SEP-G Kuruluş Belgeleri – Türkiye Analizi: Yapabiliriz!
Olağanüstü Süreç Kendi Evrimi İçerisinde Devam Ediyor!
• Türkiye olağanüstü bir sürecin içerisinde bir müddettir yol almaktadır. Komşu ve çevre ülkelerin bir çoğunda savaş ve iç savaş yaşanırken Türkiye de kendi dinamikleri etrafında çok sancılı bir süreçten geçiyor. Kimlik kutuplaşmaları etrafında toplumsal doku iyice gerilmiş durumda, Kürt illerinde iç savaş yaşanıyor, ülkeye tek adam otoriter rejimi dayatılıyor, metropol merkezlerinde bombalarla insanlar katlediliyor, zoraki muhafazakarlaştırma insanları bunaltıyor… Büyük çelişkilere sahip olan bu toplumsal dokuda muazzam çatışma kaynakları bulunmaktadır ve örgütlü taraflar (AKP, Kürt Hareketi, TÜSİAD, TSK, Gülen Cemaati, ABD ve diğer emperyalist güçler) işçi sınıfının yaygın örgütsüzlüğü ve sosyalistlerin zayıflığı ortamında ipleri ellerine almak ve yapıyı kendi istedikleri ölçüde değiştirmek için çatışmaya devam ediyorlar. Gelinen noktada bu güçler içerisinde Gülen Hareketi ve TSK’nın büyük ölçüde güçten düştüğü, TÜSİAD’ın ise tarihsel kaypaklığı ile AKP’den hoşnut olmasa da işlerini yüzdürmeye baktığı ve bağımsız bir rol üstlenme kapasitesinde olmadığı görülmektedir.
Konyalaşmaktan Pakistanlaşmaya
• Türkiye tek adam rejimine doğru evrilmektedir. Devlet aygıtını şahsı ve yakın çevresi etrafında cisimleştirmeye çalışan RTE’nin açık hedefi Türkiye’nin Putin’i olmaktır. Devletin valisi, polisi, savcısı, yargıcı, askeri ya tamamen ya da büyük ölçüde RTE’nin emrine amade durumdadır. Kamuoyunu yönlendirmede büyük tesiri olan burjuva medyanın durumu da farklı değildir. Diğer taraftan uzun yıllardır süren AKP iktidarı süresince keyfi yönetim almış yürümüş; AKP iktidarı pislik, zorbalık ve hırsızlık üretim merkezi olmuştur. Yolsuzluk, tecavüz, ayrımcılık sıradanlaşmıştır. Bütün bunlar sıradanlaşırken başta AKP kemik seçmeni olmak üzere toplumsal çürüme de olağanüstü yaygınlaşmış, toplumsal değerler olabildiğince aşınmıştır.
• AKP iktidarı, 2002’den beri, muhafazakarlık ve İslamcılığın hüküm sürdüğü, aynı zamanda işçi ve emekçilerin örgütlüğünün olmadığı, toplumsal muhalefetin sesinin kısıldığı bir sömürü cenneti yaratarak bütün ülkeyi Konyalaştırmaya çalışıyor. Ama AKP ve RTE, Türkiye’yi Konyalaştırmaya çalışırken ülke Pakistanlaşmaya doğru savrulmaktadır. İslamcılığın etkisi arttıkça bunun Selefi ve diğer fanatik yorumları da güç kazanıyor. Bu tür fanatik unsurlar, AKP’nin Suriye politikası ile militarize bir konumdalar ve toplum için ciddi bir güvenlik tehditi oluşturuyorlar. Yurtsever Kürtler, Aleviler, Şiiler, içki içilen mekanlar, turistik bölgeler, plajlar, eğlence merkezleri, AVM’ler bu tehdit kapsamına girmektedir. Muhafazakar algıya ters düşen mekanlar ve eğilimler hedef tahtasına konmuştur. İnsanlar adeta evlerinde oturmaya zorlanmaktadır. Bu tehlikenin bir ürünü olarak halkın bir bölümü bu ülkede istediği gibi yaşayamama tehdidini derinden derine hissetmektedir. Bu tehdit algısı da boşuna değildir. AKP’nin Suriye politikası yüzünden Türkiye öyle bir noktaya geldi ki IŞİD rahatça büyük katliamlar düzenleyecek kapasitededir. Suriye ve Kürt politikaları çerçevesinde sırtını sıvazladığı IŞİD’in bu derecede güçlenmesinde AKP iktidarının payı büyüktür. Neticede IŞİD’in düzenlediği katliamlarda yüzlerce canımızı kaybettik. IŞİD’in açık katliamları dışında El Nusra, Ahrar-u Şam gibi fanatik cihatçı silahlı örgütler Türkiye’de çok sayıda destekçiye ve hücreye sahiptir. Ortadoğu’nun en karanlık, en rezil noktası olan Suudi hanedanın sponsoru olduğu Selefilik, Türkiye’de zemin bulmakta ve gelecek için ciddi bir tehlike olarak yükselmektedir.
• Pakistanlaşmanın diğer tarafında ise Kürt şehirlerinde devam eden iç savaş ve Batı’da patlayan bombalar var. AKP ve RTE, saldırgan milliyetçilik konusunda hiç de geri olmadıklarını kanıtlayarak Kürt sorununu çözmek bir yana bazı açılardan 1990ları geride bırakan bir devlet terörünü uygulamaya sokmuştur. Neticede AKP’nin Türk-İslamcı savaş politikaları neticesinde etnik ve dinsel nefret körüklenmekte toplumsal doku parçalanmaktadır.
İşçi Sınıfı ve Toplumsal Muhalefetin Durumu
• Türkiye işçi sınıfının yakın geçmişi maalesef yenilgilerle dolu. 12 Eylül yenilgisi, neoliberalizme karşı yenilgi, ekonomik krizler karşısındaki yenilgiler… Neticede işçi sınıfının çok büyük bir kısmı örgütsüz durumda; güvencesiz, taşeron ve kuralsız çalışma alabildiğince yaygın, ücretler düşük, çalışma saatleri uzun, sendikal kanunlar olabildiğince gerici, sendikalar çok büyük ölçüde işlevsizleşmiş durumda…
• Hal böyle olunca işçi haklarını daha da geriletmek AKP açısından pek zor olmadı. Ayrıca Türkiye tarihinin dönüm noktalarından birisi olan Gezi İsyanı’na işçi sınıfı örgütlü bir faktör olarak katılamadı. İşçi sınıfının örgütlü müdahalesi olmadığı için isyan belirli politik kalıpların dışına çıkamadığı gibi üretimden gelen güç devreye girmediği için de sokak protestoları devlet terörüyle püskürtülebildi.
• Geriye bakıldığında sınıf mücadelesi açısından çok çarpıcı olan iki direniş gözümüze çarpıyor. TEKEL direnişi ve Metal Fırtına. Başkentin merkezindeki TEKEL direnişi, AKP karşıtı siyasal bir karaktere büründüğü için tüm ülkeden yaygın bir destek kazanmayı başarmıştı. KİT’lerden farklı olarak özel sektörde cereyan ettiği için bir anlamda sınıf mücadelesinin geleceğini temsil eden Metal Fırtına ise ülke sanayisinin merkezini tesiri altına aldı ve işçi sınıfının ne kadar büyük bir potansiyeli olduğunu dosta da düşmana da gösterdi.
• Metal Fırtına’da da gözüken sorun, işçi sınıfı siyasetinin sahibinin olmamasıdır. Bu kadar büyük çaplı bir hareketi bütün emekçilerin ana gündem maddesi yapacak siyasal bir temsil maalesef ki yoktur. Bu çaptaki büyük hareketlerin gelip geçici olmamasını ancak siyasal temsiliyet sağlayabilir. SEP’in içinde bulunduğumuz dönemdeki esas misyonu bahsettiğimiz temsil sorununu çözmek ve emek mücadelesinin ülkedeki belirleyiciliğini arttırmaktır.
• Sosyalistlerin emek siyaseti etrafında örebilecekleri geniş muhalefet zeminleri bulunmaktadır. Akıl almaz boyutlarda olan iş cinayetleri, yolsuzluklar, hayat pahalılığı, diplomalı işsizlik, atanamayan öğretmenler, düşük ücretler, zenginle yoksul arasındaki büyüyen uçurumlar… Bütün bunlar etkili şekilde işlendiğinde emekçilerin genelinde yankı uyandıracak ana gündemlerdir. SEP, bu konularda etkili çalışmalar yapmak ve öncü işçiemekçileri devrim davasına kazanmak zorundadır.
Toplumsal Muhalefet Sosyalist İnşa İçin Fazlasıyla Verimlidir!
• İçinden geçmekte olduğumuz dönemin en belirleyici özelliklerinden birisi, ülkede toplumsal muhalefeti şiddetlendirecek AKP karşıtı yoğun bir enerji birikiminin varlığıdır. Bu enerji, Gezi İsyanı ile patlasa da buhar olup havaya karışmamıştır. Gezi’deki insanlar belki karamsar ve öfkeliler ve kendilerini çaresiz hissediyorlar, ama halen aynı yoğunlukla AKP’ye karşılar. Mesele onlara nesnel gelişmelerin öfkeli kurbanları olmak yerine tarihin özneleri olmak fırsatını yaratacak olan sosyalist alternatifin kendisini gösterebilmesidir. Bu geniş kesimin içerisindeki en dinamik ve akıllı unsurlar, işin ucundan tutabilecekleri, farkını hissettiren sosyalist bir gücün gelişimini gördüklerinde örgütlü mücadeleye katılmakta tereddüt etmeyecektir. SEP önümüzdeki zorlu dönemde bu göreve
taliptir.
• Her zorlu dönem, sıkışma ve kriz anı kendi içerisinde potansiyel olarak devrimci çözümü sıçramaları ve fırsatları içerisinde barındırır. AKP karşıtı enerji; kadınlar ve Alevi emekçilerin artan kaygıları, Kürt gençliğinin sosyalizme de yatkın olan enerjisi, bu toprakların devrimci yetiştiren bereketli geleneği, yoğun sömürüden muzdarip olan emekçi gençliğin beklemedeki dinamiği ve büyük çoğunluğu geleceksizliğe mahkum edilmiş öğrenci gençliğin enerjisiyle birleştirilebilir. Bu enerji sosyalist inşa açısından önemli bir fırsat olarak görülmelidir.
• Gezi’de kendisini ortaya koyan toplumsal mücadele dinamiği, farklı farklı kesim ve yaklaşımlardan milyonlarca işçi, emekçi, öğrenci ve orta sınıf mensubunu kapsamaktadır. Sosyalist inşa açısından bütün bu kesimler, politik olarak sosyalizme ve örgütlü mücadeleye kazanılmayı beklemektedir.
• AKP iktidarının yarattığı basınçtan kaynaklı olarak toplumsal dokunun yoğun şekilde politize olması, sosyalist inşa açısından önemli bir fırsat olabilir. Ama bunun için sosyalistlerin kendi farklılığını pratikte ortaya koyması ve bir takım başarı öyküleri yazması gerekir. SEP, sosyalist sola yeni bir soluk getirerek ortak kampanyalar ve birlikteliklerle bu görevde öncülük yapmaya taliptir.
• Gezi’nin kaybetmesinin esas nedeni kitle hareketine politik olarak rehberlik edecek sol bir hareketin yokluğudur. Referans olacak bir aktör olmadığı için kitleler kendiliğinden getirdiği perspektifsizlik, koordinasyonsuzluk ve dağınıklığın etkisinde devlet terörü karşısında geri çekilmiştir.
• Bugün de Gezi’de kendisini gösteren toplumsal mücadele dinamiği canlıdır. Kürt illerinde yürümekte olan iç savaşın ağırlığı yüzünden bu dinamik şimdilerde biraz suskundur ve politik olarak bir miktar geri gitmiş de olabilir. Ama ilk fırsatta kendisini yeniden göstereceği aşikardır. Panik, öfke ve karamsarlık içerisindeki bu geniş kesime aktif siyasetin kapıları açıldığında birçokları bu kapıdan içeri girmekte tereddüt etmeyecektir. Ama bu kanallar açılmadığı müddetçe kitleler çaresiz kalmaya devam edecektir. Kimlik ve Yaşam Biçimi Kutuplaşmalarının Aşılması Zorunludur
• Sosyalist alternatifin inşa edilmesi mücadelesinde Türkiye’deki geleneksel toplumsal muhalefet kaynaklarının yanı sıra AKP karşıtı dinamikten de mümkün mertebede beslenilmelidir. Ama buradaki kritik husus, AKP karşısında yaşam biçimi ve kimlikler kamplaşması tuzağına düşmemek ve enerjiyi emek cephesini örecek şekilde sınıf mücadelesi kanallarına yönlendirebilmektir.
• AKP karşıtı enerjinin zayıf noktası sahip olduğu politik perspektiftir. Yaşam biçimi ve kimlikler kutuplaşması toplumsal muhalefet için tam bir çıkmaz sokaktır. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-dindar şeklinde ülkeyi kuşatan kamplaşmalar, AKP’nin ihya olduğu ortamı yaratmaktadır. AKP’nin onca badireyi atlatarak üst üste seçim kazanmasının arkasında yatan gerçek budur. RTE, kendi destek tabanını kemikleştirmek için sürekli olarak bu kutuplaşmayı derinleştirmiş, söyleyecek başka sözü
olmayan sözde muhalefet partileri de bu kimlikler kutuplaşmasına dahil olmuştur.
• Yapılması gereken Türkiye’deki politik ayrışmanın yörüngesini değiştirmektir. Emek -sermaye çelişkisinin ön plana çıkması, AKP’ye destek veren kent yoksullarının taraf değiştirmesine yol açacaktır. Bu yüzden enternasyonalist sınıf perspektifli bir sosyalist inşa, aynı zamanda AKP’den kurtuluşun tek ilerici reçetesidir.
• Abdullah Gül, Bület Arınç gibilerinden medet uman, yeni bir sağ partinin yükselmesini tek çıkış yolu olarak gören anlayışlar mahkum edilmelidir. Emperyalist odaklarla ve büyük sermaye ile uzlaşmaz olmayan çelişkilere sahip RTE’nin alternatifi yine AKP içerisinden çıkarılmak istenmektedir. Böylelikle Türkiye’deki burjuva düzenin emperyalist kapitalist dengeler düzleminde “normalleşmesi” istenmektedir.
• Emperyalist güç merkezlerinin AKP içerisinden bekledikleri çatlaktan başka kimileri de darbe seçeneğini tartışmaktadır. Darbe beklentisi oluşturup bir kez daha orduyu AKP’den kurtulmanın anahtarı, bir çeşit umut haline getirenler, büyük bir gericilik örneğini oluşturmaktadır. Hadi diyelim böyle bir darbe mümkün oldu. Neticede AKP’nin isteyip de yapamadığını darbe yönetimi gerçekleştirecek ve devrimci -sosyalist odaklarla Kürtler okkanın altına gidecektir. Laiklik Meselesi
• AKP’nin devlet mekanizmasında ve toplumsal hayatta dinin etkisini arttırmak için büyük bir çaba içerisinde
olduğu kimse için sır değil. Bir tür tek tipleştirme ve toplum mühendisliğinin neticesinde kadınlar, eşcinseller, Aleviler, laikliği benimseyenler ile muhafazakar olmayan yaşam biçimlerine sahip olanlar üzerindeki baskı artıyor. Bu noktada laikliğin Kemalizmden farklılaşan, sınıf perspektifli bir mücadele içerisinde savunulması gerekiyor. Yani laikliği cumhuriyete ve TC devlet geleneğine atıfta bulunarak değil, zoraki dinselleştirmeye ve dayatmalara karşı özgürlüklerin savunulması kapsamında ele almalıyız.
Bu mücadelenin ana gündemleri kadın hakları, eğitimin zoraki dinselleştirilmesi ve Aleviler üzerindeki baskılar ile Selefi fanatizmin yükselişi olacaktır. AKP iktidarında din ve mezhep ayrımcılığı uç noktalara ulaşmıştır, bizler her türlü ayrımcılığa ve dışlamaya karşı mücadele edeceğiz. AKP iktidarında kadınlar eve hapsedilmek, toplumsal hayattan dışlanmak ve sesli gülmeleri de dahil olmak üzere özgürlükleri elinden alınmak isteniyor; bizler kadınların hakları ve özgürlüğü için mücadele edeceğiz. AKP çocukların 4 günü okulda bir günü camide geçirmesi gibi projeleri dayatırken bizler eğitimin dinselleştirilmesine karşı çıkacağız ve bunu yaparken Kürt çocuklarının ana dilde eğitim hakkını da savunacağız. Toplumsal hayat ve devlet aygıtında dayatılan dinselleştirmeye karşı dinin özel hayatın ve tercihlerin konusu olduğunun ortaya koyacağız. Diğer taraftan, eğer, esas mesele AKP’si, diğer parti, fraksiyon, örgütler ve tarikatlarıyla siyasal İslamın yenilgiye uğratılması ise bu mücadelede belirleyici olan kent yoksulları ve diğer emekçilerin örgütlenmesi ve sınıf mücadelesindeki yerini almasıdır. Bu durumda siyasal İslamın destek tabanı çökecektir. Bu yüzden sınıf mücadelesi ve sosyalist alternatif yükseldikçe siyasal İslam, hele hele AKP’nin kokuşmuş iktidar deneyiminden sonra, hızla geri çekilecektir. Çünkü siyasal İslamcılar, savunmasız durumdaki yoksul halkın durumundan istifade etmekte ve onların üstüne basarak hem zenginleşmekte hem de siyaseten öne geçmektedir. Yeşil sermayenin ağa babalarının nasıl zenginleştiklerini ama bir yandan da işletmelerinde sendikasız, sigortasız, yoğun biçimde sömürdükleri işçilere neleri reva gördükleri bir kez mücadele sahasında ortaya konduğunda hem burjuva düzen hem de İslamcılar darmadağın olacaktır. Siyasal İslam karşısında laiklik ve özgürlükleri savunmanın en etkili ve tutarlı yolu budur.
Mevcut Partiler Emekçilere Çare Olamaz!
• AKP’ye karşı emperyalist güç merkezleriyle, patron kulübü TÜSİAD ile kol kola çare aradığını zanneden CHP’nin sınırları ortadadır. En ufak bir parlaklık göstermeyen, sürekli düzeni tahkim eden çizgisiyle kariyer politikacılarının partisi olan, bu yüzden de mütemadiyen kendi içerisinde kavga eden CHP’nin sınırlarını kitleler uzun yıllardır görmektedir. Sosyalistlerin önünü kesmek için 12 Eylül’ün getirdiği %10 barajı sayesinde varlığını bugünlere getiren CHP’nin emekçilere önerdiği tek şey, 4-5 yılda bir sandıkta oy vermek ve çoğu para babası ya da elit kariyer politikacısı olan CHP’lileri yeniden seçmekten ibarettir.
• HDP de CHP gibi bir oy toplama makinasıdır. Kitlelere aktif katılım kanalları açmakta bütünüyle yetersizdir. Ayrıca politik perspektifi de kimlik politikaları merkezlidir ve emek gündemine uzaktır. Neticede Kürt dinamiği dışında HDP’nin potansiyeli minimuma inmektedir. Ayrıca HDP de tıpkı CHP gibi piyasa sistemini referans almaktadır ve emperyalizmle-TÜSİAD gibi odaklardan bağımsız değildir.
• Sosyalist sol unsurlar ise 12 Eylülde alınan ağır yenilginin altından kalkamamıştır. Aradan geçen uzun zaman içerisinde yaralar sarılabilirdi, ama olmadı; çünkü yenilgi sadece fiziksel alanla sınırlı değildi. İdeolojik iflas, yeniden toparlanmanın önündeki en büyük engel olmuştur. Stalinizmin yükünden kurtulamayan sosyalist sol, geçmişle hesaplaşamamış ve gerekli güncellenmeyi yapamamıştır. Neticede hem niceliksel hem de niteliksel açıdan Türkiye sosyalist solu sürecin ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır. Bugün sosyalist sol, aslında görece geniş bir dinleyici
kitlesine sahip olsa da anlamlı bir siyasal duruş ortaya koyamayıp son derece dağınık ve etkisiz bir durumda olduğu için bu fırsat değerlendirilememektedir. Üstelik sosyalist sol kendi bağımsız politik kimliğinden de koparak Kürt hareketine ya da Kemalizme eklemlenmiş vaziyettedir. Yani ortada bir kimlik bunalımı vardır. Kendisi olamayan sosyalistlerin geleceği kucaklayabilmesi ise mümkün olmayacaktır. SEP’in tarihsel misyonlarından bir tanesi de sosyalist soldaki kabuk değişimine öncülük etmektir.
Ekonomik Durum
• AKP iktidarı boyunca Türkiye ekonomisi nitelikli bir üretim kapasitesine ulaşmak için gereken yapısal dönüşümler için elverişli yılları kaçırmıştır. 2001 ekonomik krizini takip eden yıllarda dünya ekonomisinde paranın bol, borçlanmanın kolay, faizin düşük olduğu uzun ve elverişli ortamda AKP iktidarı katma değeri yüksek üretim yapısına ve teknolojik atılıma yönelmek yerine günü kurtarmaya, tüketimi teşvik ederek sanal bir refah artışı izlenimi yaratmaya oynamıştır. Toplumsal artı TOKİ vb’leri üzerinden toprağa gömülmüş, “mucize büyüme” masallarıyla her şey AKP’nin seçim zaferine bağlanmıştır. Neticede Türkiye ekonomisi, ucuz emek gücüne yaslanan hafif ve orta sanayiye dayalı bir ekonomi olarak “dar gelirli” ülkeler sıralamasından çıkamayacaktır. Bunun anlamı emekçi halkın refah seviyesinin yukarıya gitmek yerine yatay ve aşağı yönlü olmasıdır.
• Nitekim artık para bolluğu döneminin sonuna gelinmiştir. Tüketimin pompalanmasıyla, kamu harcamalarıyla yapılan ittirmelere rağmen Türkiye için durgunluk anlamına gelen %4 ve aşağı büyüme oranları önümüzdeki dönemin bir gerçekliği olmuştur. Sonuç olarak işsizlik oranları gerçeği yansıtmayan resmi rakamlarda bile %10’ları genç işsizliği ise %19’ları geride bırakmıştır. Tüketim teşvikinin doğal sonucu, borçlanmanın çok üst seviyelere ulaşmış olmasıdır. Bu borç döngüsünün çevrilmesinin önümüzdeki dönemde bir hayli zorlaşacağı ortadadır. AKP’nin göz boyadığı sanal büyümenin karşısında gerçekler var: üretimsizlik, sanayisizleşme, artan borçlar, artan işsizlik ve var olan işçilerin niteliksizliği ve düşük ücretler.
Kürt Sorunu
• Geride kalan 14 yıllık AKP iktidar deneyimi kanıtlamıştır ki AKP’nin Kürt sorunundaki ılımlı-reformcu çizgisi baştan aşağı samimiyetsiz, taktiksel ve oyalama maksatlıdır. Kemalist-ulusalcı iktidar odaklarını tasfiye ederken demokrat-reformcu imajı, AKP’nin o dönemki ittifaklar politikası adına gerekliydi. TÜSİAD’ın temsil ettiği büyük sermaye ile liberal entelektüel odaklar bu ittifakın bir parçasıyken Kürt hareketi de AKP’yi kendisi için elverişli bir iktidar olarak değerlendirmiştir. Kemalistler ve cemaat tasfiye edildikten, büyük sermaye ehlileştirildikten sonra karşı karşıya gelen AKP ve Kürt hareketi önce seçimlerde sonrasındaysa silahlı olarak kozlarını paylaşıyorlar. Karşısında en güçlü mevzi olarak Kürt hareketini gören RTE, bir yandan Kürt hareketini ezmeye çalırken diğer yandan da Kürt hareketiyle savaş üzerinden pompalanan milliyetçilik üzerinden toplumun geri kalanındaki hakimiyetini pekiştirip kendi etrafında şekillendirdiği yeni otoriter rejimi inşa etmeye çalışıyor.
• AKP’nin de tıpkı geçmişteki iktidarlar gibi Kürt hareketini yenilgiye uğratma şansı yoktur. Kürt sorunu silahla çözülemeyecektir. Bu yüzden bizler devletin açık ve şeffaf bir müzakere sürecinin ardından Kürtlerin taleplerini kabul etmesini savunuyoruz. Bugün eğer Kürt halkı özerklik istiyorsa bu Kürtlerin en doğal hakkıdır. Aynı şekilde Suriye Kürdistanı olan Rojava’da Kürtler tarihsel bir kazanım olarak kendi yönetimlerine kavuşmuştur. Bu, Kürtlerin en doğal hakkıdır ve AKP’nin bu hakkı gasp etmeye çalışması kabul edilemez. Yani, emekçiler Türkiye’de ve Suriye’de Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını savunmalı ve bu doğrultuda gerçekleşen adımları desteklemelidir.
• SEP’in Kürt sorunundaki en önemli görevlerinden birisi de yükseltilen milliyetçiliğe ve etnik düşmanlığa karşı emekçilerin birliği ve halkların kardeşliği çizgisini ileriye taşımasıdır. Kardeşleşmenin asgari koşulunun Kürtlere nasıl yaşamak istiyorlarsa o şekide yaşamak hakkının sağlanması olduğu bilinci geliştirilmelidir. Türk emekçilerle Kürt emekçiler birbirlerine güvenemezler ve birbirlerini ötekileştirirlerse sınıf mücadelesinin gelişmesi mümkün olmayacaktır. Bu yüzden SEP işçi sınıfı içerisinde Kürt sorunun konusunda enternasyonalist bir tavrın gelişmesi için mücadele edecektir.
• Kürt sorununda enternasyonalist tavır almak, Kürt hareketinin kuyruğuna takılmak değildir. Kürt hareketi, neticede ulusal bir projedir ve burjuva düzenle temelden bir sorunu yoktur, bilakis kimi ülke içinde ve dışında burjuva odaklarla köklü bağları vardır. Bu yüzden işçi sınıfının bağımsız devrimci çizgisini özenle korumak ve sosyalist inşayı gerçekleştirerek zorundayız.