Küba BM’de – Gökçe Şentürk
Küba’da uzun yıllardır devam eden, 2008’den itibaren görünür olan “reform” süreci son dönemde Küba Devriminin öncülerinden, şimdiki devlet başkanı Raul Castro’nun geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla birlikte kapitalist sisteme tam entegrasyon yolunda hızla ilerlediğini bir kez daha gösterdi.BM’de ilk kez geçtiğimiz günlerde kürsüye çıkan Raul Castro, “Küba’ya karşı ekonomik, ticari ve mali abluka yalnızca Küba’ya, Küba halkına zarar vermekle kalmıyor. ABD’ye, Amerikan halkına ve şirketlerine de zarar veriyor. Ülkemizin ekonomik gelişimine temel engel olarak duran, Birleşmiş Milletler’de 188 ülkenin hayır oyuna karşın sürmekte olan ambargonun bir an önce kalkmasını istiyoruz” dedi.
Raul Castro’nun ambargonun kalkmasını istemesinde anlaşılmayacak bir şey yok. Bu haklı tepki 55 yıllık ambargonun emperyalizmin iki yüzlülüğünü gösterir. Öte yandan istenen ambargonun kalkması, Castro’nun da sözlerinden anlaşılacağı üzere, Küba’nın piyasa ilişkilerine dahil olmasının önündeki ambargonun kaldırılması talebidir.Artık tıkanma noktasına gelen ve tek ülkede sıkışan küçük bir ada ülkesinin reformları sonsuza dek devam ettirebilmesi zaten beklenemezdi. Ekonomisi büyük oranda SSCB tarafından ( bi uydu mantığı ile) desteklenmiş olan ve 90’larla birlikte zor günler yaşayan Küba’nın düyanın piyasası saldırganlığına tek başına direnmesi söz konusu olamazdı.Dolayısıyla hiçbir zaman bir işçi devleti olmamış olan Küba’nın reformist politikalarının da sonuna gelindi.
Yazımızın tartışma konusu ise Raul Castro’nun konuşmasının içeriğinden çok solun tavrına ilişkin. Eğer Küba halen solun iddia ettiği üzere sosyalistse Raul Castro’nun dilinden (hem de devrimin en başından beri mücadele eden liderinden) nasıl oluyor da ABD şirketlerine yönelik bu çok tartışılacak sözler dökülebiliyor? Ya mayıs ayında Papa’ya ABD ile iyi ilişkiler geliştirmesine katkı sunduğu için edilen teşekkürü neye yormalı?
Süreç Nasıl Gelişmişti?
2008 yılında reform adı altında başlayan süreç, 2014’ün Aralık ayında ABD başkanı Obama’nın ve Raul Castro’nun 61’de başlayan ambargo sonrası 53 yıl sonra ilk kez görüşmeleriyle “normalleşme” sürecine evrilmişti. 16 Aralık’ta, Raul Casto ve Obama telefonda görüştü. Böylece ABD ve Küba arasında muktedirlerin “tarihi” olarak nitelendirdiği en büyük adım atılmış oldu. Burjuva medyanın da “tarihi” gün olarak nitelendirdiği görüşmeyi Che Guevara’nın kızı da büyük bir sevinçle karşılamıştı. Bundan sonra hızlanan adımların ardı arkası kesilmedi. Nisan ayında Amerika Devletler zirvesi için Panama’da karşı karşıya gelen liderler uyumlu bir tablo çizmişti zaten sonrasında da, Obama tarafından, 1982 yılından bu yana ABD’nin terörizme sponsor ülkeler listesinde yer alan Küba’nın listeden çıkarılabileceğine ilişkin işaretler geldi. Mayıs’ta gerekli kriterleri yerine getiren Küba listeden çıkartıldı. Bu tarihten sonra da Washington ve Havana yönetimleri, Obama’nın, geçen yılın Aralık ayında Küba ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik açıklamasının ardından büyükelçilikler konusunu müzakere etmeye başladı. ABD Başkanı Barack Obama, 1 Temmuz’da Beyaz Saray’da yaptığı açıklamada, Küba ile ilişkilerin normalleştirilmesine resmi olarak başlama kararı aldıklarını belirterek, karşılıklı olarak büyükelçiliklerin açılacağını duyurdu. Bu kapsamda 20 Temmuz günü ABD’de Küba büyükelçiliği Dışişleri Bakanı Bruno Rodriguez’in katıldığı törenle açıldı. Öte yandan dünyada ve Türkiye’de solun geniş kesimlerince “sosyalizmin son bayrağı” olarak görülen Küba bayrağı ABD Dışişleri Bakanlığı lobisinde asılı bulunan diplomatik ilişki yürütülen ülke bayrakları arasına yerleştirildi.
Papa, Küba, BM
Son dönemde Papa Franciscus’un Küba ziyaretinde Fidel Castro’yla bir araya gelmesi ve devrim meydanında ayin yönetmesiyle tekrar gündeme gelen Küba’da, devlet başkanı Raul Castro’nun bundan iki gün önce ilk kez katıldığı Birleşmiş Milletler toplantısında yaptığı açıklamalar Küba’nın geldiği son noktayı göstermesi açısından oldukça açık, hatta yoruma dahi gerek bırakmayacak derecede.
Castro, açıklamasında diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması, karşılıklı büyükelçilikler açılması ve Obama tarafından açıklanan politika değişiklikleri gibi konuların uluslararası toplumun geniş desteğini de arkasına alarak büyük bir ilerleme sağladığını, ancak bunun yeterli olmadığını belirttikten sonra yukarıda alıntıladığımız cümleleri kürsüden söyleyerek ülkesinin kapitalizme entegrasyonunda son vitese atlanacağının sinyallerini vermiş oldu. Dünya üzerinde her gün tabiri caizse el değmemiş toprak avına çıkan muktedirlerin bu çağrıyı memnuniyetle karşılayacaklarından şüphemiz yok.Ne var ki Küba devriminin
çelişkili karakteri de bir anda ortadan kaybolacak değildir. Burjuva devletlerin yanından bile geçemeyeceği bir sağlık sistemi kuran Küba’nın piyasaya entegrasyonu ne yazık ki uzun vadede bu kazanımların da sonunu getirebilir. Bu nedenle Küba’nın ve Küba halkının eperyalist saldırganlık karşısında yanında olmak başka bir şeydir, sosyalizm payesi biçerek yanıltmak başka bir şeydir. Bu farkı oluşturan şey de devrimci marksist programa yönelik yaklaşımdır ve Türkiye büyük oranda bu konuda sınıfta kalmıştır.
Küba’da yıllardır sancılı şekilde devam eden fakat son dönemde hızlanan bu süreç “sosyalizmin son kalesi” değerlendirmesini yapan bazılarınca şaşırtıcı olsa da Marksist bir perspektifle yaklaşanlar açısından hiçbir kafa karıştırıcı durum yaratmıyor.. Aslında Küba’yla birlikte kurtarılmaya çalışılan fakat bundan yıllar önce tarihin çöplüğüne gömülen “Tek Ülkede Sosyalizm” martavalı bir kez daha çöküyor. Kübalı emekçileri de tüm dünyanın emekçilerini de kurtuluşa erdirecek Sürekli Devrim perspektifi yeni nesillere umut vadedecek tek yol, tek çözüm olarak yükseliyor.