimci enerjiler “aşamalı devrim” saçmalığıyla boğuldu. Eğer bu Stalinist “hurafe” bugün mahkûm edilmezse, yeni devrimci kalkışmalar da boğulacaktır.
Ser verip sır vermeyen yiğide selam olsun! Onun devrimci mücadelesi her daim bizim yolumuza ışık olacaktır; ancak Lenin’in “teori gridir; fakat yaşam ağacı yeşildir” sözünü unutmamak lazım. Teorik hesaplaşma sadece bugünle yapılmaz. Bugünle olduğu kadar dünle de hesaplaşalım ki, yarın zorbaların düzenini def etme “kudretine” sahip olabilelim.