2019 Meselesi: Nasıl Kazanılır, Nasıl Kazanılmaz – Emre Güntekin
Çalınan oylar, alenen ortalığa saçılan seçim hileleri, YSK’nın hukuksuzluğu, o çokça kıymet biçilen “milli irade”nin gasp edilerek atı (ç)alanın Üsküdar’ı geçmesi… Bunlarla hatırlayacağımız referandumun üzerinden daha yirmi gün bile geçmedi.
Aslında kaybeden olmadık. Referandum gecesi Erdoğan’ın simsiyah suratı hala gözlerimizde beliriyor. O fotoğraf ortada bir pirus zaferi olduğunun en çarpıcı belgesiydi. Hayır cephesinde moraller yüksek ve eylem iştahı had safhadayken herkes yeni bir Gezi mi doğuyor sorusunu kendisine soruyordu. Alınan yüzde 49’luk oy Türkiye’de hala birşeylerin değişebileceğini gösteriyordu ve umut veriyordu.
Fakat birileri bu yüzde 49’u babalarının tapulu malı sanıyor. Elbette bu yüzde 49 içerisindeki en büyük pay sol, sosyal demokrat emekçilere; ulusalcı kesimlere ait ve bu unsurlar CHP’nin doğal tabanı. Dolayısıyla CHP’nin bu yüzde 49’a dair kafa yorması kadar doğal bir durum olamaz. Lakin bu durum sanki ortada az önce bahsettiğimiz gibi yüzyılın belki de en şaibeli seçimi yokmuş gibi davranma hakkını kimseye vermez. Neden vermez? Hayır’a gönül vermiş insanların referandumun ardından en büyük beklentisi bu yolsuzluğa, hukuksuzluğa, oldubittiye karşı kararlı bir mücadele yürütülmesiydi. Fakat çürüyen “sosyal demokrasi”nin ağababaları mücadele etmek yerine elbette kayıkçı kavgasını tercih edeceklerdi ki nitekim öyle oldu. Referandumun ardından belki de AKP iktidarından daha hızlı bir şekilde yeni düzene uyum sağlayarak yangından mal kaçırma derdindeler.
Burada Deniz Baykal’a bir parantez açmak lazım. Türkiye’nin siyasi tarihinde siyasal İslam’ın yükselişine bir “muhalif”, “sosyal demokrat”, “ulusalcı” (nasıl isterseniz öyle tanımlayabilirsiniz) olarak bu kadar fayda sağlamış başka bir isim var mıdır bilemiyoruz. 90’larda koltuk hırsı uğruna SHP’nin karşısına aday çıkararak Ankara, İstanbul gibi iki büyükşehirde belediyelerin Recep Tayyip Erdoğan ve Melih Gökçek gibilerine adeta teslim eden ve böylece siyasal İslam’ın yükselişine hız katan; 2002’de siyasi yasaklı Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşıyan (dileyen şu linkten konu ile ilgili Zülfü Livaneli’nin şu anısını okuyabilir.), 7 Haziran’ın ardından meclis başkanlığı talebiyle saray kapılarına yaltaklanan ve iktidarın en sıkıştığı zamanlarda partisini baltalayan Baykal’ın bugün yaptıklarını eminiz iktidar pis pis sırıtarak izliyordur. Çünkü onlar da Baykal’ın içinde olduğu bir kayıkçı kavgasıyla vakit öldüren bir CHP’nin % 49’u atomize etmek için çok elverişli koşullar yaratacağını biliyorlar.
2019 Meselesi
2019 seçimleri diktatörlükten geriye dönüş için önemli bir dönüm noktası olacaktır. 2019’a kadar örgütlü muhalefetin asıl görevi hayır diyen kitlede referandumdan sonra var olan umudu yeni bir mücadele biçimine kanalize etmek olmalıdır. Bu nasıl olacak? Normal şartlar altında sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, hayır diyen sivil toplum kuruluşlarının ve sol-sosyalist örgütlenmelerin bu enerjiyi kullanabilecek ve ses getirebilecek çalışmalara yönlendirebilecek maddi imkânları fazlasıyla bulunmaktadır. Fakat eksik olan tek şey ki bu da maddi olanakların ötesinde asıl var olması gereken azim ve çalışkanlıktır. Elbette bunu CHP gibi burjuva bir partiden beklemiyoruz, ancak CHP tabanında böyle bir mücadeleye kazanılabilecek geniş yığınlar referandum sürecinde de gördük ki böyle bir mücadelenin öznesi haline kolayca gelebiliyorlar.
Fakat daha maçın başında CHP’nin koltuk düşkünü unsurları gündemi değiştirmiş durumda. Bir yanda kayıkçı kavgası diğer yanda toplumun hiçbir derdine derman olamayacağı aşikâr olan 2019 hesapları… Öyle ki Baykal’ın yaptığı Abdullah Gül çıkışı yankısını bulmuş görünüyor.
Cumhuriyet gazetesinde Orhan Erinç’in 2 Mayıs tarihli yazısında 2019 adayı şöyle tarif ediliyor:
“Şüphesiz kalbi solda atan bir insanım, ama 2019 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “sol” bir aday istemiyorum. Önce buradan gireyim. Herkes kimliğini bir kenara bırakacak ve Adayım, büyük kitleleri çekecek “evet bu adam yapabilir, arkasında duralım” dedirtecek, HAYIR’ın tüm oylarının yanı sıra, dahası AKP’den de ikircikli ve giderek kopacak yüzde 10 kadar oyu da alabilecek namuslu bir demokrat…
Bu kez Hayır değil, Evet diyeceğimiz bir “program adamı”…
Kitlelerin “görevlendireceği” bir kişi.
Neyle? Türkiye’yi “demokratlaştırma programı” ile…”
Yine Cumhuriyet gazetesinde Aslı Aydıntaşbaş 4 Mayıs’taki yazısında Orhan Erinç’in isim vermeden işaret ettiği ismi açıktan şöyle belirtiyor:
“Lafı eveleyip gevelemeyelim; bu isim Deniz Baykal değil. Bazı okurları kızdırmak pahasına söyleyeyim: Abdullah Gül bu yarışa girse, ikinci turda birçoğunuzun da oyuyla kazanırdı. Ancak Gül’ün böyle bir niyeti olmadığı ortada.
Aslında ihtiyaç, demokrat bir Turgut Özal 2019 formülü. (Yine bazı okurlar kızacak ama ülke gerçeği bu.) Siyasi ve ekonomik reform vaadiyle aynı anda merkez sağ, merkez sol ve Kürtlerin sempati ve onayını alabilecek bir isim.
Ortada dolaşan ve fısıldanan bazı isimler var ama ben şahsen bu eski siyasetçiler arasında ‘Hah, tamam’ dedirten birini bulmuş değilim.
Gelin biraz da sesli düşünelim o zaman… Kim olabilir?”
Zavallı Cumhuriyet… Yazarlarının düşünceleri nedeniyle AKP diktatörlüğü tarafından zindanlarda yattığı şu günlerde, bu diktatörlüğün inşasında katıksız bir rolü olan Abdullah Gül’ü işaret edecek yazarların ayakları altında paspas olmuş durumda. Anlaşıldı ki Ekmeleddin İhsanoğlu faciasının ardından 2019 seçimlerinde de ufku burjuva düzeniyle sınırlı olanlar yine öküz bokunu altın olarak yutturmaya çalışacaklar.
Yüzde 49’un enerjisi nasıl kullanılamaz derseniz, işte böyle kullanılamaz.
Şimdi ihtiyacımız olan şey bugünden itibaren koltuk sevdalılarının, kariyeristlerin ve ikbal düşkünlerinin yapamayacağı şeyi yapmak. Sokak sokak çalışmak, ulaşmadık tek bir emekçi bırakmadan bu düzenin neden böyle devam edemeyeceğini anlatmak, işinden edilenlerin haksızlığa uğrayıp mücadeleye meyledenlerin enerjisini arkamıza almak ve dikta heveslilerinin karşısına 2019’da umut dolu bir şekilde çıkmaktır. Tabandan adım adım böyle bir mücadele örülmeden, bugünden kapalı kapılar ardında aday belirleme telaşına kapılmak ancak ve ancak iktidarın yeni bir seçim zaferine hizmet eder. Sosyal demokrat emekçilere çağrımız kariyerist liderlerin keyfini beklemek yerine, onlara rağmen böyle bir mücadelenin parçası olmalarıdır.