AKP ve Eğitim Sistemi | Engin Kara

AKP ve Eğitim Sistemi | Engin Kara

Erdoğan’ın yine bir gün kafasına esmiş: “Ben TEOG olayını istemiyorum ve bunu da artık yanlış buluyorum. TEOG’un kaldırılması lazım. Biz TEOG’la mı geldik?” demiş. Emri alan “yerli ve milli” eğitim bakanı televizyonlara açıklama yapmış:“Derhal efendim. TEOG’u kaldırıyoruz.” Ardı sıra bir keşmekeş…

Aynı durum, birkaç hafta sonra üniversiteye geçiş süreci için de tekrarlandı. Müfredatlarda yapılan değişiklikleri, muhalif öğretmenlerin ve öğretim görevlilerinin tasfiyesini, her alanda güçlenen niteliksizleşme ve yozlaşma eğilimlerini eğitimde de hesaba katarsak tablo yeterince “karanlık”.

On binlerce öğrenci sene sonunda nasıl bir sınava tabi olacaklarını bile bilmeden eğitim yılına başladı. Öğrenciler, aileleri ve bir kısım öğretmen; kısaca herkes tedirgin. Zira bırakalım niteliğini, başlı başına eğitime ulaşmanın bile büyük bir problem olduğu ülkede, tam da girilecek sınavlara yoğunlaşma evresinde, bir anda yepyeni bir belirsizlik hâsıl oldu.

Peki, AKP’nin eğitimle derdi ne?

  • Eğitimi tümüyle piyasanın/sermayenin çıkarlarına uygun bir rant arazisi haline getirmek.
  • Emekçi sınıfın çocuklarının nitelikli eğitime ulaşmasının önünü kesmek.
  • Eğitimdeki en ufak bilimselliğin de kökünü kazımak.
  • Toplum mühendisliğinin bir yolu olarak dinsel eğitimi dayatmak.

Eğitimde Piyasalaşma: Her Şey Kâr ve Rant için

Öncelikle şu tespiti yaparak başlamak gerekiyor: Çok iyi bir eğitim sistemi vardı da AKP eliyle yıkılmadı. Üstelik eğitim sistemindeki mevcut “kötünün iyisi”nden daha da geriye gidişler Türkiye’ye de özgü değil.

Başlıca problem, eğitim sisteminin kapitalist niteliğinden kaynaklanıyor. Tümüyle sömürü çarklarının hızla dönmesi üzerine kurulu olan bugünkü toplumsal sistemin egemen sınıfı, eğitim sisteminin kontrolünü de elinde bulunduruyor. Eğitim sistemlerini kuranlar, değiştirenler, içini boşaltanlar; hepsi egemen konumdaki emperyalist burjuvazinin siyasi temsilcileri.

Bu açıdan, günümüzün emperyalist burjuvazisinin yeni programı neoliberalizm, özellikle yüzyılımızda eğitim sistemleri üzerindeki her türlü saldırının çıkış noktasını oluşturuyor. Eğitimin kamusal niteliği

ortadan kaldırılırken, kâr ve rant odaklı yaklaşım kural halini alıyor. Örneğin Avrupa merkezli Bologna Süreci, başta kıta olmak üzere üniversitelerin piyasa şartlarına uyumlulaştırmasının ve neoliberal düzenin meşruiyet üreten araçları haline dönüştürülmesinin bir projesi.

AKP’nin eğitim sistemi üzerindeki programı da bu durumdan bağımsız okunamaz. Dindarlık kisvesi altında emekçilere ve haklarına karşı yürütülen saldırıları da dikkate alırsak, AKP’nin eğitim politikasının “dinsellik soslu neoliberal dönüşüm” olduğunu söyleyebiliriz.

Eğitimde özel sektörün teşvik edilmesi, meslek liselerinin sanayi patronlarına ucuz (neredeyse bedava!) işgücü sağlayacak şekilde organizasyonu, teknik üniversitelerde doğrudan piyasa tarafından kontrol edilen “teknoloji merkezleri”, baştan aşağı kamusallığı en aza indirecek adımlar… Bunların yanı sıra AKP’nin, muhafazakâr tabanı üzerindeki çekim gücünü artırmak için uyguladığı dinselleştirme politikaları da mevcut düzenin devamlılığını sağlama yolunda bir uyuşturucu olarak işlevselleşiyor. İlkokullarda “zorunlu seçmeli” din dersleri dayatması, din derslerinin sayılarının artırılması, mantar gibi yayılan imam hatipleştirme dalgası, siyasal İslam’ın kitle ayağını yaratan derneklere-vakıflara ardına kadar açılan kapılar… Ve emekçi çocuklarının yığınsal olarak bu sömürü düzene mahkum edilmesi.

Emekçi Çocukları Nitelikli Eğitime Ulaşamıyor!

AKP’nin eğitimdeki yeniden dizayn politikaları, emekçi sınıfların çocuklarının (görece nitelikli bir) eğitime ulaşmasının önünü kesiyor. Uzun yıllardır lise düzeyindeki kurumlarda sürdürülen eğitim politikalarının sonucu, binlerce yoksul çocuğun başka bir eğitim almasının önünün kapatılarak, imam hatiplere mahkûm edilmesi oldu.

Bir kere ilköğretim düzeyindeki eğitimi almak bile ciddi bir maliyetken (kayıttan sınavlarına kadar), ardından “iyi” bir liseye gitmek de neredeyse ancak parayla alınan dış desteklere bağımlı idi. Burada en büyük ticari pay bir zamanlar dershanelere gidiyordu. Çoğu emekçi aile, temel eğitim masraflarını bile kısmen karşılayabilirken, çocuklarının geleceği için başka giderlerden kısmaları ise dershane ermayedarlarına rant sağlamak anlamına geliyordu. Gülen Cemaati, dershanecilikte öne çıkmış olsa da gerçekte “laik” dershane patronları da bu pastadan önemli bir pay alıyordu.

AKP ne yaptı? Adeta parayla satılan görece iyi bir eğitime ulaşmanın önünü tamamen tıkadı! Dershane sistemini kaldırmak marifet değil. Mesele dershaneleri zorunlu kılan düzeni değiştirmek. Oysa bu düzen tam da AKP’nin muhafazakar-neoliberal politikalarını uygulamasının zeminini yaratıyor. Haliyle son birkaç yıldaki değişimlerin anlamı şu oldu: Önceden maddi açıdan zorlanarak da olsa daha iyi bir liseye kaydolmak mümkünken, çok az sayıdaki istisna dışında yoksulların çocukları imam hatiplere, meslek liselerine mecbur bırakılıyor.

“Yoksul” kavramına bir parantez açalım. Aslında çok dar bir çevreden bahsetmiyoruz. Devlet kurumu olan TÜİK’in resmi rakamlarına göre ülkede 16 milyon kişi yoksul. Devlet araştırmalarının hayli düşük kriterlerini de dikkate alırsak çok daha fazla sayıda insanın yoksul sayılabilecek şartlarda yaşadığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla yoksul emekçi çocuklarına eğitimin kapılarının kapanması bir istisna değil genel bir kural…

Üniversiteler ise azgın piyasa koşullarına göre şekillendirildikçe, üniversite eğitimi harçların kısmi olarak kaldırılmasına rağmen büyük bir maddi külfeti de beraberinde getiriyor. Devlet üniversitelerinin ticarileşmesi, mantar gibi biten özel üniversiteler, ders notundan bitirme tezine, yemekhanesinden yurtlarına kadar yayılan büyük bir ticari ağ… Üniversiteye yerleşebilmek için harcanan onca para, parası olmayanın önüne dikilen engeller… Sonuç; yoksul kesimden gelen genç bireyin önünün tıkanması oluyor.

Kısmi Bilimin Yerine Dinsel Dayatmalar

AKP’nin eğitimdeki dinselleştirme projesine geçmeden önce, mevcut kapitalist eğitim sisteminin (ya da “modern” eğitim sisteminin) genel olarak bilimsellikle olan ilişkisini ele almakla başlayalım. Bilimsellik, öncelikle eldekiyle yetinmeyip, araştırma konusu bakımından daha derinlikli bilgiye ulaşmayı ve -henüz- bilinmeyen gerçekleri ortaya çıkarmayı gerekiyor. Bir defa araştırdığı meseleye bütünsel yaklaşmayan, sınırlı bir perspektiften hareket eden bir anlayışın ne kadar bilimsel olduğu tartışılır. Örneğin akademide, gerçekte birbiriyle varlık-yokluk derecesinde ilişkili olan pek çok disiplinin, tamamen birbirinden kopuk alanlara dönüştürülmesi ve bütün araştırmanın aşırı ölçüde dar kapsama sıkıştırılması, zaten anti-bilimsel bir yöntem. Bu anlamıyla antibilimsellik kapitalist eğitimin neredeyse tamamına sirayet etmiş durumda.

Peki, modern eğitimin bilimsellik iddiası neye dayanıyor? Birbiriyle benzer süreçler olsa da iki başlıkta ele alalım. Sosyal bilimlerde, gerçek toplumsal ilişkilerin dışlanmasına ve dar alanda büyük kulaçlar atma iddiasına ve böylece ortaya bir “derinlik” iddiası koymaya dayanıyor. Özellikle teknik-bilimsel alanlarda ise bütün bilimsellik, kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda üretim yapmaktan öte bir anlam taşımıyor. Yapacağınız bir araştırmanın-üretimin değeri, kâr miktarını ne kadar artıracağıyla ölçülüyor. Bu ise teknolojik gelişim adı altında pazarlanıyor.

Burjuvazinin güncel ihtiyaçları, gerçekte anti-bilimsellik olan ancak en dar kapsamıyla da olsa bilimsel nitelik iddiası taşıyan bu sisteme ihtiyaç duyuyor. Peki, AKP neden bu dar anlamda bilimsellikten bile uzaklaşıp sistemi neredeyse tümüyle dinsel dayatmalar üzerine kurguluyor?

AKP’nin “burjuva bilimsel anlayış”tan bile uzaklaşmasını, Türkiye sermayesinin güçsüz köklerinde ve güçsüz niteliğinde aramak lazım. Orta ve uzun vadeli projelerle üretim gücünü artırmak ve ekonomik gücünü artırmak yerine, tarih sahnesine de geç çıkmış olan Türkiye burjuvazisi, hızlı para kazanma amaçları, rant, talan, vurgunculuk gibi yöntemlerle güdüklüğünü ortaya koydu, koyuyor. Burjuvazinin bu güdüklüğü, devlet yöneticileriyle olan ilişkilerinde de kendisini gösteriyor. (Bu konuda daha detaylı değerlendirmeler için bolsevik.org sitesinde V. U. Arslan’ın “Türkiye Kapitalizmi Sınıfta Kaldı” başlıklı makalesini okuyabilirsiniz.) Türkiye sermaye birikiminin en önemli kaynağı ise ucuz emek gücü. Emekçilerin alabildiğine yoğun sömürüsü ile hem ülke içi hem de uluslararası sermaye devasa kârlar elde ediyor.

Haliyle böyle yoğun bir sömürü, niteliksiz, vasıfsız, sorgulamayan ve itaat eden, örgütsüz yığınlara ihtiyaç duyuyor. AKP için burada devreye, eğitimdeki dinsel projeler giriyor. (Elbette yığınları böyle kontrol etmenin tek aracı din değil. En demokratik burjuva demokrasisinin bile amacı bu. Ama siyasal İslam, bu iş için biçilmiş bir kaftan). Dinsel dayatmalar daha okul öncesi eğitimden başlıyor. İlköğretimde seçmeli ders adı altında sayısız din dersi dayatılıyor. Liselerde, sınavla “iyi bir yer” kazanamayan öğrenciler imam hatiplere mahkûm ediliyor, sürekli yeni imam hatipler inşa ediliyor, mevcut liseler imam hatipleştiriliyor. Üniversitelerde bile özellikle rektörlükler ve şimdilerde KHK’lar aracılığıyla hayli kolay dizayn ettikleri “akademik” kadrolara aracılığıyla bütün alanlarda dinsel baskı ve yanılsamalar ön plana çıkartılıyor.

İktidarın politikalarıyla yaratılan yaşam biçimi kutuplaşmaları da, sistemin çarklarına sıkışmış milyonları din üzerinden manipüle ediyor. Böylece neoliberal politikalar altında ezilen ama ezilirken -şimdilik- ses bile çıkaramayan bir emekçi yığın yaratılmaya çalışılıyor.

Eğitimde Ne İstiyoruz?

Öncelikle eşit-parasız-bilimsel-anadilde eğitim talepleri, AKP’nin saldırılarına karşı önemli. Aynı zamanda dinsel dayatmalara da karşı çıkılması bir zorunluluk. Ama bu taleplerin içeriğini netleştirmek gerekiyor. Örneğin nasıl bir bilimsel eğitim istiyoruz? Bakalım bu konuda, Türkiye’nin en büyük sermayedarlarından Ali Koç ne diyor:

“Hükümetimiz, devletimiz de bu yönde, ciddi atılımlar attı, hiç görmediğimiz teşvikleri de verdi. Ama bu iş sadece teşvikle de olmuyor. Bu iş insan kalitesinden, insan eğitiminden geçiyor. İnşallah geleceğin nesilleri bu ülkenin potansiyeline kavuşması için çok daha iyi eğitilirler.”

Ali Koç, hükümetin ekonomik teşviklerini överken, bir yandan da “daha iyi eğitim almış bireyler”e ihtiyaç duyduklarını söylüyor. Ne için? Tabi ki yatırımlarını daha kârlı hale getirmek için. Böyle bir “bilimsel” eğitim, AKP’nin dinsel dayatmalarla şekillendirdiği bir eğitimden ne gibi bir farklılık gösterecek? İkisinin de amacı, emekçilerin sömürüsünü derinleştirmek. Biri bunu yaparken, sömürüye karşı itirazları hasıraltı edecek bir toplumsal uyuşturucu olarak dinsel dayatmalara başvuruyor. Öteki, ortalıkta bilim diye söylenirken, aslında sömürü çarklarını daha organize hale getirmenin derdinde. İkisi de sömürü düzeninden besleniyor.

Böyle olacaksa kalsın! Bizim istediğimiz bilimsel eğitim, sermayeden bağımsızlaşmış ve hem teknik hem de sosyal alanlarda gerçek bir gelişmeyi sağlamaya yöneliktir. Haliyle sömürü ilişkilerinin karşısına dikilecek bir bilimsellikten bahsediyoruz.

Laik eğitim için de aynısı geçerli. Ali Koç’un kafasındaki eğitim sistemini “laik” bir yaklaşımla kursanız neye yarar? Mesele dinsel dayatmalara karşı, emekçi yığınların bilimsel bilgiye ulaşabilmesinin önünün açılmasıdır.

Doğrusu böyle bir içerikle bu talepler için mücadele etmek, sömürü düzeninin sınırlarını aşar. Varsın aşsın öyleyse!

KATEGORİLER
ETİKETLER