Bir Mısır Bilançosu – Elif Altunay

Bir Mısır Bilançosu – Elif Altunay

Arap Baharı sürecinin en canlı ve radikal yaşandığı ülkelerden biri Mısır’dı. Mısır aynı zamanda Suriye ve Libya’da olduğu gibi kimliksel, etnik ve dinsel kapışmaya sürüklenerek bölünmek yerine ortak emek talepleri ekseninde radikalleşmesiyle öne çıkan bir ülke olmuştu. Ülkede yaşam şartlarının gittikçe kötüleşmesi, artan siyasi baskı, işsizliğin artması ve halkın gelecek umutlarının gün geçtikçe sönmesi ile emekçi taban başta olmak üzere diğer muhalif unsularda da biriken öfke, 2011 başında patlak verdi. 25 Ocak 2011’de, ayaklanmalar sonucunda cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek devrildi. Mübarek’in devrilişinden günümüze kadar uzanan sürecin tamamı; kitle hareketi, sınıf mücadelesi, sistemin işleyişi ve daha birçok hayati mevzu hakkında bize önemli çıkarımlar sunuyor. Bu deneyim silsilesini birlikte inceleyelim…

Mursi’nin İktidara Gelişi

Mübarek’in devrilmesinin ardından güçlü bir motivasyon yaşayan halk, daha iyi bir yaşam için gerekli olan imkanların sağlanması adına bir çözüm beklentisine girdi. O dönemde orduyla birlikte ülkedeki en büyük iki ekonomik güçten biri olan Müslüman Kardeşler, aynı zamanda ülkedeki en büyük örgütlü güç olmaları sebebiyle ön plana çıktı. Liderliği rejim yanlısı ve emperyalistlerle kolkola bir duruş sergileyen MK’nın genç tabanı ise, halkla birlikte protestolara katılıyordu. Bu süreçte MK liderliğinin tabanıyla yaşadığı çatışma, İslami hareketlerin yoksul halk karşısındaki iki yüzlü tutumunun somut bir örneğidir. MK liderliği, herşeye rağmen nihayetinde Yüksek Askeri Konsey ile el altından anlaşarak kendi adayı olan Muhammed Mursi’yi devlet başkanlığı koltuğuna oturttu.Tüm bunlar olurken Mübarek’i devirecek kadar radikalleşen bazı sol-liberal grupların bile askeri cuntaya karşı tutum almak için Mursi’yi desteklediklerini unutmayalım. Devrimci Sosyalistler (DS), 6 Nisan Hareketi gibi birçok ilerici ve sosyalist unsur bile Mursi’ye destek vermenin, cunta yönetimine karşı ellerindeki tek seçenek olduğu yanılgısıyla bir siyasi hat çizdiler. Tarihin böyle dönemeçlerinde, devrimci öncü sorununun yakıcılığını tekrar tekrar deneyimlemek durumunda kalıyoruz. Mısır’daki kitle yoğun sınıfsal taleplerle hareket etmişti. Fakat örgütsüzlükten dolayı, Mübarek’in devrilmesinden sonra devrim enerjisini doğru yere kanalize edecek öncü bir sosyalist güç yoktu. Üstelik, cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan bütün hilelere rağmen sol bir söylemle seçimlere giren Nasırcı Hamdın Sabbahi, %21,5 oy alarak üçüncü olmuştu. Bu bize gösterir ki insan gibi bir yaşam talebiyle canı pahasına sokaklara dökülen milyonlar, açıktan sol siyaset yapan alternatifleri desteklemeye hazırdılar. Ancak ne yazık ki emekçi ve gençleri haklı öfkesini sisteme yöneltecek bir devrimci öncü olmayışı, beklentilerin hayal kırıklığına uğramasına sebebiyet vermiştir.

Mursi’nin iktidara gelişinden birkaç ay sonra Tahrir meydanında, Mübarek dönemindeki ayaklanmalarda halka baltalarla saldıranların yargı tarafından serbest bırakılmalarını protesto etmek üzere kalabalık eylemler yapılmıştı. Bu eylemlerde birçok sol grubun yanında Müslüman Kardeşler de vardı. Ancak eylemler sırasında kitleden Mursi’nin, iktidarının ilk 100 gününde hiçbir şeyi iyileştirmediğine dair sloganlar atılınca MK üyeleri kitleye saldırmış, çatışmalarda toplam 110 kişi yaralanmıştı. Olaylardan sonra sokaklarda MK’ya ait minibüslerin ve işçi bölgesi olan Mahalla’daki bürolarının yakılması, halkın MK’ya olan öfkesini ispatlar durumda. Halk sınıfsal taleplerle Mübarek’i devirmişti, onun yerine gelen Mursi de bu taleplerin hiçbirine çözüm olmadı ve kısa zaman öncesine kadar orduya karşı Mursi’yi destekleyen grupların bile en yumuşak tabiriyle MK ile arasındaki makas gitgide açıldı. Burada bir uyarı yapmakta fayda var: Kitlenin yoksulluk, işsizlik gibi taleplerine cevap verememiş olmaları Mübarek veya Mursi’nin kişisel bağlamda kötü liderler olmalarıyla açıklanacak bir durum değildir. İdeolojik altyapısı antikapitalist olmayan her türlü parti ve lider, bir noktadan sonra emekçilere bu hayal kırıklığını yaşatır. Bu sebeptendir ki kendisi Troçkist olarak nitelendiren DS bile, antikapitalist bir anlayışı ve sürekli devrim teorisinin önemini benimseyemediği için aşamacılık hastalığına tutulmuş, zamanında Mursi’ye karşı doğru tutumu alamamıştır.

2012 sonunda Mursi’nin ısrarlarıyla yapılan referandum, %30 gibi çok düşük bir katılımla gerçekleşti. Yaygın hile-hurda söylentileri altında yapılan seçimlerde, şaibeli bir %63 ile Mursi referandumu kazandı. Ancak İskenderiye, Garbiya gibi büyük kentlerde ve emekçilerin yoğun olduğu Garbiya’da hayır oyları öndeydi. Kırsal kesimde evet oylarının önde olmasında, emek söylemiyle yoksulluğa çözüm üreten ve gelecek kaygısı yaşayan kırsal kesime hitap eden bir sosyalist gücün olmamasının büyük payı var.

Mursi’nin Düşüşü ve Sonrası 

Mursi’nin iktidarının 1. yılına yaklaşılırken protestolar sıklaşmıştı ve işsizliğin,yoksulluğun altında ezilen halk öfkeyle Mursi’yi istifaya çağırıyordu. Temerrüd (İsyan) hareketinin, Mursi’nin istifası için 22 milyon imza toplamasına rağmen Mursi, yaptığı konuşmalarda kitleleri sandığı beklemeye çağırıyor fakat gelen dalganın önüne geçemiyordu. Toplanan imzalar ve yapılan eylemlere rağmen diktatör istifa etmeyince 30 Haziran’da sokaklar yine insanlarla doldu taştı. 30 milyon insanın sokağa çıkmasıyla dünya tarihine adını yazdıran büyüklükte bir direniş gerçekleşti. İçinde Mursi’ye oy verenlerin de bulunduğu milyonlarca insan, binbir türlü zulüm ve yoksulluk karşısında aylarca, yıllarca seçim gününü beklemek zorunda olmadıklarını gösterdiler. İşler öyle bir noktaya gelmişti ki artık Mursi’nin devrilmemesi imkansızdı. İşte tam bu noktada ordu devreye girdi ve askeri darbeyle Mursi’yi düşürdü. Diyebiliriz ki sistemin bekasının en büyük simgelerinden biri olan ordu, kendi çıkarları adına yapabileceği en zeki hamleyi yapmış ve bir taşla iki kuş vurmuştu. Eğer Mursi’yi halk devirmiş olsaydı bunun motivasyonuyla tabandan gelen güç radikalleşerek artacak ve sistem için tehdit oluşacaktı. Ancak şimdi, ordu olaya müdahale ederek halka zulmeden bir diktatörü indirmiş gözükerek hem kendi sempatisini arttırdı, hem de öfkeyi dindirerek dalgayı sonlandırdı. Yani aslında burda asıl darbe, sistem karşıtı emekçi unsurlara yapılmış oldu.

Genelkurmay Başkanı Abdülfettah es-Sisi yönetimindeki ordunun, darbeden sonra MK’yı kontrol altına alma görüntüsüyle başlattığı hamleler zamanla grevlerin yasaklanması, toplumsal muhalefetin baskılanması gibi zincirlemelerle etki alanını genişletmeye devam etti.

Sonuç

Darbeden sonraki süreçte Suudiler, yüklü ekonomik yardımlarla Sisi’yi desteklediler. Suudilerin yönlendirmesiyle Selefi Nur Partisi de Sisi’yi destekleyerek gücünü pekiştirmesini sağladı. Bu kadar olağanüstü durum ve devrimden sonra sistem yanlısı bir liderin koltuğa geçip olayları yatıştırması ve ”istikrar” sağlaması, Mısır’da kontrolü sağlamak isteyen emperyalizmin tüm unsurlarının işine geliyor. Mübarek’in devrilmesinin üzerinden 7 yıl geçti ve büyük bir patlamayla kendi geleceklerini tayin etmek üzere yola çıkan milyonlar, kendisini kitlelere anlatabilen ve onlara öncülük edebilen bir sosyalist öncü olmadığı için keskin savrulmalar yaşayarak hayal kırıklığına uğradılar. Hem Mübarek’i, hem Mursi’yi devirecek kadar güçlü bir harekette bile sürekli devrim bilinci ve marksist bir ideolojik altyapıya sahip devrimci öncü olmadığı zaman var olan güç; önce orduya karşı Mursi’yi, sonra Mursi’ye karşı orduyu desteklemek zorunda kalacak kadar sekterleşti ve kendi geleceğini düşman ellerine teslim etti. Bu deneyimlerden almamız gereken bir ders daha var ki, o da “ılımlı İslam” denen siyasetin, insanların gerçek sorunlarına ne kadar cevapsız kaldığıdır.

Özet olarak gerçek şu ki, sistem değişmedikçe koltuktaki isimler ne kadar değişirse değişsin kapitalizmin insanlığa yoksulluk, acı ve geleceksizlikten başka bir şey vadetmediği açık. 2016 ve 2017 yıllarında da Mısır’da işsizlik %12’lerde seyrediyordu ve işsizliğin en yüksek olduğu 5. ülke durumundaydı. Ancak bugün toplumsal muhalefetin zayıflamış ve kitlelerin hayal kırıklığına uğramış olması ne Mısır, ne Türkiye ne de başka bir ülke için umutsuzluk kaynağı olamaz. Çünkü Mısır’daki halk o zamanlarda hangi sebeplerden diktatörü devirdilerse bugün de aynı sorunlar katlanarak devam ediyor. Yani değişen mücadelenin gerekliliği ve elbet ileride tekrar yükseleceğine dair bir şüphe duymak imkansız. Fakat bu sefer sonucun zafer olduğunu görmek istiyorsak kitlelerin sürekli devrim perspektifi olan sosyalist bir öncü çatısında örgütlenerek, bu devrimci bilinçle hareket etmeleri önümüzdeki tek yoldur.