Konda Raporu: Toplumsal Değişim Ne Yönde? – V.U. Arslan
“Güvenilir” olarak kabul edilen KONDA araştırma şirketi geçtiğimiz gün, 2008 ile 2018 yılları arasında çeşitli alanlarda karşılaştırmalar yaptığı 10 yıllık “toplumsal değişim raporu”nu yayınladı. Rapor çarpıcı sonuçlarıyla dikkatleri üzerine çekti ve tartışmalara yol açtı. Araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de ateist oranı %1’den %3’e çıkarak üç kart artmış. Kendini inançsız olarak tanımlayanların oranı da %1’den %2’ye çıkarak 2 kat artmış. Türkiye’de “ateistim” ya da “inançsızım” demenin ne kadar zor olduğunu düşünürsek gerçek oranların daha yüksek olduğunu varsayabiliriz. Hatta “içki içiyorum” demekten çekinenler de hatırı sayılır bir grup olarak değerlendirilmeli.
Yine anket sonuçlarına göre, kendisini dindar olarak tanımlayanların oranı %55’ten yüzde 51’e gerilerken, başörtüsü oranı %52’den bir puanlık artış göstererek yüzde 53’e yükselmiş, ama türban oranı %13’ten %9’a düşmüş. İnançlı olduğunu söyleyenlerin oranı %31’den üç puanlık bir artışla %34’e yükselmiş ve oruç tutanların oranı da %77’den %65’e gerilemiş.
Rapora göre toplumun kadınlara bakışında gelişme var. Kadının çalışmak için eşinden izin alması gerektiğini düşünenlerin oranı yüzde 69’dan yüzde 55’e düşmüş. İçki içenlerin oranı yüzde 23’ten yüzde 21’e düşmüş.
Verileri Nasıl Yorumlamak Gerekir?
Türkiye yaşam biçimi, kültür ve kimlikler üzerinden derin bir şekilde bölünmüş bir ülke. Laiklik-muhafazakarlık ikiliği milliyetçilikle beraber en az 25-30 yıldır ülke gündemini ve siyaseti domine ediyor. Sınıf mücadelesini güçlendirip kendi gündemini oluşturamayan sol kanat, aradan geçen zaman içerisinde büyük zemin kaybederken siyasal İslam, gözü yaşlı mazlum muhalefet konumundan demir yumruklu tek parti rejiminin yönetici kapitalistleri konumuna yükseldi. Bu sürecin mimarı ve lideri RTE de siyasal İslamcı kültürel dönüşümü gerçekleştirmek için dayatmalara ve toplum mühendisliğine soyundu.
Bu uğurda yapılanları uzun uzun saymaya gerek yok ama düşünün neredeyse düz lise kalmadı denilecek kadar artan imam hatip liseleri açılıyor ve anne babaların çocuklarını imam hatip liselerine göndermeleri teşvik ediliyor. İlahiyat fakülteleri hakeza öyle. Diyanet, din dersleri, imam kadroları, önleri açılan cemaatler… “Dindar ve kindar nesil yetiştirmek” planı zaten alenen ilan edilmişti, ama 17 yıllık iktidar sürecine rağmen KONDA’nın araştırması durumun hiç de AKP’nin istediği yönde ilerlemediği gösterdi. Bir çok habere de konu olduğu gibi “sadece KONDA da değil, farklı araştırma şirketlerinin son üç yıldır yaptığı bütün araştırmalarda ‘Türkiye’de dindarlığın düşüşte’ olduğu sonuçları çıkıyor. Buna ilahiyat fakültelerinin özelde yaptırdığı anketler de dahil.”
Devlet aygıtı tam gaz kullanılıyor, sopanın ve paranın gücü devreye sokuluyor, ama acaba bu dayatmalar ters mi tepiyor? Gözlemlerimi şöyle sıralayabilirim:
1) Ülkenin yarısının AKP’nin kurduğu rejime itirazı var. Bu itiraz çoğu durumda keskin bir karşıtlığı ifade ediyor. Bu grup içerisinde AKP’nin temsil ettiği her şeye karşı tepki o kadar yoğun ki muhafazakar değerler de bundan nasibini alıyor. “Bunlar Müslümansa ben değilim” şeklindeki tepki, bir adım sonra sorunun Müslümanlıkta olduğu fikrine dönüşüyor.
2) Muhafazakar kesim içerisinde de AKP’den kopan bir azınlık var. Özellikle okumuş ya da okuyan gençler içerisinde dini kendisine kalkan yapıp her türlü rezilliğe imza atanlara yönelik bir tepki gelişiyor. Bu kesimden siyasal İslamın daha tutarlı temsilcisi gibi görünen Saadet Partisi vb’lerine kayış daha az. Daha kalabalık bir grup muhafazakarlığı terk ediyor; deist, ateist, solcu, liberal vb. oluyor.
3) Cemaatlerin en büyüğü FETÖ’nün yaptıkları ve başlarına gelenler, cemaatlerin potansiyel tabanında net bir çekince yarattı. Bu biraz korkuyla biraz da samimiyetsizlik-çıkarcılık hissinin gelişmesi ile ilgili. En büyük, en etkili ve en kolay insan devşiren FETÖ’nün boşluğunu diğer cemaatlerin doldurması mümkün olmadı.
4) Din adına hareket eden IŞİD’in yakın dönemki korkunç eylemleri de siyasal İslam tablosunu biraz daha kararttı. İslam dini hakkında sorgulamaların artmasına neden oldu.
Müsterih Olalım mı?
Konuyu ele alan yazısında Elif Çakır, “Türkiye Malezya olacak, Türkiye İran olacak, AK Parti bütün ülkeyi gerekirse zorla dindarlaştıracak diye ortalığı ayağa kaldıranlar da müsterih olabilirler” demiş. Ama mesele o değil ki! Mesele AKP diktasının toplumsal mühendislik hevesinden vazgeçmeyecek olmasıdır. AKP diktası İran’daki gibi içki tüketimini yasaklayamıyor belki ama konuyu kendi usulünce çözmeye çalışıyor. Gece 10’dan sonra içki satışını yasaklıyor, alkollü ürünlere akıllara zarar zam yapıyor, içki içilen yerleri toplum yaşamından silmek için alkollü mekanlara ruhsat vermiyor vb. Ya da Menzil tarikatına bağladıkları Sağlık Bakanlığı Alevi sağlık personelini kuruma almamak konusunda müthiş cüretkar davranıyor. Örnekler saymak bitmez. Yerel seçimden sonra dayatmaların hız kazanacağını 2023 hedefine kadar bu tarz hamlelerin yoğunlaşacağını tahmin etmek güç değil. O halde müsterih olmak yerine mücadeleci olmak durumundayız.
İran Örneği
Elif Çakır siyasal İslam’ın doğasını gözlerden saklamaya çalışıyor. Siyasal İslam muhalefetteyken mazlum ya da demokrat kılığına bürünüyor. Ama bir defa gücü eline alsın her türlü zorbalığa başvurup dünya malına olan açlıklarını doymaz bir şekilde tatmin etmeye çalışıyor. İktidara yapışmak ve bir daha bırakmamak gibi bir huyları var. İran bunun en güzel örneği. Kokuşmuşluğu ile halkın önemli bir kısmını, gençliğin çoğunluğunu “dinsiz” yapmayı başaran İslami rejim, bugün bir avuç çıkar grubu dışında bütün halk desteğini yitirmiş durumda, halka kurşun sıkarak ayakta kalmaya çalışıyor. AKP diktası, İran’daki Molla rejimi değil. Mollalarla aynı hamurdan oldukları su götürmez ama Türkiye-İran benzerliğini daha ileri götürmek analiz hatası yapmaya yol açar.
Sonuç
Türkiye’de farklı kökenlerden gelen gençlik kesimleri hissiyat düzeyinde de olsa düzendeki bozukluğu AKP ile özdeşleştirmiş durumdalar. Ekonomik kriz, işsizlik, kayırmacılık, yolsuzluk, kibir, yoğun sömürü… Bu geleceksizlik gözlerden kaçırılacak gibi değil. Ekonomik tıkanma, AKP’deki ahlaki yozlaşmışlığı daha da göze batar hale getirecek. Gençlik içerisinde işsizliğin daha da yoğunlaştığı önümüzdeki dönemde sınıfsal tepkiler, demokratik hakların savunulması ve muhafazakar dayatmalara karşı dirençler birleşme eğiliminde olacaktır. Bu da sosyalistler için büyük fırsatlar anlamına geliyor. Sınıf mücadelesi, demokratik hakların savunulması ve İslamcı dayatmalara karşı kadın mücadelesi ile birleşen güçlü damarlar tam da sosyalist solun atılım yapması için gerekli toplumsal şartların olgunlaşması anlamına geliyor.