Göğü Fethe Çıkanların İktidarı: Paris Komünü-B. Defne Erten

Göğü Fethe Çıkanların İktidarı: Paris Komünü-B. Defne Erten

 

1917 yılına giden süreçte Ekim Devrimi’nin önderlerinin ders çıkaracağı ve örnek alacağı en şanlı iktidar deneyimiydi Paris Komünü. Yalnızca yetmiş iki gün süren ömrüne rağmen Komün; işçi iktidarının organları, milis örgütlenmesi, eğitim sorunu ve çalışma saatleri gibi yakıcı konularda radikal reformlarla başka bir dünyanın mümkün olduğunu deneyimlemiş ve bütün dünyaya göstermişti.

Fransa savaşlarla, diktatörlüklerle, isyanlarla ve sınıf savaşımlarıyla harmanlanmış bir tarihe sahip. Bu savaşlardan ve baskı rejiminden en çok payını alan ve mücadele tarihini yazanlar ise hep yoksul halk oldu. Yine bu yoğun tarihi sürecin bir döneminde, 1851 darbesinden çıkan imparatorluk rejimi ve 1870 Prusya( Almanya) -Fransa Savaşı’nın getirdiği yoğun bunalım Komün’ün fitilini ateşledi. III. Napolyon’un tutsak düşmesiyle bir bozguna dönüşen savaşın sonucu olarak 4 Eylül 1870’de 4 Eylül Devrimi olarak adlandırılan Burjuva Cumhuriyeti kuruldu ve başına sonradan “Komün Celladı” olarak lanetlenecek olan AdolpheThiers seçildi. Marks, “Fransa’da İç Savaş” kitabında işçilerin imparatorluğa karşı cumhuriyeti nasıl desteklediklerini ve halkın silahlandırılmasına yönelik şunları söyler:

“İşçi sınıfının gerçek önderleri hala Bonaparte’ın zindanlarındayken ve Prusyalılar Paris’e doğru yürümeye başlamışken, Paris, bu kişilerin [Thiers] devlet iktidarını ele geçirmesine katlandı; ama yalnızca, devlet iktidarının ulusal savunmadan başka hiçbir amaca hizmet etmemesi koşuluyla. Ne var ki, kentin işçi sınıfını silahlandırmadan, bu sınıfı kullanılabilir bir savaş gücüne dönüştürmeden ve savaş aracılığıyla bu sınıfın üyelerini eğitmeden Paris’i savunmak mümkün değildi. Ama silahlı Paris, silahlı devrim demekti. Paris’in Prusyalı saldırgana karşı kazanacağı bir zafer, Fransız işçisinin Fransız kapitalistine ve onun devlet asalaklarına karşı kazanacağı zafer olurdu.”

Marks haklıydı. Parisli işçiler açlığa, işsizliğe ve egemen sınıfın ihanetine karşı önce üzerilerine yürüyen Prusya ordusuna, sonra da kendi iç düşmanları olan Fransız kapitalistlerine karşı savaştılar. Emekçilerin destekledikleri Ulusal Muhafızların ellerindeki topları almak için 18 Mart’ta Thiers düzenli birliklere saldırı emrini verdi. Bununla birlikte zaten moralleri çok yüksek olmayan askerler talimatları izlemektense Ulusal Muhafızlara ve yerli direnişçilere katıldı. Ayaklanma, öyle çabuk yayıldı ki, Başbakan Thiers Paris’in askerler, polis ve her türden yönetici tarafından boşaltılması emrini verdi. Kendisi de Versay’a kaçtı. 18 Mart gecesi bütün kamu kurumları ve çoğu işyeri Ulusal Muhafızların eline geçti. Paris Belediyesi ve Savaş Bakanlığı başta olmak üzere her yere kızıl bayraklar çekildi. Kızıl bayrak, yoksul işçilerin ilk iktidar deneyimi olacak olan Paris Komünü’nün simgesi oldu. Marks o günü şöyle tarifliyor: “… İşte bu nedenle uyuklamakta olan Avrupa, 18 Mart sabahının alacakaranlığında, karşı-devrimin yenilgisinden sonra, Prusya imparatorluğu rüyalarından, Paris’ten gök gürültüsü gibi yükselen şu haykırışla uyandı: ‘Vive La Commune’ (‘Yaşasın Komün!’)”.

Paris Komünü’nün İdeolojik Bileşimi

Komün içerisinde iki baskın ideolojik eğilim vardı, Blanquiciler ve Proudhoncular. Fransa’da Marksist örgütlenme 1864 yılında başladığı için Marksistlerin Komün’deki etkisi fazla değildi. Louis A. Blanqui onlarca yıldır Fransa’daki mücadelelerde boy göstermiş, sayısız ayaklanma girişiminde bulunmuş fakat her defasında başarısız olmuş, Babeufçu geleneğin devamcısı bir isimdi. Bu mücadelesinin sonucu olarak da uzun yıllar hapiste kalmıştı ve Komün gerçekleştiğinde de hapisteydi. Temel olarak belli bir elitler grubundan oluşan devrimcilerin çeşitli komplolarla iktidarı alabileceğini savunan bir düşünceye sahipti. Öte yandan Proudhon önderliğindeki anarşistlerin savunduğu ise küçük burjuva ideolojisinden daha öteye gitmiyordu. Komün içerisindeki önemli isimlerin sahip oldukları bu ideolojilerin içerisindeki çatlaklar Komün’ün başlıca hatalarına ve böylece de hem Fransız kapitalistlerinin hem Prusyalı katillerin saldırıları karşısında Komün’ün ömrünün kısacık olmasına sebebiyet verecekti.

Komün Kararları ve Tarihsel Hatalar

Yetmiş iki gün süren ömrüne rağmen Paris Komünü aldığı devrimci önlemler ve çıkardığı kararlarla kırk altı yıl sonra Ekim Devrimi’nin önderlerine devrimci süreçlerde ve devrimden sonra neler yapılacağıyla ilgili bir yol haritası çiziyordu. Alınan kararların en başında, düzenli ordunun ve polisin tamamen kaldırılması ve yerine halk milisleri olan Ulusal Muhafızların getirilmesi vardı. Engels ordunun bulunmayışı ve mahallelerin kendi kendini yönetmesi gibi etmenler nedeniyle Komünün artık bilindik anlamıyla bir “devlet” olmadığını ve Komün’ün devletin yok oluşuna giden süreçteki bir geçiş süreci olduğunu yazıyordu. Alınan diğer önlemlerden bazıları da şu şekildeydi: Kiraların hafifletilmesi, fırınlarda zorunlu gece mesaisinin kaldırılması; giyotinin kaldırılması; savaş sırasında tüm işçiler aletlerini rehine vermeye zorlandığından şimdi hepsinin karşılıksız iadesi; borçların ertelenmesi ve faizin kaldırılması; reformist ilkelerden önemli bir kopuş olarak, sahipleri tarafından terkedilmiş fabrikaları işçilerin işletmeye devam etmesi. Eğitim tamamen laikleştirildi ve bilimsel eğitim zorunlu hale getirildi, kurumsallaşmış dinin sembolü olan Din Bakanlığı da kapatıldı ve bu bakanlığın bütçesi de eğitim vb. harcamalara ayrıldı.

Alınan bu kararlara rağmen, Paris proletaryasının çok büyük bir eksiği vardı. Parisli işçilerin devrimci öncüsü olacak bir parti örgütlenmesi yoktu. Paris Komünü Dersleri’ndeTroçki bu duruma ilişkin şunları söylüyordu:

“İşçilerin partisi -parlamenter manevralar için bir araç değil, gerçek bir parti- proletaryanın birikmiş ve örgütlü deneyimidir. Ancak geçmişinin bütün tarihine dayanan; gelişimin tüm safhalarını ve patikalarını teorik olarak öngören ve buralardan gerekli eylem formüllerini çıkaran bir partinin yardımıyla, proletarya kendisini tarihine sürekli yeniden başlamaktan, duraksamalardan, karar yoksunluğundan ve hatalarından muaf tutabilir. Paris proletaryasının böyle bir partisi yoktu… Proletarya geçmiş devrimlerin, çarpışmaların, demokrasinin yinelenen ihanetlerinin derslerini hafızasında yeniden oluşturmadan önce altı ay akıp gitmişti ve sonunda iktidarı aldı… Ancak o bu gerçeği sonraki günlerde anladı. Devrimle beklemediği bir anda karşılaşmıştı… Paris’te, başında Thiers’in bulunduğu bakanlar tutuklanabilirdi. Onları savunmak için de kimse el uzatmazdı. Bu yapılmadı… Aynı zamanda Versay’a yönelik şiddetli bir saldırı hazırlanmış olsaydı belediye başkanları ile görüşmeler askerî bakış açısından amaçla uyum içinde tam bir kurnazlık olarak savunulabilirdi.”

Komün en güçlü safhasındayken bile onun içinde belirleyici olan ideolojik eğilimlerin pratikte büyük kayıplara yol açmasının bir göstergesi olan Versay’a kaçan düşmanın üzerine yürünmemesi, Merkez Bankası’na el konulmaması, kapitalist bakanların tutuklanmaması ve hâlihazırda en meşru iktidar biçimiyken bile seçimler için beklenirken kaybedilen süre, Paris Komünü’nün sonunu getirdi. Yani pasiflik ve kararsızlık, devrim için bütün benliklerini ortaya koyan Parisli işçilere yapılan en büyük ihanet olarak tarihe yazıldı. Marks Paris Komünü’nü her şekilde destekliyor ve selamlıyordu; Paris komünarlarını “Göğü Fethe Çıkanlar” olarak tanımlıyordu. Bu şanlı tarihi yazan Paris proletaryasının cesareti, fedakârlığı ve haklılığı hiç şüphesiz ki eksiksizdi ancak devrimci öncüsü yoktu ve yapılan hatalar, daha doğrusu alınmayan önlemler Blanquici ve Proudoncu düşüncenin boşluklarını göz önüne seriyordu. Paris Komünarları ne kadar cesaretli, haklı ve güçlü olsa da, işçi sınıfına önderlik edecek bir devrimci partinin yokluğunda göğün fethi imkânsızdı.

KATEGORİLER
ETİKETLER