THY Direnişi Bağlamında Bir Öneri: İşçi Meclisleri – V.U.Arslan

30 Ekim, 2013
Son yılların en önemli işçi mücadelesi olan THY direnişi, işçi hareketinin geleceği için çok önemli tartışmalara kapı aralayabilir. Bu yazıda bu tartışmalar için bir başlangıç girişiminde bulunacağız. Öncelikle THY direnişini kabaca özetlemeye çalışalım.

AKP hükümeti her yerde olduğu gibi THY’de de üst düzeyde kadrolaştı ve havacılıkla alakası olmayan kişileri THY’nin başına getirdi. Bunun dışında THY’yi bir AKP projesine dönüştürdü. THY, dünyada havacılığın parlayan ve güçlenen yıldızlarından biri olarak AKP’nin prestij projesi haline gelecekti. Tabi, bu arada THY’de İslamcı kadrolaşma ilerleyecek, Temel Kotil’in sınıf arkadaşı Uçak Bakım Başkanı apronda deve keserek dikkatleri üzerine çekecek ve hosteslerin ruj renklerine ve etek boylarına müdahale edilecekti.

THY, yolcu ve uçak sayısını arttırırken mevcudu artmayan THY çalışanlarının yükü de arttıkça arttı. Çalışma saatleri uzadı, dinlenme günleri (off günler) azaltıldı, eğitim süreleri kısaltıldı, sağlık raporlarına rağmen insanlar hasta hasta çalıştılar, uçucu ekibin sayısı azaltıldı… AKP’nin ve doğrudan emir verdiği THY yönetiminin havada faciaya davetiye çıkardıkları ayrı bir konu. Ne de olsa aşırı ve yorgun çalışmanın doğal neticesi iş kazalarıdır. Havada iş kazasının anlamı da kaza ve kırımdır. Yani alınan risk yüzlerce insanın yaşamıdır. Bu anlamda hızlandırılmış tren faciasından hiçbir ders çıkarılmadığı gözüküyor. Tabi ki bir kez daha kısa vadeli çıkarlar, küçük siyasi hesaplar her şeyin üstünde tutuluyor. Bakalım, bu saatli bomba ne zaman patlayacak?

THY’de bütün bunlar yaşanırken süreçte Hava İş sendikasının zorluk çıkardığı görüldü. Zaten işçi örgütlerini dağıtmak, sendikaları yandaş oluşumlar haline getirerek devre dışı bırakmak gibi özel bir derdi olan AKP iktidarı, Hava İş’e de öldürücü bir darbe vurmak için kolları sıvadı.

Kritik hamle havacılıkta grev yasağı uygulamasıyla geldi. Bu yasak, anayasaya aykırı olduğu gibi Türkiye’nin de bağlı bulunduğu uluslararası sözleşmelere de aykırı idi. Ama AKP, bunlara takılmayacak kadar pervasızdı. Hava İş de grev hakkı grevle savunulur diyerek greve gitti. THY yönetiminin cevabı ise greve katılan, raporlu ya da izinli olduğu sırada grevin basın açıklamasına destek veren 305 çalışanın işine son vermek oldu. İnsanlara işten çıkarıldıkları, cep telefonu mesajı ile bildirildi. İki yıla yaklaşan direniş böylece başlayacaktı. Hava İş direndikçe mücadele sonuç verdi ve grev hakkı bedeli ödenen mücadele neticesinde korunmuş oldu. Burası çok önemli, çünkü havacılık gibi kritik bir sektörde bu yasağın kaldırılması işçi sınıfının geleceği için çok belirleyici bir gelişmedir. Ayrıca sürekli işlenen THY direnişinin mutlak anlamda sonuçsuz olduğu yalanı da burada çökmektedir, çünkü grev hakkı kurtarılmıştır.

Diğer taraftan grev hakkı teslim edilirken grev hakkını korumak için anayasal hakkını kullanan çalışanların işe iadesi sürekli engellenmektedir. 305 işçiye yaşatılan zorluklar, tüm emekçilere gözdağı olarak sürdürülmektedir. Hava İş de bu 305 işçinin savunulması adına 6 ay önce greve başlamış, ama yine hukuka aykırı bir şekilde, önceden hazırlanmış grev kırıcıları devreye sokulmuştur. Hem işteki uzmanlığı düşük bu grev kırıcılar yüzünden hem de geri kalanın aşırı çalıştırılmaı yüzünden hava trafiğinin güvenliği bir kez daha riske edilmektedir.

Bunun dışında THY yönetimi AKP hükümetinin yoğun desteği eşliğinde Hava İş’e saldırıyor. Bir yandan sendikanın genel kuruluna yönelik üye ve delegeler üzerinde baskılar yoğunlaştırılırken diğer yandan da Hava İş üyelerinin önemli bir kısmının işkolunu metal işkolu kapsamına sokulmakta ve burada da Hak İş’e bağlı Çelik İş devreye girmektedir.

İşçi Meclisleri Oluşturulmalıdır

Görüldüğü gibi THY direnişinde sermaye AKP hükümetinin azgın saldırılarıyla beraber mücadeleye vargücüyle yüklenmektedir. Bu sadece THY direnişine özgü bir durum değil. Küçük bir işyeri direnişi olan Togo ayakkabı fabrikası işçileri, direnişe geçtiğinde devletin valisi ve kolluk kuvvetleri adeta işverenin temsilcisi gibi hareket ederek işçilere aman vermemeye büyük özen gösteriyordu. Buradan çıkarılması gereken temel sonuç, işçi direnişlerinin yalnız kaldıklarında yoğun sermaye saldırılarına direnmelerinin oldukça zor olduğudur. Bir çok kez karşılaştığımız durum, yerel işçi direnişlerinin lokalleşmesi, kendi başına kalması ve sendikal liderliğin ufkunun dar kalıplarına sıkışarak yenilgi yaşamasıdır.

Bugün de halihazırda THY, Yatağan Termik Santral, Feniş, Kazova, Bedaş direnişleri gibi aralarında stratejik önemde olan direnişlerin olduğu işçi kavgaları süregitmektedir. Bu direnişlerin birleşememesi yenilgiye davetiye çıkarmaktan başka bir şey değil. Diğer taraftan direnişlerin birleştirilmesi, sadece tek seferlik dayanışma eylemleri biçiminde kavranılmamalı, çok daha geniş düşünülmelidir. Temel amaç, kazanmak için kitlesel mücadele temelinde ses getirmektir. Bunun için de direnişlerin ortak bir strateji etrafında koordinasyonu için bir işbirliğinin sağlanması gerekir. Bu birliğe işçi meclisleri denilebilir. Bu meclislere her işyeri direnişi, kendi sayısal gücü oranında tabandan seçtikleri delegelerini gönderir ve bu meclise mücadeleci sendikacılar ile aydınlar ve sosyalistler davet edilebilir. Bunun dışında mücadeleye yeni başlayan her işyeri de temsilcilerini bu meclise göndercektir. Böylelikle işçi meclisleri hem eylemleri, hem bileşimleri, hem de mücadeleyi merkezileştirmesiyle giderek toplumsal muhalefetin odağı durumuna dönüşecektir. Böyle bir mücadele odağının oluşumu neticesinde ülkedeki bütün emekçiler ve ezilenler yüzlerini böyle bir oluşuma çevirecek ve mücadeleye başlamak isteyen işçilerde önemli bir güven oluşacaktır. Bunun doğal sonucu da tüm ülkede sınıf bilincinin yükselmesidir.

İşçi hareketi, sermayenin çok kapsamlı saldırılarıyla karşı karşıyadır. Örgütlülük oranı düştükçe düşmüş, emekçilerin çok büyük bir kısmı tamamen savunmasız bir hale getirilmiştir. Neticede sendikasızlık, taşeronlaştırma ve asgari ücretli çalışma kural haline gelmiştir. Bunun doğal sonucu da Türkiye’nin bir ucuz emek cenneti, sömürü cehennemine dönüşmesidir. Mevcut sendikalar ya doğrudan işveren örgütlerine dönüşmüş ya da daraldıkça daralarak bürokratik kabuklara benzemiştir. Bazen de ortaya adeta mafya benzeri çıkar çevreleri çıkmıştır. Bunun anlamı, yerleşik sendikal kültürle işçi sınıfının bir yere varamayacağı ve yıkımın derinleşerek devam edeceğidir. Bu yüzden de işçi hareketinin eskimiş, çürümüş kalıpları yıkacak kendi “Gezi” öyküsüne ihtiyacı vardır. Bu çerçevede de sınıf bilinçli işçiler, Gezi direnişinin derslerini iyi çıkarmalıdır.

İşçi meclisleri önerisini Gezi deneyimlerini esas alarak önermekteyiz. Meclislere tabandan seçilerek gelecek olan delegeler, ister istemez tabandaki genç ve radikal işçilerin yaratıcılığını ortaya koyacaktır. En iyi durumda “bürokrasi” kelimesiyle ifade edilebilecek sendikal yöneticilerin tutucu ve bozucu alışkanlıklarının kırılması ve işçi radikalizminin önünün açılması bu şekilde mümkün olabilir. Sendikal liderlik, en mücadeleci örneklerde bile kendi varlığını sözleşme ilişkisinin getirdiği hukuki zemine yaslamaktadır ki bu zemini sermaye hiçbir şekilde ciddiye almamaktadır. AKP hükümetinin de desteğiyle sermaye kendi yasalarını da çiğnemekte, işçi sınıfının yenilgiye uğratılması için her türlü esneklik ve merkezileşmeyi sağlamaktadır. Kaldı ki mevcut iş yasaları ile sendikal yasalar, oldukça geridir ve bunlar esas alındığında mücadeleye 3-0 geriden başlanmaktadır. Üstelik yargı da AKP kontrolüne girdiği ölçüde hukuki mücadeleye bel bağlamanın sıkıntıları da gözükecektir.

Bu yüzden Gezi direnişinin de gösterdiği gibi işçi mücadeleleri için baz alınması gereken esas, fiili ve meşru mücadeledir. Kamu emekçileri mücadelelerinin altın devri 1990’larda kamuda sendikaların yasak olduğu dönemde fiili meşru mücadeleyle başarılan KESK deneyimidir. KESK bu alanı daha sonra terk ettiği ya da yenileyemediği ölçüde daralmış ve güç kaybetmiştir. Bunun dışında TEKEL direnişinin tüm Türkiye’yi sarsmasını sağlayan biraz da vahşi polis saldırısı neticesinde işçilerin fiili zeminde hareket etmesi ve şehir merkezinde işgal hareketi başlatmasıydı. Daha ortada New York, Tahrir ya da Gezi direnişleri yokken Occupy (İşgal Et) hareketini Tekel işçileri başlatmıştı. Tekel direnişinin ivmes kaybetmesi de Tek Gıda İş liderliği Mustafa Türkel’in taban radikalizmini kendi bildiği mücadele biçimleriyle sınırlandırmasıyla olmuştu. Unutmamak gerekir ki fiili-meşru eylemler önden ilerledikçe yasalar ve mezuatların takip etmek zorunda olduğudur.

Bu açıdan yerleşik kabuğun parçalanması işçi sınıfının geleceği için olmazsa olmazdır. Genç, dinamik, yaratıcı, birleştirici, yeni, radikal… Bunlar Gezi direnişini ifade edebilece bazı sıfatlar. Önerdiğimiz işçi meclisleri bu özellikleri hayata geçirebilir. İşçi hareketi olmadan bir protesto hareketi olan Gezi Direnişi kendi zirvelerine ulaştı ve sonra geri çekildi. Ama, işçi hareketi kendi Gezi’sini yarattığında mücadelenin sınırları sonsuz olacaktır…

İşçi meclislerinin yaratılmasının hiç de kolay bir hedef olmadığı ortada, ama bu uğurda mücadele etmeye değer. Sınıf hareketi, ablukayı kırmak için ya bir yol bulmalı ya da yeni bir yol açmalıdır.

KATEGORİLER
ETİKETLER