Dünyada ve Türkiye'de Rüzgar Emekten Yana Esiyor: Yeni Bir 68 Dalgasının Kıyısındayız
Tekel işçilerinin Ankara’da 78 gün boyunca sürdürdükleri kahramanca direniş ülkenin havasını bir anda değiştiriverdi. Türkiye’nin tüm renklerini içeren Tekel işçileri sınıf dayanışmasının ve halkların kardeşliğinin en parlak anlatımını yaptı.
Bu 78 gün boyunca mücadelenin sıcaklığı tüm ülkeyi sardı. Direnişin çekim merkezine kimler girmedi ki. Birinci halka yüzlerce yeni, örgütlü olmayan işçi aktivistinden oluşuyor. Bu kişiler tıpkı Tekel işçileri gibi direniş alanından ayrılmadılar, işçilerle sabahlara kadar sohbet edip derin dostluklar kurdular. Sendikal bürokrasinin ihanetinden sonra çadırlar sökülürken ileri işçilerle beraber gözyaşlarını tutamayan onlardı. Şimdilerde bazıları kendilerini alamıyor, kâh İzmir’de Tariş’teki direnişe kâh İstanbul’daki Marmaray işçilerinin direnişine yetişmeye çalışıyorlar. Bu yeni işçi militanları kısa zaman sonra bireysel aktivizmin olanaklarının muazzam derecede kısıtlı olduğunu yaşayarak öğrenecekler. Dolayısıyla, işçi sınıfının mücadelesine gerçekten katkı sunmak istiyorlarsa enerjilerini örgütlülüğe, devrimci kanallara yönlendirmelidirler.
Emekçiler Mücadeleye Susamış – 2010 Şimdiden Mücadele Yılı Olmuştur
Görünmüştür ki emekçiler mücadeleye aç. Yeter ki mücadele somutlaşsın, kuvvete gelsin. Çiçeğin arıyı çekmesi gibi sınıfın güçlü direnişleri işçi ve gençliğin en dinamik ve atılgan kısmını kendisine çekmektedir. Görüldü ki ev kadınları, emekliler, işsizler, liseliler, ataması yapılmayan öğretmenler… Sıkıntısı olan herkes mücadele ateşinin etrafında toplanmaya hazır.
Çadırlarını belki kaldırdılar ama Tekel işçileri hükümeti gittiği hiçbir yerde rahat bırakmayacak, bu da yetmeyecek gene gelecekler Ankara’ya. Tekel işçileri çadırlarını söktüler ama bu sefer de İzmir’de Tariş işçileri çadırlarını kurdular. Marmaray işçileri direnişteler, Sinter direnişte. Akkardan, Balnak Lojistik, Çemen Tekstil, Asemat, Daiyang, Nema Makine, Eko Depar, Kent AŞ, E-Kart… Sevinerek söyleyebiliriz ki 2010 şimdiden mücadele yılı olmuştur.
Bütün bu direnişler sermayenin işçi sınıfına karşı başlattığı saldırının son raddesine vardığı bir dönemde gerçekleşiyor. 4-C sistemi işçi sınıfı için tam da kölece çalışma koşulları demek. Türkiye’yi ucuz emek cenneti olarak yeniden dizayn etme projesi aynı zamanda esnek çalıştırma, özelleştirmeler, işten çıkarmalar, 4-C’ler, 4-B’ler ile el ele gidiyor. Türkiye’de işsizlik oranı üstelik resmi verilerle % 14 oranını geçerek rekor seviyelere ulaşmış durumda. Gençler arasındaki işsizlik oranı ise yine aynı verilere göre %25’lerde. Genç işçilerin yoğunlaştığı İstanbul, İzmir ve Çukurova’da işsizlik nedeniyle bıçak kemiğe dayanmış durumda. Madalyonun diğer yanında ise iş kazalarında (cinayetlerinde desek daha doğru olacak) göz göre göre ölen madenciler var. İkitelli’de selde bir minibüsün içinde can veren 7 kadın işçinin acısı silinmeden, Bursa’daki patlamada ölen 17 maden işçisinin kanı kurumadan bu sefer de Balıkesir’de grizu patlaması sonucu 13 madenci aramızdan ayrıldı. Üstelik aynı maden ocağında 2007’de gerçekleşen patlamada 17 maden işçisine mezar olmuştu. Arkadaşlarını, akrabalarını, kardeşlerini o patlamada yitiren işçiler yine girmişlerdi o tabutluklara. Girmek zorundaydılar evlerine ekmek götürmek zorunda oldukları için. Tıpkı kimyasallar içinde, radyasyonlu ortamlarda, tersanelerde, inşaatlarda ölümle burun buruna iş güvenliğinin sıfıra yakın olduğu işyerlerinde çalışan diğer sınıf kardeşleri gibi.
İşte, ilerleyen işçi hareketlerinin üstünde yükseldiği zemin bu. Bu, işçilerin cephesindeki durum. Peki, durum sınıf düşmanlarımızın cephesinden nasıl görünüyor? Onların cephesinde sistemlerinin krizi var, bir de kendi içlerinde sürdürdükleri amansız kavga. Türkiye’de kapitalist sistem, sınıfta kaldığını zaten çoktan ispatlamıştı. Türkiye’de sefalet sınırında veya altında yaşayan milyonlarca emekçi için sistemin meşruluğu hiçbir zaman sağlam köklere sahip olmadı. Bunun farkında olan egemen sınıf bir yandan devrimciler üzerinde baskısını hissettirmeye çalışırken diğer yandan da emekçileri şovenizm zehriyle birbirlerine düşürme taktiğiyle halklar arasında nefret tohumları ekmekle meşgul oldu. İşçi sınıfı enternasyonalist sınıf kardeşliği çerçevesinde bu şoven zehre karşı bağışıklık kazanmak zorundadır.
Egemen sınıf, diğer yandan da kendi içerisinde tarihsel bir iktidar kavgası içerisinde. Darbe iddiaları, Ergenekon, yüksek mahkemelerin kararları, AKP’nin atakları hepsi bir tek şey için: Sömürü sisteminin tek başına patronu olmak ve diğer tarafı tasfiye etmek. Güç için girişilen kıyasıya bir kavga içerisindeler. Bu, işçi sınıfının tarihsel amaçları için aslında bir fırsat sunmaktadır. Danıştay’ın Tekel işçileri lehine karar vermesi ya da bir kısım burjuva medyanın Tekel işçilerinin mücadelesini bu kadar sık işlemesi aksi takdirde mümkün olabilir miydi? Yani, sınıf hareketinin yükselişi için tarihsel şartlar uygun bir hal almaktadır. Düşmanımızın kendi iç kavgasıyla zayıflaması, değerlendirebilirsek işimize çokça kolaylaştıracaktır.
Dünyada İşçi Hareketi Sınırları Zorluyor, Yeni Bir 68 Dalgasının Kıyısında
Nepal, İran ve Venezuela’daki devrimci yükselişler, burjuvazinin devrilmesi adına işçi sınıfının devrimci öncüsünü ararken kapitalizmin krizi tüm dünyada sınıf mücadelesinin kızışmasına neden oluyor. Asya’da Endonezya, Pakistan, Hindistan, Burma; Afrika’da Nijerya, Mısır, Fas, Güney Afrika, Latin Amerika’da Honduras, Bolivya işçi mücadelelerinin sistemi tehdit eder boyutlarda yükseldiği ülkeler durumunda.
Diğer taraftan yaşlı kıta Avrupa işçi sınıfının mücadelesi açısından yeniden öne çıkmaya başlıyor. Son kriz Avrupalı emekçilerin yaşam standartlarında büyük düşüşlere yol açarken sistem bazı Avrupa ülkelerinde batma noktasına gelmiş durumda. Bu ülkelerin başında Portekiz, İrlanda, Yunanistan ve İspanya geliyor. Bu ülkelerin hepsinde de işçi hareketinin hem tarihsel mücadele deneyimleri mevcut, hem de halen işçi sınıfı gayet dirençli durumda. Bunlar arasında da özellikle Yunanistan hem sistemin krizinin derinliği hem de işçi sınıfı direncinin özellikle yüksek oluşu nedeniyle göze çarpıyor. Yunan ekonomisinin dev borçları yüzünden çökmek üzere oluşu hükümeti acil olarak AB’den, olmazsa IMF’den borç para bulmaya zorluyor. Borçlar çevrilemezse Yunan devleti iflasını açıklamak zorunda kalacak. Bu da zincirleme reaksiyon şeklinde diğer Avrupa ülkelerine sıçrayacak genel bir kriz anlamına geliyor. Yunanistan’a borç verecek emperyalist-kapitalist güçler mutlaka Yunan devletinden önemli tavizler elde etmeden buna yanaşmayacaklardır. Bu emperyalist pazarlıkların içeriği farklılaşabilir, ama değişmeyen tek şey şu olacak: Yunan hükümeti işçi sınıfının haklarına acımasızca saldırmak durumunda. Komşumuz Yunanistan işçi sınıfı ise tarihsel mücadele birikimleri, yüksek moralleri ve ataklığıyla şimdiden genel grev üstüne genel grev düzenliyor.
Akıldan çıkarılmamalıdır ki tıpkı krizin bulaşıcı niteliği gibi radikal sınıf hareketi de yayılmacı karakterdedir. Önümüzdeki süreç, dünyada yeni bir 68 dalgasını beraberinde getirmeye namzettir. Bu süreç içerisinde işçi sınıfının devrimci öncüsünün yaratılması ve daha büyük kavgalara önderlikli olarak girmek büyük önem taşımaktadır.