Egemenlerin Uydurma Tarihine Karşı Tarihsel Materyalizm
Bu yazı Sosyalist gazetenin ilk sayısında yayınlanmıştır.
Bir Afrika atasözü diyor ki: “Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir.” Gerçekten de Karl Marks’ın tarihin yorumlanması adına yaptığı büyük keşfe yani tarihsel materyalist anlayışın açıklanmasına kadar tarihi hep avcılar yazdı.
Egemenlerin, kralların, derebeylerin zafer ve yenilgi hikâyeleriyle dolu bir tarih anlatımı bugün de önderler, paşalar, başkanlar etrafında yürüyor. “Büyük” adamlar bir bakıyorsunuz tarihi sihirli değnekleriyle yönlendiriyorlar. İşte bu büyük yalan!
Avcıların kendilerini yücelttikleri avcılık hikâyelerine karşı elimizdeki en büyük silah, tarihin bilimsel yorumlanması anlamına gelen tarihsel materyalizmdir.
Bu anlayış, insanların yaşamlarını sürdürme zorunluluğundan doğan ve gelişen üretim sürecinde ve üretimden sonra gerçekleştirilen ürünlerin değişimi sürecinde toplumsal rejimin temellerini bulur. Üretilen şey, bunun üretiliş biçimi ve ürünlerin değişimi bir bütün olarak ürünlerin bölüşüm sürecini düzenler. Ürünlerin bölüşülmesi ise sınıflar ya da zümrelere göre gerçekleşir.
İşte tarihsel materyalizm dediğimiz şey temeline bütün bu üretim ilişkilerini koyar. Bu ilişkiler toplumun ekonomik yapısını ve son kertede bu ekonomik yapı tarafından belirlenen hukuki ve siyasi biçimi oluşturur. Örneğin, kapitalist ekonomide, hukuk doğal olarak özel mülkiyeti koruyacaktır. Maddi yaşamın üretim biçimi genel olarak sosyal, politik, hukuki ve entelektüel yaşamı koşullar diyoruz; ancak şunu unutmamak gerekir ki, maddi yaşamın üretim biçimi diğer öğeleri tek başına ve tek taraflı etkiliyor değildir. Üretim biçimi tarafından belirlenen sosyal, politik ve entelektüel yaşam, bağımsızlaşıp üretim biçimi ve ilişkileri üzerinde önemli ölçüde etki sağlayabilir. Tarihsel materyalist bakış açısı bahsedilen öğeler arasındaki karşılıklı etkileşimi göz ardı etmez; ancak son kertede daima iktisadi ilişkilerin belirleyiciliğini vurgular.
Tarih sürekli olarak sıçramalarla, ileri ve geri gidişlerle, kopuşlarla daima bir hareket halindedir. Her şey değişmekte ve tarih ilerlemektedir. Toplumlar gelişmelerinin belirli bir aşamasında içinde bulundukları üretim ilişkileriyle çelişki yaratan maddi üretim güçlerini yakalarlar. Teknolojinin gelişmesi ya da bugün bütün dünyayı doyuracak ve açlığı, yoksulluğu yeryüzünden silecek kadar gelişmiş bir üretimin yakalanması üretim güçlerinin gelişmesine örnektir. Önceleri üretim güçlerini geliştiren bu üretim ilişkileri artık gelişmenin önünde engel haline gelirler. Bugünkü kapitalist sistemin insanlığın gelişiminin önünde engel haline gelmesi gibi. Toplumun içinde yer alan ve zıt çıkarlara sahip sınıfların çatışması doruğuna ulaşır ve bir sosyal devrim dönemi başlar. Ekonomik temeldeki değişim, üstyapıdaki değişimi, hukuki, politik, dini, felsefi, kurumsal ve sanatsal dönüşümü zorlar.
Bu tarih anlayışıyla geçmişin önemli olaylarını incelerken, olaya etki eden bütün faktörleri bilimsel verilerle inceleyip sonuçlarını çıkarabiliyoruz. Böylece tarihe baktığımızda üç beş adamın oyuncağı olan bir tarih yerine insanların ekonomik ve sosyal ilişkileri temelinde yaşadıkları çatışmaların sonucu olan bir tarih görüyoruz. Materyalist tarih anlayışı, insanların yaşam koşullarını ve bu koşulların değişimini, kitlelerin bilinçli eylemini inceleyerek insanlığın ekonomik ve sosyal evrimini bilimsel bir analize tabi tutar. İnsanların kendi tarihlerini yapıyor olduğunu gösterir.
Bugün tarihsel materyalizm, toplumların tarihini anlama olanağını veren anahtar olan insan emeğinin yapabildiklerini ve yapabileceklerini merkeze koyarak işçi sınıfına sesleniyor. İçinde yaşadığımız kapitalist toplumun tek devrimci ve ilerletici gücü olan işçi sınıfının mücadele haritasını çizen, geçmişin derslerini ve deneyimlerini geleceğe taşıyan materyalist tarih öğretisi bilimselliğiyle, eleştirelliğiyle ve devrimciliğiyle avcılarla aslanların mücadelesinin tarihini yapıyor, ki avcılar atıp tutamasınlar diye.