Şimdi, Ne Yapmalı? – Emre Güntekin
Umutlu olmak için her zaman bir nedenimiz vardır. İnsanlık bugünlere gelene kadar pek çok karanlık döneme girdi ve çıkmayı başardı. Bir avuç sömürücü hüküm sürdüğü müddetçe de bu döngü devam edecek. Türkiye’de uzunca bir süredir karanlık bir tünelin içinden geçiyoruz. Ancak bu karanlığın sonsuza kadar hüküm süremeyeceği ortadadır.
Dün YSK’nın iptal kararı üzerine, geçmişteki seçimlerde dönen hile ve dolaplardan, ağır yenilgilerden sonra var olan umutsuzluğun yerinde yeller estiğini; aksine kitlelerin daha özgüvenli ve mücadeleye aç olduğunu görmek mümkündü. Düne kadar saray kapılarını aşındıran veya apolitizmi kendine mesken tutan ünlüler bile rüzgâra kapılmaktan kendilerini alıkoyamadılar. Üzerimize çöken karanlıktan bir çıkış yolu arayan kitlelerin yüzünü yavaş yavaş sokağa döndüğünü görmek gelecek adına sevindirici. Ancak bu henüz bir başlangıç.
Sonuç olarak sandığın temel belirleyici olmadığı dünkü kararla birlikte somutlaşmış oldu. En apolitiğinden, sosyal demokratına kadar Erdoğan rejimine muhalif olanlar için değişimin adresi netleşmiş oldu.
Erdoğan bundan önce bir seçim daha kaybetmişti, ancak koyu bir terör döneminin ardından umutsuzluğa boğulan toplumsal muhalefet sokaktan çekilmiş ve iktidar 1 Kasım’da kuyruğu doğrultmayı başarmıştı.
Şimdi aynı senaryoyu geçersiz kılacak olan da yine bu umuttur. Umudun olduğu yerde aynı zamanda cesaret de vardır. Biz bunun canlı örneğini Gezi Direnişi’nde gördük, yaşadık.
Seçimler kazanılır, kaybedilir… Belirleyici olan temelde nasıl kazandığın veya kaybettiğindir. Örneğin 31 Mart seçimlerinin matematiksel olarak kazananı AKP’ydi; ancak seçimden umutlu çıkan toplumsal muhalefet oldu. Yıllardır yıkılmaz gözüken Erdoğan rejiminin seçmen nezdinde erimeye yüz tuttuğu açık bir şekilde gözlemlendi. Biz ancak sokakta, fabrikalarda, kampüslerde mücadeleleri kızıştırmayı başarabilirsek bu erime hız kazanacaktır.
Türkiye işçi sınıfı geleceği adına bugün sadece ekonomik hakları için değil aynı zamanda katıksız bir zorbalığa karşı da mücadele etmek zorundadır ve bu giderek acil bir ihtiyaç haline gelmektedir. Eğer gelecekte hakları uğruna yürüteceği mücadelelerde başarı kazanmak istiyorsa Lenin’in de belirttiği gibi “demokrasi savaşımı okulunda”da pişmelidir. Öte yandan geçmişte Gezi Direnişi’nde olduğu gibi baskıcı bir rejime karşı gelişen örgütsüz ve kendiliğinden bir mücadelenin geriye önemli bir mücadele deneyimi bırakmış olsa da kesin bir sonuca bağlanamadığı tecrübeyle sabittir. Tarih aynı zamanda örgütsüz yığınların büyük mücadelelerde uğradığı yenilgilerin acı hatıralarıyla doludur. Gelecek mücadelelerin en temel ihtiyacı sınıf temelli bir örgütlülük olacaktır.
Öncelikli görevimiz her türlü demokratik alanı daraltan, krizi bizim üzerimize yıkmaya çalışan Erdoğan rejimine karşı amansız bir kavgaya hazırlanmaktır. Gelecekte emekçi sınıflarla Erdoğan rejimi arasındaki mücadele daha da sertleşecektir. 23 Haziran’daki seçimin sonucu ne olursa olsun bu kaçınılmaz. “Beka”sını korumak adına her türlü zorbalığı göze alan iktidar karşısında aynı ölçüde dirayetli durmak gerekmektedir. Koyulaşan zorbalığa karşı emekçiler bugünün mağduru olan Ekrem İmamoğlu gibi burjuva siyasetçilerden her zaman bir adım önde hareket etmek zorundalar. İmamoğlu bugün dikta rejiminin zorbalığına uğrasa da, çıkış yolu olarak bizlere vaad edebileceği eninde sonunda TÜSİADçı ve uzlaşmacı bir çizgidir. Bizim bunun da ötesinde bir ufka ihtiyacımız var.