Tüm Yönleriyle Darbe Gecesi Bilmecesi – Gökçe Şentürk
Her günün bir olayın yıldönümü olduğu bir ülkede yaşıyoruz. 15 Temmuz 2016 da bu tarihlerin en çarpıcı, pek çok noktada çözümlenememiş ve dünyada örneği yaşanmamış taraflarıyla tarihe geçti.
Kabaca, 2002 seçimleriyle AKP’nin iktidar olmasından 2012 yılında MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo görüşmeleri nedeniyle KCK kapsamında ifadeye çağrılmasına kadar mutlu bir birliktelik yaşayan AKP-Cemaat ikilisi arasındaki ayrışmanın, en kanlı ve akıl almaz son noktasına gelindi. Darbe gecesi sonrası, aradan geçen zamanda, herkes eteğindeki taşları döküyor; AKP, cemaat tehlikesini anlatmak için birbiriyle yarışıyorken darbe girişiminin gizemli yanları hala çözülmüş değil. Eğitimden sağlığa, ordudan yargıya, sivil toplum kuruluşlarından emniyete varana kadar pek çok kurumda örgütlenmiş hatta bazılarını ele geçirmiş, bununla da kalmayıp büyük resimde 170 ülkede 3 bine yakın okulu olan Gülen cemaatinin ya da FETÖ/PDY’nin bu noktaya nasıl geldiği, bundan sonra neler yapabileceği, Gülen’in iadesi tartışılmaya devam edecek. Bu yazıda özellikle AKP iktidarıyla devlet içerisindeki yapılanmasında en üst noktaya ulaşan FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimini nasıl örgütlediğine ve darbenin hala çözümlenemeyen noktalarına bakacağız.
Cemaat’in Önlenemez Yükselişi mi?
Darbe sonrası yapılan operasyonlarda kamuda toplam 69 bin 779 kişi açığa alındı, gözaltına alınanların sayısı ise neredeyse 16 bin. Medya sektöründe 131 yayın kuruluşu kapatıldı.Ordudan 3 bin 185 subay ihraç edildi. Bunların 151’i general ve amiral. Orduyla ilişiği kesilen general ve amirallerin sayısı silahlı kuvvetlerde görev yapan toplam general, amiral sayısının (358) nerdeyse yarısı. Böylesi bir tabloda bu örgütlenme ağının nasıl olduğu ve bugüne kadar nasıl ortaya çıkmadığı/çıkarılmadığı sorusu doğal olarak akla geliyor. Şimdi medyada ve çeşitli platformlarda darbe girişiminin siyasal sonuçları, bu kadar yüksek sayıda cemaat üyesinin kamu kurumlarının en kılcal damarlarına kadar nasıl sızdığı tartışılıyor.
Gazete köşeleri “kandırıldık” diyenlerin, “ne kadar safmışız” pişmanlığı yaşayanların itirafından geçilmiyor. Bunlardan en dikkat çekenlerse zamanında hareketi Gülen ile kurduğu bilinen ve ikinci adam, sağ kol olarak geçen Nurettin Veren ve 17-25 Aralık yolsuzluk sürecinden sonra cemaatten ayrılan, yapı içinde kıta imamlığı gibi üst bir sorumluluğa da erişmiş Latif Erdoğan. Her iki ismin yaptığı açıklamaların gösterdiği tek şey hareketin 1969 kuruluş tarihinden itibaren giderek güçlendiği özellikle de 1980 sonrası Özal hükümeti ile birlikte faaliyet alanını genişlettiği, kurumsal olarak sorumluların atandığı ve bundan sonra da siyasi iktidarlarla arayı sıkı tutarak bugünlere geldiği yönünde. Veren; Özal, Çiller, Demirel, Ecevit gibi isimlerle Gülen’i tanıştırdığını ve hareketin siyasi mekanizmalarla bağ kurarak atladığı eşiği tarifliyor. Erdoğan ise Gülen’in güç ilişkileri çerçevesinde dönemin baskın havasına göre söylem değiştirdiğini hatta bunun 28 Şubat sürecinde ”Başörtüsü teferruattır” noktasına nasıl taşındığını anlatıyor. Devlet kadrolarına sızma ve örgütlenmenin sistematikleşmesinin de bu şekilde gerçekleştiği, 1999 yılında Gülen’in ortaya çıkan bir kasetinde, takipçilerine, fark ettirmeden sistemin can damarlarında iktidar merkezine kadar ilerlemeleri, devlette gücü tamamen ele geçirene kadar sabretmeleri tavsiyesinde bulunduğu görülüyor. Cemaatin örgütlenme piramidi ise darbe girişimi sonrası savcılığın yayınladığı iddianamede “dikey hiyerarşisi / yedi katlı piramit” olarak tarifleniyor. Piramidin başında Gülen var. İkinci basamağı tayin/istişare kurulu oluşturuyor; sonrasında ise kıta-ülke-il-kurum imamları olmak üzere yukarıdan aşağı sıralanıyor.
Eski cemaatçilerin anlattıklarından çıkarılacak bir başka sonuç bütün ilişkilerin güç dengeleriyle ne kadar bağlantılı olduğu. Hatta kendi ayrılma süreçlerinde de bu noktanın altını çizmek gerekiyor. Öncelikle bu kişilerin çoğunun cemaatten kopuşları çok ciddi ideolojik, politik, arayış ve sorgulamalar sonucu olmamış. Büyük ölçüde Fethullah Gülen ile yaşadıkları anlaşmazlık, çıkar çatışması vb. gibi örgütsel meseleler nedeniyle ayrılmış, daha doğrusu ayrılmak zorunda kalmışlar. Bu da cemaatin bugün geldiği noktayı anlamak konusunda ipuçları taşıyor. Mesela emniyet imamı olarak bilinen Kemalettin Özdemir, kendini Gülen’in halefi olarak gördüğü için tasfiye ediliyor ve yerine Osman Hilmi Özdil diğer adıyla Kozanlı Ömer geçiriliyor bu da emniyet içinde cemaatçilerin “közcüler ve kozcular” adıyla bilinen iki kanadının oluşmasına ve kadrolarının ifşa olmasına neden oluyor. Zaten AKP-cemaat ayrışmasının temelinde de benzer bir çıkar çatışması ve güç paylaşımında yetinememe olduğu biliniyor. Tabi bu çatışma bireylerden ziyade siyasal iktidar boyutuna taşındığında bugünkü manzarayla karşılaşıyoruz.
Cemaatin 80 sonrası etki alanını arttırdığı ve siyasi iktidarlardan yardım aldığı biliniyor. Fakat istediği sıçramayı ve kadrolaşmayı, AKP döneminde karşılıklı çıkarlar doğrultusunda iktidara muhalefet etme potansiyeli olan kesimlerin ortadan kaldırılması ve yıpratılması neticesinde alıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ne istediler de vermedik” sözü herhalde bunun bir kanıtı niteliğinde. O nedenle bugün darbe girişiminin başarısız olmasını lehine çevirerek otoritesini güçlendiren Erdoğan’ın yanında yer alan çeşitli kesimlerin ikiyüzlülüğünü, cemaati lanetlerken AKP’yi darbeyi püskürtmesinden dolayı güzellemesini de ifşa etmek gerekir. Bunların çoğu darbe başarılı olsaydı başka sulara yelken açmış olurdu.
15 Temmuz Darbe Girişimi Nasıl Planlandı?
Cemaat – AKP ayrışması 7 Şubat 2012’de Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla kamuoyunda görünür olmuş, 17-25 Aralık 2013’te başlatılan yolsuzluk operasyonu ve medyaya servis edilen tapelerle kesin kopuş gerçekleşmişti. O günden sonra iktidarın cemaate yönelik operasyonları başlamıştı. Dolayısıyla da cemaatin giderek daralan alanı ve kaybettiği itibarını bugüne kadar sızdığı kurumlardaki kadrolarıyla birlikte gerçekleştireceği bir kalkışmayla, adına darbe denmese de, kurtarmak isteyeceği bekleniyordu. Hatta eski cemaatçiler bunu İçişleri Bakanlığı’ndan MİT’e kadar pek çok kuruma isim isim aksettirdiklerini iddia ediyor, cemaat operasyonlarının mağduru olan pek çok sivil-asker kesim de yazdıkları kitaplarda buna işaret ettiklerini söylüyor. Darbe girişimi sonrası incelemelerde de Zaman gazetesinin 9 ay 10 gün önce yayınladığı, “Sükutun Çığlığı” adlı reklam filminde şehrin üzerinde uçan bir helikopterin görüş açısıyla gelen siren seslerinin ardından “Gülen bebek” ortaya çıkıyor. Dolayısıyla da 15 Temmuz’un çok önceden belirlenmiş bir tarih olduğu iddiası var. Fakat bunun dışında da ordu içindeki örgütlenmenin bilindiği ve 16 Temmuz sabahı yapılacak operasyonla ordudaki Fethullahçıların temizleneceği, bu nedenle de darbenin kaçınılmaz olarak o tarihe alındığı da konuşulanlar arasında. Personel Daire Başkanlıklarını ele geçirerek kurumlarda istedikleri kilit noktalara atama yapan cemaatçilerin, yine yaklaşan Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) işinin bitirileceği de iddialar arasında. Kesin olansa tarihin nasıl kararlaştırıldığından bağımsız, girişim sonrası daha net şekilde anlaşıldığı üzere bu denli örgütlenen yapının çıkar çatışması sonucu kendini iktidara sessiz sedasız teslim etmeyeceğiydi.
15 Temmuz gecesi başlayan darbe girişiminin ilk saatleri neredeyse bir tiyatroyu andırıyordu. Saat 22.00 gibi herkesin ayakta olduğu bir saatte, köprü keserek, Ankara, İstanbul üzerinde birkaç uçak dolaştırılarak, bütün televizyonlar ve iletişim kanalları açıkken bir darbenin gerçekleştirilemeyeceği açıktı. Sokağa çıkan ve tankların altına yatan insanların karşısında, ne yapacağını bilemeyen erlerin suratları televizyonlara yansıdığında, bu girişimin başarı şansı olmadığı da tekrar netleşiyordu.
15 Temmuz gecesini önemli noktalarına kısaca bakacak olursak;
*22:00 sularında İstanbul’da Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü askerler tarafından geçişe kapatıldı.
* İstanbul ve Ankara’dan jetler uçmaya başladı.
* Ankara’da Genelkurmay çevresinden silah sesleri geldiği bildirildi.
* İstanbul Atatürk Havalimanı tanklarla gelen askerler tarafından ele geçirildi. 22:15 itibariyle havalimanına giriş çıkışlar kapatıldı. Yaklaşık aynı sıralarda Sabiha Gökçen Havalimanı’nda da benzer bir baskın yaşandığı ortaya çıktı.
* 23:00 Başbakan Binali Yıldırım NTV’ye telefonla bağlandı ve “Bu bir kalkışma girişimidir” dedi.
* Anadolu Ajansı, Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın rehin alındığını yazdı. TSK’nın üst düzey komutanlarından haber alınamadığı bilgileri basına yansıdı.
* Eskişehir’deki Muharip Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Şanver’in kızının Moda Deniz Kulübü’nde düğün töreni beş helikopter ile gelen askerler tarafından basıldı. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal ve üst düzey komutanlar, havacı kamuflaj kıyafeti bulunan askerler tarafından rehin alındı.
*23:45 Bir grup asker TRT’ye silahlarla girdi. TRT’de darbe bildirisi okutuldu.
*00.20 sularında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan cep telefonundan görüntülü yayınla bağlandı. “Silahlı Kuvvetler içindeki azınlığın kalkışma hareketi, paralel yapılanmanın teşvik ettiği bir harekettir” diyen Erdoğan halkı kent meydanlarına ve havaalanlarına çağırdı.
* 03:00 Meclis binasına askeri bir helikopterden ateş açıldı.
* 03:25 Marmaris’te tatil yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Atatürk Havalimanı indi. Erdoğan yaptığı açıklamada kendisinin ayrılmasının ardından kaldığı otele saldırı düzenlendiğini açıkladı.
* 03:30 Asker CNN Türk binasına girdi. Canlı yayında askerin yayını durdurmaya çalıştığı bilgisi verildi.
Genelkurmay binasında yaşanan çatışmanın ve Org. Hulusi Akar’ı kurtarma operasyonunun 16 Temmuz günü öğlen saatlerinde sona ermesiyle darbe girişiminin başarısızlığı netleşmiş oldu.
İstihbarat Açığı ve “Enişte” Meselesi
Asıl karmaşa 15 Temmuz sonrası ortaya çıktı. Darbenin FETÖ tarafından gerçekleştiği kesinleştikten sonra bazı sorular haftalardır cevaplanmış değil. Askerlerin ilk hedefinin Genelkurmay Karargâhı, Jandarma Genel Komutanlığı, Akıncı Hava Üssü, MİT, Özel Harekât Daire Başkanlığı ve emniyet müdürlüklerinin olması iktidarın askeri hamlelerini engellemek amacı gütmesi nedeniyle gayet anlaşılır. Peki, yönetime el koyduğunu söyleyen askerler, darbeyi başarıya ulaştırmanın en önemli noktası olarak hiçbir hükümet yetkilisine nasıl ulaşmadı/ulaşamadı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan 03.25’te Atatürk Havalimanına indi ve orada yaptığı basın toplantısında Marmaris’te ayrıldığı otele saldırı olduğunu açıkladı. Bu saldırının ve sorunun tarafları ilerleyen günlerde yaptıkları açıklamalarla daha büyük bir kafa karışıklığına neden oldular. Darbe girişiminin yaşandığı gece, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otele saldırı girişiminde bulunan askerlerin başındaki ismin Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş olduğu ortaya çıktı. Sönmezateş gece yarısına gelindiğinde dahi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nerede bulunduğu bilmediklerini söylüyordu. Sönmezateş ifadesinde, “Şimdi düşündüğümde bir üst iradenin bizi orada kasıtlı olarak beklettiğini düşünüyorum. Zamanında yola çıksaydık hedefimizi bulacaktık” diye konuşmuştu. Erdoğan’ın başyaveri Ali Yazıcı’nın da FETÖ üyesi olduğu ortaya çıkınca Erdoğan’ın yerinin nasıl tespit edilemediği sorusu yanıtsız kalıyor. Üstelik de pek çok basın kuruluşunda yer aldığı üzere Erdoğan’ın kaldığı otel darbe günü saat 16.20’de Sözcü Gazetesi tarafından haberleştiriliyor.
Bunun yanında net bir istihbarat açığı olduğu ortaya çıkarken, Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gün Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan’ı aradığını ancak ulaşamadığını söyledi. 20 Temmuz günü El-Cezire televizyonuna yaptığı açıklamada da darbeyi eniştesinden duyana kadar haberinin olmadığını ifade etti. 5 gün sonra yapılan bu açıklamanın ardından defalarca televizyona çıkan ve basın yayın kuruluşlarına demeç veren Başbakan Binali Yıldırım’da daha önce ifade etmemiş olmasına rağmen 22 Temmuz’da Gölbaşı’nda yaptığı açıklamada darbeyi “eş-dosttan” duyduğunu söyledi. Buraya kadar normalmiş gibi göründüğü düşünülse de Türk Silahlı Kuvvetleri darbe girişimi gecesine ilişkin yaptığı açıklamada, MİT’in kendilerini saat 16:00 sıralarında “uyardığını”, Hakan Fidan’ın da 16:30 sıralarında bizzat Genelkurmay’a gelerek “durum değerlendirmesi yaptığını” açıklamıştı.
Sonuç
Bütün bu çelişkili ifadelerden yola çıkarak net bir şey söylemek mümkün olmasa da darbe sonrası tabloya bakarak, AKP’nin ve Erdoğan’ın bulunmaz bir fırsat elde ettiği görülüyor. Yıllarca birlikte hareket eden iktidar ortaklarından biri, giriştiği kanlı darbe sonrası lanetlenirken onu bu noktaya pamuklar içinde taşıyan bir diğeri kahramanlaşıyor. Bütün bu çelişkili durumun vehametine bakarak önemini yitiren açıklamaları da bu açıdan okumak gerekiyor.