Maya Koleji’nin Hukuksuzluğuna Karşı Mücadele Eden Ahmet Öğretmen’den Açık Mektup
bolsevik.org’da 28 Mayıs 2016’da yayınlanan bir özel haber ile Ankara Maya Koleji’ndeki skandal ve öğretmen kıyımını gündeme getirmiştik.
maaş hesabına yatırmış ve öğretmenlerden bu parayı elden geri alma yoluna gitmişti. Aylar içerisinde muhasebesi aracılığıyla paranın büyük çoğunluğunu elden toplayan Özel Maya Okulları, bu hukuksuz isteğe karşı direnen az sayıdaki öğretmeniyle de yeni yılda sözleşme yenilemeyeceğini duyurdu. Maya Okulları bununla da kalmadı, bu olayı kamuoyunda duyuran ve bakanlık nezdinde şikayette bulunan Ahmet Yeşil öğretmeninin de iş akdini fesh etti. Ahmet Yeşil, hukuk mücadelesine başladı. MEB’den gelen müfettişler usulsüzlüklerle ve öğretmenlerin yönetim tarafından tehdit edilmesi ile “hak ihlali” olmadığına karar verdi. Bunun üzerine Ahmet öğretmen MEB’e de dava açmaya hazırlanıyor. Ahmet Yeşil, konu ile ilgili yaptığı açıklamada sosyal medya hesabı üzerinden şu açıklamayı yaptı:
Selam dostlar,
Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı kitabı Nazi Almanya’sında Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesinden sorumlu bir üst düzey komutan olan Adolf Eichman davasını inceler. Kitaba göre Eichman bir fanatik ya da sosyopat değildir, aksine bu kötülükleri düşünmeyen, sorgulamayan ve sadece itaat eden bir insan da yapabilecektir.
Bugün bu kötülüğün insanı, eşini cumhurbaşkanına hakaretten şikâyet ediyor. İyi insanlar tarafından yapılan köpek barınakları bir başkası tarafından içindeki köpeklerle yakılabiliyor. Aynı kötülüğün insanını çevrenizde görebiliyorsunuz, görüyorsunuz da. Hatta Adolf Eichman gibi sadece itaat ederek, sorgulamayarak kötülüğü sıradanlaştırıyorsunuz.
Çok az insan bugün içinde yaşadığı kötülüğe, kötülüğün kabulüne, içselleşerek sıradanlaşmasına karşı ses çıkarıyor. Asla geri adım atmıyor. Asla korkmuyor. Peki birileri ne yapıyor?
Görelim:
Dün dava açmak için bakanlıktan aldığım soruşturma tutanaklarını okuyorum. İnsanların bir yıl daha sözleşmeyi garanti etmesi, patronlarının gözüne girmesi umuduyla attıkları iftiraları. Yazdıkları yalanları…
Ahlaki çöküş olması bir yana, hukuki bir suç olmasına rağmen bunu yapıyorlar. Çünkü bağlı bulundukları kurumun kendisinin ve meslektaşlarının haklarını gasp etmesine ses çıkarmak, hak arayan insanın arkasından iftira atmaktan daha zor geliyor. O sebeple yalana sığınıyorlar. Sadece kendilerini değil, adaleti, kendilerine güvenenleri, geleceklerini, çocuklarını, yetiştirdikleri nesilleri kandırıyorlar. Kötülüğü sıradan hale getiriyorlar. Bazıları daha ileri gidiyor. Hakkını arayan insanın başına iş açarım umuduyla (!) o kişinin sosyal medyada yaptığı demokratik paylaşımları tek tek not edip “Bakın bu insan devlet büyüklerine sosyal medyada hakaret ediyor, toplamda 13 sayfa tutan paylaşımları ektedir” diyebiliyor. Sanki soruşturma, bir kurumun hukuksuzluğu iddiasıyla yapılmış bir şikâyet için değil de o kişinin sosyal medya paylaşımları sebebiyleymiş gibi.
İnsanları fişleyenleri, uzaklarda aramayın dostlar. Hepsi en yakınımızda… Çünkü öğrenilmiş çaresizlikleri onlara yılmayı, devletten, devlet büyüklerinden, hak aramaktan korkmayı öğretmiş. “Hak-hukuk değil nasıl olsa haksızlık güçlüdür, o halde neden haktan yana olalım ki” diye düşündürmüş.
Peki, sosyal medya paylaşımlarımızı silecek miyiz? Hakkımızı dolaylı yollardan arayarak çıkar umuduyla büyüklere hoş görünecek Evet’çi paylaşımlar mı yapacağız? İnandıklarımızı söylemeyecek miyiz? Elbette hayır. Çünkü bizler başkaları gibi değiliz. Bu yola çıkarken yüzlerce yıldır hak mücadelesi uğruna ölen emekçilere söz vermiştik. Bizim sözümüz, kimilerinin namus ve şeref üzerine yemin edip yalan beyan vermesine benzemez. Bazıları istediği kadar insanların acizliğinden, kötülüğün sıradan hale gelmesinden faydalansın. İstediği kadar insanların işsizlikle terbiye olacağını düşünsün. Bir de bakarsınız ki yalancı şahitlerin, bu rezilliği organize edenlerin, suçu aklayanların devamında bir ses kaydı çıkmış: Kalabalık bir öğretmen topluluğuna seslenen kurucu temsilcisinin, çalışan hesaplarına yatırılacak paranın bir hafta içerisinde muhasebeye elden geri teslim edilmesi gerektiğini söylediği pırıl pırıl bir ses kaydı. Aylarca, sonucunda işsiz kalmamıza sebep olmasına rağmen yılmadan ve korkmadan söylediğimizi tamamen doğrulayan bir ses kaydı. Dinleyen avukatlara göre “Yağma ve görevi kötüye kullanma” suçuyla TCK 148. tarafından hapis cezasıyla cezalandırılır uyarısıyla Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmayı gerektirecek bir ses kaydı. Muhakkik önünde ve daha sonra mahkemede yeminli olmasına rağmen hâkime “Böyle bir şey yoktu” diyenlerin ifadelerinin tamamen yalan olduğunu gösterecek bir ses kaydı.
Hukuka inanmıyorum diyemem. Fakat hukuk için mücadele edilmesine daha çok inanıyorum. Onca güzel, vicdanlı ve cesur insanın doğru ifadesine karşı bakanlığın soruşturmayı doğru yapmadığını düşünüyoruz. İdari mahkemeye dava açılacağı saatlerde ses kaydındaki ilgili kişi hakkında savcılığa da suç duyurusunda bulunulacak.
Önceki gün bir arkadaşım, böyle bir olayda suçlunun hapse girme ihtimalinin beni üzüp üzmeyeceğini sordu. Şimdi yine soran olacaktır.
Ben hukuksuzluğa ilk dakikadan itiraz ettim, aylar boyunca buna karşı direniş gösterdim. Tehdit altında kaldım, sıkıntılı zamanlar geçirdim. Defalarca idarecilerin odasına çağrıldım. Pes etmedim işsiz kaldım. Uyarıda bulundum, olayın büyük bir skandal olduğunu, bu skandalda diretenlerin suçlu olduğunu söyledim. Olaylar hiç duyulmadan onları hatalarından geri adım atmaya davet ettim. Çekinmediler. Yaptığım şikâyete karşı “kuruma iftira atma iddiası” ile iş akdimi feshettiler. Sözleşmemin bitimine aylar kala maaşım ve tazminatıma el koyulmuş oldu. 812 lirayı geri vermediğim için binlerce liram adeta gasp edildi. Parasız kaldım, kısa vadede tatil ve uzun vadede gelecek planlarım sekteye uğradı.
Çünkü nasıl olsa müfettişin yaptığı soruşturmada istenilen beyanları verecek çalışanları vardı. Çay partisi tadında geçen ve odada kurucu temsilcisi, müdür ve kâğıtlara göz atan idarecilerin olduğu, ciddi bir soruşturma görüntüsünden tamamen uzak bir sorgulamada şikâyetimizi yalanlayan ifadeler, soruşturmayı takip eden günlerde müdür muavinliği ve zümre başkanlığı gibi görevlere yükseltilen öğretmenlerin bir arada olduğu soruşturmada kayıt altına alındı. Hiçbir mağdur arkadaşımız “tesadüfen” dinlenmedi. Müfettişe bundan dolayı ettiğim şikâyet tehditle karşılığını buldu. Neyse ki bakanlığa yapılan şikâyet sonrası yeniden bir muhakkik görevlendirildi ve mağdur olan başka öğretmenler ve yeni başka şikâyetçi arkadaşlar dinlendi. Yine de o kadar cesur insanın yazdığı doğrulara rağmen sayı fazlası okul lehine olduğu gerekçesiyle iddialar geçersiz sayıldı. Bunların olacağını beklediğimiz için mahkeme yoluna gitmeye karar verdik. Ancak yeminli olmasına rağmen hâkim karşısında olayın davacının anlattığı gibi olmadığını söyleyecek insanlar bulundu. Başından beri okula iftira atmakla, kötü öğretmen olmakla suçlandık. Sosyal medyada yaptığımız gayet demokratik siyasi paylaşımlarımız tek tek bulunup bakanlığa gönderildi. İnanç ya da inançsızlık üzerinden müfettişler etki altına alınmaya çalışıldı. İnsan hakkı ve onuru, demokrasi, tüm değerler yok edilerek yapıldı bütün bunlar. Bana ve dostlarıma bunu yapanların, her fırsatta “değer” kelimesinin serpiştirilip eğitim sistemine yön verir gibi yapılan paylaşımları ile maaşlı ve atanmış insanlarının bu paylaşımlara karşı yaptığı alkışlarını, yalan beyan veren insanların terfilerini ve mutlu tatillerini cebimde beş kuruşsuz bir şekilde izledim. Her şeye rağmen gücümün yetmeyeceği ve haksız bulunacağım bir sürecin sonunda hakkımı hukuki olarak arama kanallarım tıkanırsa üzerime atılan iftiracı, yalancı ve kötü bir öğretmen olduğum iddiasına karşı onurumu korumak adına açlık grevine nasıl, ne zaman ve nerede başlayacağımın planlarını yaptım.
Yetmiş üç yaşındaki kalp hastası babamın hakkımı aradığım için iftiraya uğrayarak işsiz kalmam neticesinde bir ayda on kilo vermesini izledim. Sosyal medya paylaşımlarımın meslektaşlarım tarafından bana karşı “devlet büyüklerine hakaret” şeklinde birilerinin harekete geçirilmek için kullanılması riski, bunun sonucunda gözaltına alınmam ve hatta tutuklanmam endişesini ailem ve sevdiklerim yaşadı. Evet bu uzun süreçte bunlar oldu.
Şimdi karşımda böyle bir organize oluşuma karşı elime geçen ses kaydının savcılığa verilmesinin vicdani yükümlülüğü olacağını düşünen dostlar olacak. Onları empati yapmaya davet ediyorum. Kolay gördükleri yolu seçtiler, günü kurtarmak istediler, yüz binlerce lirayı hukuka aykırı şekilde gasp eden insanlara boyun eğdiler, hiçbir kimsenin hakkının gasp edilmemesi için çıkardıkları ses sonucu işsiz kalan arkadaşlarının arkasından iftira atmayı, mahkeme huzurunda doğrular için namus ve şeref üzerine yemin edip yalan beyan vermeyi tercih ettiler. Hakkını arayan insanları zor duruma düşürmek için sosyal medya paylaşımlarını kişilere karşı kullandılar. İnsanların oy verdikleri partiyi, dini inancını anayasal suç olmasına karşı fişleme konusu yaptılar. Yalanı organize ettiler. Binlerce çocuğun daha demokrat, daha aydın, her türlü görüşe saygılı ve iyi bir birey olması umuduyla kendilerine emanet edildiği bir ortamda bunu yaptılar.
İnsanlara yalancı şahitliğin suç olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Ekmeğin kaybedilip kazanılacağını ama kaybedilen onurun asla geri kazanılamayacağını söylüyoruz. Daha güzel bir dünyanın ellerimizde olduğunu anlatıyoruz. Haksızlığa karşı insanları örgütlemek istiyoruz. Çocuklarımızın kurtuluşunun içselleşmiş adalet ve demokrasi ile mümkün olacağını düşünüyoruz. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz, bunun çabaya değer olduğunu biliyoruz.
Herkes seçimlerinin sonucunu yaşar. Er geç mutlaka yaşar.
Bunca yazı için birilerinin son kozu beni başka şekillerde üzmek olacaksa diye onlara da bir güzellik yapayım: Referandumda “Hayır” oyu kullanacağım. Çoğunluğun konuşmaya korktuğu bir ülkede öğretmen olup utanmadan muhbirliğe soyunan insanlara rağmen konuşacağım.
Değerli dostlar, mesele birkaç ağaç değil, kötülüğün sıradanlaşması.
Sağlıcakla…