OKUR MEKTUBU: Hem Öğrenci Hem İşçi Bir Gençten Mektup
İstanbul’da hem üniversite öğrencisi hem de geçimini sağlamak için çalışmak zorunda olan ve sağlık sektöründe çalışan genç bir arkadaşımızın, sitemize gönderdiği okur mektubunu paylaşıyoruz. Arkadaşımızın da belirttiği gibi, gençliğin önünde hem bugünü hem de geleceği için mücadele zorunluluğu bulunuyor. Elbette bu mücadele, hem gelecekte katılacakları sınıfın, hem de henüz öğrenciyken içinde yer almaya itildikleri sınıfın; yani emekçi sınıfının yanında verilmeli.
“Merhaba Sosyalist Gündem okurları,
Geçenlerde Binali Yıldırım bir açıklama yapmış: “Fakülteler açılırken, sanki üzerinde yeterince düşünülmemiş. Her yıl 100.000 öğretmen mezun oluyor. Devlet olarak ne onlara, ne diğer üniversite mezunlarının hepsine iş bulmamız mümkün değil.” diye. Bunu, sadece İstanbul’da 50’nin üzerinde üniversite açmadan önce düşünmek lazımdı Yıldırım Bey!
Fakat biliyoruz ki, AKP kendi neo-liberal politikaları ile ülkenin dört bir yanını sermayedarlara peşkeş çekerken eğitim sistemi ve kurumları da bundan nasiplerini aldılar. Özellikle 2006’dan sonra Türkiye’deki ‘Vakıf’ üniversiteleri mantar gibi her yerde biter oldu. Sırf bu üniversitelerde eğitim almak için binlerce genç memleketlerinden ayrılıp üniversite okuyacakları şehirlere yerleşiyor. Peki, Anadolu’nun dört bir köşesinden gelmiş olan bu genç göçmenler bu şehirlerde nasıl tutunuyorlar ya da ne şartlarda tutunmaya çalışıyorlar?
Kendi tecrübem İstanbul’da olduğu için İstanbul üzerinden yazacağım ancak diğer şehirlerde de durumun bahsedeceklerimden daha iyi olmadığı kesin. Bir kere İstanbul’da öğrencilerin konaklama şartları rezalet. Üç beş tane devlet yurdu var, bunlara girebilirsen şanslı sayılırsın – her zerresine kadar yozlaşmış olan sistem bu konuda da torpille yürüyor tabi – yoksa 4-5 kişi küçücük bir apartman dairesini kiralayıp sıkış tıkış yaşamak zorundasınız.
Yine de konaklamadan ulaşımına fazlasıyla pahalı olan bu şehirde var olabilmek için belli bir miktar gelirinizin olması gerekir. Böyle olunca da part-time işlerde çalışma serüveni başlar. Tek sebep şehrin pahalılığı değil elbette. Yukarı da bahsettiğim gibi, ülkede daha önceki yılların oranlarını çoktan katlamış muazzam bir üniversite mezunu işsiz oranı var. Gözleri kârlarından başka bir şey görmeyen yetkililere seslerini duyurabilmek için meclis önlerinde kendilerini ateşe veren emekçilerin olduğu bir zamandayız şu an. Bu şartlar altında, üniversiteli öğrenci de düşünüyor “ben mezun olunca ne yapacağım” diye.
Üniversiteden mezun olduğu anda sudan çıkmış balık misali sefalet çekmemek için geleceksizlik kaygısı ile üniversite yıllarında kendine iş arıyor haliyle. Tabi işverenler bundan hayli memnun. Bu işsiz ordusunun hem henüz bir ‘diploması’ olmadığı için, hem de birçoğu ‘part-time’ çalışıyor olacakları için istediği kadar sömürebilir. Ne sigorta yapar, ne doğru düzgün bir para öder; istediği zaman kovar, istediği zaman aşağılar. Nasıl olsa arkada iş arayan koca bir ordu var! Düzen kendini allayıp pullayarak anlatır tabi: “Şu anlık bu öğrenci arkadaşlar için çalışma şartları böyledir ama diplomayı ellerine aldıkları anda her şey değişecektir: sigorta ve daha iyi maaşlı bir üst pozisyona terfi kaçınılmazdır. Bunun için öğrencinin yapması gereken sadece biraz sabretmesi ve diğer herkesten fazla çalışması. (!)”
Böylece, neo-liberal, bireyci, prim sistemiyle işleyen çalışma sistemi ile gençliğinin baharında tanışmış olursun. Devlet ve taşeronluğunu yaptığı sermayedarların kar mekanizması için kapitalizmin ucuz, sömürülmeye en yatkın gruplarından birisi olursun böylece.
Daha 20’li yaşlarına gelmeden bu gerçekliklerle baş etmeye çalışan binlerce öğrencinin ise kurtulmak için tek çıkış yolu var. Bu da, diğer tüm emekçilerle beraber mücadeleye katılmaktır. Grevleri yasaklayan, KHK’larla memlekette kan kusturan emekçi düşmanı ve gençliğe geleceksizlikten başka bir vaat etmeyen AKP’ye karşı aktif mücadele etmektir; onların yarattığı geleceksizliğe karşı, ipleri kendi eline alıp kendi geleceğini yazmaya başlamaktır.”