Bookchin ve Toplumsal Ekoloji (I) – Güneş Gümüş
Murray Bookchin’in fikirleriyle tanışmamız oldukça yeni ama bir o kadar da hızlı oldu. Bookchin’in 11 kitabı Türkiye’deki okurlara ulaşmış durumda. 1990’ların ikinci yarısında çevrilen ve tek basımla sınırlı kalan eserleri dışındaki 8 kitabı 2010 sonrasında yayınlanan Bookchin’in; keşfedilmesinin altında, ekolojiye duyulmaya başlayan derin bir ilgiden farklı nedenler bulunuyor. Türkiye’de Kürt ulusal hareketinin “Demokratik Konfederalizm” projesine fikir babalığı yapan Murray Bookchin, bu yönüyle Türkiye entelektüel camiasında uluslararası düzeyde sosyal bilimler alanında gördüğü ilgi ve alakadan ötesine namzet olmuş durumda.
Bu bağlamda, bu yazıda, radikal muhalefet üzerinde derin etkilere sahip Kürt ulusal hareketinin beslendiği bir kaynak olarak ele alınmayı özellikle hak eden Bookchin ve onun “toplumsal ekoloji” kuramını tartışma konusu yapmayı hedeflemekteyiz. Bookchin ve teorisini ele alacağımız bu ilk yazıda onun Marksizmle girdiği polemiğe odaklanmayı planlamaktayız. Belirtmek gerekir ki Marks’ın bir ekonomik indirgemeci olduğunu söyleyen; miladı dolan proletaryanın devrimci bir özne olamayacağını savunan; kapitalizmin krizlerini aşacak kadar esnek yapıya ulaştığına vurgu yapan; insanlığın ve dünyanın problemlerinin merkezinde hiyerarşi ve tahakkümün olduğunu ve bu olguların sınıfsal yapının ötesinde bir geçmişe sahip olduğunu, günümüz toplumlarının çok katmanlı hiyerarşiler temelinde şekillendiğini savunan Bookchin; dergimizin birçok makalesinde cevaplandırdığımız postmodernizmin Marksizme yönelik argümanlarından çok da farklı şeyler söylememektedir. Yazımızı Bookchin’in teorisine ayırmamızın nedeni, özgün iddialarına yanıt üretme gerekliliği değil; ismi zikredilmese de onun argümanları üzerinden Marksizmin aşıldığı, sosyalizmden daha ileri bir radikal toplum önerisi geliştirildiği şeklindeki söylemlerin teorik altyapısını tartışmaya açmak istememizdir.
Hayatı
Yazımıza Bookchin’in hayatına kısaca yer vererek başlamak klişe gibi görünebilir ancak fikirlerinin şekillenmesinde yaşadığı tarihsel dönemin önemli etkileri olmuştur. Ne de olsa herkes biraz da çağının insanıdır.
1921’de ABD’de doğan Bookchin, 1917 Ekim Devrimi’nin etkisinin bütün dünya çapında hissedildiği bir dönemin insanı ve Rus devrimci geleneğinden gelen bir ailenin evladı olarak çocuk yaşlarında Stalinist Komünist Parti’ye bağlı Genç Komünistler Birliği içinde mücadele etmeye başlamıştır. İki kardeşini kaybettiği İspanya İç Savaşı’nın sonuna kadar eleştirileri olsa da komünist hareketin parçası olan Bookchin, Moskova Mahkemeleri, Nazi-Sovyet Paktı gibi gelişmeleri sert biçimde eleştirmesi üzerine 1939’da Komünist Parti’den ihraç edilmiştir.
Marksizmin adını lekeleyen Stalinizm, Bookchin üzerinde Marksizmin toplumsal kurtuluş projesine yönelik bir karamsarlık yaratsa da bu deneyim sonrasında Troçkist hareketin bir parçası olarak Marksizme bağlı kalmaya devam etmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan Troçki’nin öngörülerinin aksine hem Batı bloğu hem de Stalinizm güçlenerek çıkmış; yeni devrimlerle Ekim devrimi ruhunun yeniden canlanması yaşanmamıştır. Bir dizi önderini ve bu arada Troçki’yi kaybeden Troçkist gelenek, örgütsel zayıflığı İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde daha da net hissedilmeye başlanmıştır. Bunun yanı sıra savaş sonrası, kapitalizm büyük bir atılım göstererek keskin sınıf mücadelelerinin zamanının geçtiği şeklinde bir algının güçlenmesinin koşullarını oluşturmuştur. Bu koşullar en ağır olarak hızla zenginleşen, anti-komünist cadı avlarıyla solun tükendiği, sendikal bürokrasinin rejime tam göbekten bağlandığı ABD’de hissedilmiştir. Neticede savaş zamanı ve öncesinin ünlü Marksist entelektüelleri hızla sağa kayarak savrulmuş ve düzene entegre olmuştur. Bu koşullar, Bookchin açısından umutsuzluğun pekişmesini getirmiş; artık yüzünü Marksizmden başka bir yöne doğru dönmeye başlamıştır: “İkinci Dünya Savaşı’nın aynen birincisi gibi devrimlerle sona ereceğini umut ediyordum, ve Troçkist oldum. Savaş devrim olmadan sona erdiğinde, ortodoks Marksizmden hayal kırıklığına uğramış bir halde, her şeyi yeni baştan düşünmem gerektiğini fark ettim.” (Danek, “Murray Bookchin ile Röportaj”)
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Bookchin, otomobil sektöründe çalışmaya başlamış; kapitalizmin altın çağını yaşadığı bir dönemde işçi sınıfının yaşam koşullarının iyileşmesi ve sendikaların uzlaşmacılığı gibi dönemsel sonuçlar karşısında iyice demoralize olarak işçi sınıfına karşı da güvenini yitirmiştir. Bookchin, işte bu toplumsal koşulların bir ürünü olarak komünalizm adını verdiği başka bir radikal toplumsal dönüşüm projesinin inşasına girişmiştir.
Komünist hareketin bir parçası olan Bookchin, SSCB deneyimi ve İkinci Dünya Savaşı sonrası kapitalizmin gelişiminden Marksizmin dünyayı anlamak, açıklamak ve değiştirmek konusunda yetersiz kaldığı sonucunu çıkarmıştır. Teorisinin gelişiminde Marks’ın etkisini reddetmeyen Bookchin’in düşüncelerinde, Marksizmin yöntem ve önermelerini yanlışlama ve ona bir alternatif geliştirme çabası gözlerden kaçacak gibi değildir.
Tahakküm ve Hiyerarşinin Kaynağında Ne Var?
Bookchin’in toplumsal ekoloji yaklaşımı, “ekolojik sorunlarımızın hemen hepsinin kökleşmiş toplumsal sorunlardan kaynaklandığı” tespitine dayanmaktadır. Bu bağlamda, Bookchin, kapitalizmin devam etmekte olan emek-sermaye çelişkisinden daha merkezi önemde yeni bir çelişki tariflemektedir: “Durmadan büyümeye dayalı bir ekonomi ile doğal çevrenin kurutulması arasındaki çatışma”. İnsanın insana tahakkümünün, insanın doğaya tahakkümü düşüncesine yol açtığını savunan Bookchin, bütün bu gelişmelerin hiyerarşi ve tahakkümün ortaya çıkması birlikte gerçekleştiğini düşünmektedir. Peki, hiyerarşi ve tahakküm nasıl ortaya çıkmıştır?
Bookchin’in bütün yazını Marksizmle bir hesaplaşma içinde gibidir. Tarih anlatısı, Marksist tarihsel materyalizme alternatif bir model kurmak üzere toplumsal eşitsizliğin gelişimini artı-ürünün ortaya çıkışıyla birlikte özel mülkiyetin ve toplumun sınıflara bölünmesinin şekillenmesine değil soy, cinsiyet, yaş gibi bazı biyolojik özelliklerin toplumsal nitelik kazanarak hiyerarşi ve tahakküm oluşturmaya başlamasına bağlamaktadır. Bookchin, öncelikle yaşlıların toplumsal olarak sahip olduğu yüksek statüden hiyerarşi ve tahakkümün gelişimine doğru ilerlendiğini savunmaktadır:
“Toplumun biçimlendiği bu tarih öncesi dünyada diğer biyolojik özellikler de tamamen doğal olmaktan çıkarılıp toplumsal özelliklere dönüştürüldü. Bu özelliklerden biri, yaş ve onun getirdiği ayrımlardı. İlk insanlar arasında ortaya çıkan toplumsal gruplarda yazılı bir dilin olmaması yaşlılara yüksek bir statü bahşedilmesine yardımcı oldu, zira yaşlılar topluluğun geleneksel bilgeliğine sahipti. Bu bilgelik topluluğun hem genç hem de erişkin üyelerinin edinmesi gereken hayatta kalma teknikleri kadar, ayrıntılı ensest tabularını gözetecek şekilde evliliğe izin veren akrabalık bağları bilgilerini de içeriyordu… bir yandan insan birlikteliğinin dayanağını oluşturan biyolojik
gerçekler zamanla toplumsal kurumlar şeklini alırken, diğer yandan da bu toplumsal kurumlar yavaş yavaş -farklı dönemlerde ve farklı ölçülerde- emir ve itaate dayalı hiyerarşik yapılara dönüşmeye başladı” (Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm, s. 24-5).
Bookchin açısından diğer bir biyolojik özellik olan cinsiyet de yaşa bağlı eşitsizliklerin toplumsal kurumsallaşmasına müteakip olarak hiyerarşinin bir ayağını oluşturmuştur:
“Hiyerarşinin ortaya çıkma nedenleri yeterince açıktır: yaşlanmanın getirdiği fiziksel güçsüzlük, nüfus artışı, doğal felaketler, avcılık ve hayvancılık faaliyetlerini bahçecilik sorumluluklarından daha ayrıcalıklı bir hale getiren teknolojik değişimler, kamusal toplumun genişlemesi ve savaşların yaygınlaşması. Bütün bu etmenler kadınların statüsünü düşürmek pahasına erkeklerin statüsünü yükseltmiştir” (Bookchin, age, s. 28).
Bookchin, sömürü ve sınıf olgusunu reddetmese de “hiyerarşinin tarihsel olarak sınıf kavramından daha yerleşmiş bir olgu olduğu”nu savunmaktadır. Bu düşünce biçimiyle ulaşılacak yegane sonuç sömürü ve sınıflar ortadan kalksa da sorunun çözülmeyeceği, yani Marks’ın haksız olduğu fikridir: “sınıf hakimiyetinin ve ekonomik sömürünün ortadan kaldırılması, gelişkin hiyerarşilerin ve tahakküm sistemlerinin de onlarla birlikte yok olacağını garanti etmez” (Bookchin, age, s. 29).
Bookchin insanlığın ve dünyanın yaşadığı sıkıntıların temelinde hiyerarşi ve tahakküm olduğu fikrindedir; bu olguların ne zaman ve neden ortaya çıktığı sorusunun cevabı ise belirsizdir. Bookchin, tarihin bir anında, sömürücü sınıf biçimini almadan önce hiyerarşi ve tahakkümün gelişmesini yaş, cinsiyet gibi biyolojik farklılıkların bir statü kaynağı olarak toplumsal kurumlar haline gelmesine bağlamaktadır. Neden sorusunun cevabı olarak, Bookchin, toplumun yaşamsal faaliyetlerine katılamayan yaşlıların kendini koruma güdüsüyle sahip oldukları bilgiyi kullanarak gerontokrasi geliştirmelerini sunmaktadır. Ancak, Bookchin bir yandan da yaşlıların aynı konuma sahip olmadığı, toplumun yaşamsal riskler altında kaldığı koşullarda ölüme terk edildiği benzer dönemlerde yaşamış toplumların örneklerini vermektedir. O zaman yaşlılık nasıl hiyerarşi ve tahakkümün unsuru olabilmektedir?
Homo cinsinin dünya üzerindeki tarihi 2,5 milyon öncesine kadar gitmektedir; homo sapiens’ler 200 bin yıllık bir tarihe sahiptir. Bu dönemin neredeyse tamamına yakını boyunca yazının olmadığı koşullarda yaşlıların toplumun bilgeliğinin taşıyıcısı olmuştur. Son yüz yıl içinde modern insanın tanıklık ettiği çok sayıda sınıfsız toplum örneğinde neden yaşlılar bir tahakküm yaratmamıştır? Yoksa bu tahakkümün ortaya çıkışına neden olan, toplumdaki bir grup insanın diğerleri üzerine hakimiyet kurmasına imkan veren başka durumlar mı vardır? Jared Diamond’un etkileyici eseri Tüfek, Mikrop ve Çelik’te artı-ürün ortaya çıkışına imkan verecek şekilde tarımın gelişmesine uygun olmayan coğrafyalarda eşitlikçi avcı- toplayıcı toplumların Batı’da kapitalizmin geliştiği dönemlerde bile varlık gösterdiğini anlatmaktadır. Neden bu toplumlarda yaş bir tahakküm aracı olamamıştır? Artı-ürünün ortaya çıkmaya başlamasıyla özel mülkiyetin geliştiği bütün toplumlar, sistematik bir hiyerarşinin kurumsallaşmasıyla sonuçlanırken özel mülkiyetin gelişmesi için yeterli doğal imkanlara (evcilleştirilecek hayvan, ekilebilir ve saklanabilir bitki türleri) kendiliğinden sahip olmayan coğrafyalarda soy, yaş, cinsiyet farklılığı gibi olgular hiyerarşi ve tahakküme yol vermemiştir.
Bunun anlamı, tahakküm ve hiyerarşinin nedeninin soy, yaş, cinsiyet gibi biyolojik olgular değil; özel mülkiyetin toplumun sadece bir kesiminin elinde toplanması olmasıdır. Ancak böyle bir ayrıcalığa kavuşan ve toplumun geri kalanının sahip olmadığı imkanlara ulaşan bir grup, diğerleri üzerinde tahakküm kurmayı başarabilir. Bookchin’in tarifiyle hiyerarşi “elitlerin kendilerine tabi olanları zorunlu olarak sömürmeksizin, onlar üzerinde farklı derecelerde denetime sahip oldukları karmaşık bir emir ve itaat sistemi şeklinde” (Özgürlüğün Ekolojisi, s.75) tanımlanırsa daha önce var olmayan bu emir ve itaat sistemine uymak için zorlama araçları ve bunu anlamlı kılacak güçlü maddi nedenlerin olması gerekir. Toplumun üretici faaliyetine katılmayan yaşlıların, kendilerini kollamak için toplumsal bilgeliklerini kullanarak statü elde etmesi ve tahakküm kurması oldukça naif ve zorlama bir açıklama olarak kalacaktır.
Sınıflı toplumlar ortaya çıkmadan önce toplumsal farklılaşmaların olduğunu (yaş ve cinsiyete dayalı) Marksizm de kabul etmektedir. Ancak farklılaşmaların olması başka bir şeydir; bunların bir tahakküm kaynağı olması ve uzlaşmaz çelişkiler içermesi; bu toplumların soy, yaş, cinsiyet gibi biyolojik faktörlerin hiyerarşik tahakkümüyle şekillendiğini iddia etmek başka bir şeydir. Bunun elle tutulur yanı yoktur.
Bookchin, insanın insan üzerindeki tahakkümünün insanın doğa üzerindeki tahakkümüne yol açtığı savunmaktadır. Marksizm ise aksine insanın doğa üzerindeki tahakkümünün ilksel olduğunu, sonra insanın insan üzerindeki tahakkümünün başladığını söylemektedir. Marks, insanı insan yapanın doğa üzerinde değişiklik yapan üretken etkinliği olduğunu belirterek insanın doğa üzerinde kontrol kurmak için ilk ortaya çıkışından beri mücadele ettiğini savunmaktadır. Ateşin bulunması, yiyeceklerin saklanması, tarım faaliyetinin kendisi insanın doğal koşulları değiştirmek, onlar üzerinde kontrol sağlayabilmek için doğrudan bir müdahalesidir. Dolayısıyla insanın doğa ile mücadelesi (ki bir hayatta kalma mücadelesidir) insanın diğer insanlar üzerindeki tahakkümünden önce başlamıştır. Bookchin, bu argümanıyla da tahakküm ve hiyerarşiyi, özel mülkiyetin, sınıfların, devletin ortaya çıkmasından önceki bir zamandan başlatmak kaygısındadır.
Kapitalizm Marks’ın Öngörülerini Yanlışladı Mı?
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin genişleme dönemi yaşaması Bookchin’in Marksizmin kapitalizme dair öngörülerinde yanıldığı olmuştur. Bookchin, Marksizmin önermelerini ya yanlış anlamakta ya da bilinçli şekilde farklı yansıtmaktadır. Bookchin, Marks’ın kapitalizmin kendi içsel krizi sonucunda yıkılacağını savunduğunu iddia etmektedir. Oysa ki Marks, kapitalizmin krizlere gebe olduğunu söylese de bu krizlerin kendiliğinden onun sonunu getireceğine dair bir imada bile bulunmamıştır. Zaten Marksistler böyle düşünselerdi kişisel çilelerle beraber giden devrimci mücadelenin yürütücülüğü yerine kapitalizmin sonunu getirecek krizi beklemeyi tercih ederlerdi. Aynı durum yoksulluk içinde sürgünde bir yaşam süren Marks’ın kendisi için de geçerlidir. Kısacası, Marks ya da Marksistler kapitalizmin sonunu kendiliğinden getirecek bir krizin varlığından bahsetmemektedirler. Gelgelelim Bookchin, kapitalizmin krizlerinin artık bittiğini savunmakta; olağanüstü esnekliğe kavuşan kapitalizmin oldukça istikrarlı olduğunu söylemektedir: “Her ne kadar yaşam standartları milyonlarca insan için yıpratıcı olsa da eşi görülmemiş bir olgu hala karşımızda durmaktadır; kapitalizm yaklaşık yarım yüzyıldır ‘kronik krizler’den bağımsızdır. Ne de gelecekte Büyük Bunalım ile karşılaştırılabilecek önceden tahmin edilebilir bir krize dair işaretler vardır. Kapitalizm, muhtemelen yeni bir toplum için genel bir çıkar yaratacak, uzun dönemli bir ekonomik çöküşün içsel kaynaklarından uzak, krizlerle başa çıkma konusunda geçmiş elli yıldan ve ‘tarihsel egemenlik’ dönemi olarak anılan geçmiş yüzyıldan çok daha başarılıdır.” (Bookchin, “İleri Kapitalizm Döneminde Radikal Politika”)
Bookchin, Marks’ın günümüz kapitalizminin dinamiklerini 19. yüzyıldan öngörmesinin mümkün olmadığını savunmaktadır. Ancak, Bookchin, kapitalizmin Marks’ın öngöremediği nasıl bir yapısal değişim yaşadığını ortaya koyamamaktadır. Kapitalizmin krizlerden muaf olduğunu, krizlerle baş edebildiğini söyleyen Bookchin, kapitalizmin bir dönemini alarak genel geçer değerlendirmeler yapma hatasına düşmektedir. 2006’da hayata gözlerini kapatan Bookchin, kapitalistlerin bile 1930’lardan sonraki en büyük kriz olarak adlandırdığı 2008’de başlayan ekonomik krizi görseydi bu fikirlerini hala sürdürebilir miydi, bilinmez. Marks, kapitalizmin işleyiş dinamiklerini ortaya koymuştur; bu dinamiklerde bir değişim olmuş mudur? Örneğin artık meta üretimi yok mudur? Kar amacıyla üretim yapılmamakta mıdır? Sömürü bitmiş midir? Marks’ın ölü emek olarak tariflediği üretim araçlarının üretim sürecindeki payı sürekli artmamakta mıdır? Yok, öyleyse?
İşçi Sınıfının Miladı Doldu Mu?
Günümüz toplumunun çok katmanlı hiyerarşik ilişkilerden oluştuğunu belirten Bookchin, proletaryaya elvada diyenlerden biridir. Sanayi işçi sınıfının sayısal olarak azaldığı, sınıf olarak kimliğini kaybettiğini söyleyen Bookchin, işçi sınıfının orta sınıflaştığını savunmakta, beyaz yakalıların işçi sınıfına dahil edilmesine karşı çıkmaktadır: “Klasik endüstri proletaryası I.Dünya’da sayısal olarak, sınıf bilinci anlamında, hatta tarihsel yegane sınıf olarak politik bilinç anlamında da zayıflamıştır. Marksist teoriyi maaşlı insanları da proletaryaya dahil edecek şekilde yeniden yazma çabaları, sadece duyarsızca değil aynı zamanda bu çok farklı orta sınıf nüfusunun kendisi ve piyasa toplumuyla olan ilişkisini kavramasıyla da açıkça tam bir zıtlık halindedir.” (Bookchin, age)
Öncelikle, dünya çapında çalışan nüfus üzerine istatistikler, sanayi işçi sınıfında ciddi bir azalma olmadığını göstermektedir. Sanayi işçi sınıfının nüfusu Batı Avrupa ve ABD’de yerinde saysa ya da azalma gösterse de Asya’da saflarına yüz milyonlarla ifade edilecek çok sayıda yeni üye kazanmaktadır. Hizmet sektöründe çalışan beyaz yakalıların büyümesi tarım emekçilerinin ve köylülüğün azalması pahasına yaşanmaktadır. Diğer yandan da beyaz yakalıların büyük çoğunluğunu oluşturan büro emekçileri giderek parçalanmış üretim sürecinde vasıfsızlaşmakta; mavi yakalı emekçilerden niteliksel bir fark göstermektedir. İşçi sınıfının davranış kalıplarının beyaz yakalıların önemli bir kısmı için de geçerli olduğu görülmektedir; sendikalarda örgütlenme, grevler, mücadele… Hatta öğretmenler, sağlık çalışanları gibi beyaz yakalı çalışanların çoğunlukla bugün işçi sınıfı mücadelesinin en militan unsurlarından oldukları görülmektedir.
Kaynakça
1- Murray Bookchin (2013) Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm, Sümer Yayıncılık, İstanbul.
2- M. Bookchin (2013) Özgürlüğün Ekolojisi, Sümer Yayıncılık, İstanbul.
3- M. Bookchin, “İleri Kapitalizm Döneminde Radikal Politika”,http://www.oocities.org/ yildizkaranlik/yan/6/6_9_1.htm
4- David Danek (2001) “Murray Bookchin ile Röportaj”,http://www.geocities.ws/ anarsistbakis/makaleler/bookchin-roportaj. html
5- Jared Diamond (2013) Tüfek, Mikrop ve Çelik, Tübitak Popüler Bilim Yayınları, Ankara.