Dünyanın Olağanüstü 2014 Yılı – Derya Koca

2014 çeşitli açılardan dünyada sınırları zorlayan bir yıl oldu; büyük siyasi krizlerin yanı sıra fırsatları doğurdu.

2014’ün devraldığı dinamiklerin başında 2008 krizinin sonuçları geliyor. İtalya, İspanya, Yunanistan, Arjantin, Portekiz ve İrlanda başta olmak üzere kesinti paketlerinin uygulamaya konulmaya çalışıldığı ülkeler çetin sınıf mücadelesi deneyimleri yaşadı. 2015 yılı için son derece kritik olan Yunanistan ve Arjantin’deki gelişmeleri bu arka planla birlikte ele almak faydalı olacaktır. Aynı zamanda hem krizin etkilerinin hem de Dünya Kupası gündeminin merkezindeki Brezilya da bu noktada üzerine bahsedilmesi gereken bir diğer ülke olacak. Kapitalist sistemin sıkışmışlığı bu ülkelerde egemen sınıfa sıkıntılı günler yaşatırken solun giderek güçlendiği bir cephe büyük başarı hikayeleri yazmaya aday.

2014’teki büyük siyasal gelişmelerin bir ucu da Arap Baharı’na çıkıyor. 2010 yılında Tunus’ta başlayan isyan ile birlikte Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan büyük bir kendiliğinden hareketi gördük. Bu önderliksiz hareketler doğal sınırlarını kesin biçimde 2014’te ilan etti.

Bu dinamikler 2014 hafızasında şunları bıraktı:

*21. yy’ın en önemli toplumsal olaylarından olan Arap Baharı Tunus’ta patlak verdiğinde işsizlik ve Bin Ali diktatörlüğüne karşı açılan bir bayrak olmuştu. 2011’de kurucu seçimlerde Müslüman Kardeşler’in partisi olan Ennahda 2013’te iktidara geldi. Bin Ali diktatörlüğünün çürümüşlüğünden de öte bir baskı iktidarı kurdu. Ennahda, dinci siyasal yönelimleri, baskı ve yasakları ile dinamikleri canlı olan Tunus’ta 2014 yılı boyunca yeni bir protesto hareketini tetikledi. Bu özgürlükçü refleksleri sokağa döken; 2013’te dinden çıktığı gerekçesiyle katli vacib ilan edilen Tunus muhalefetinin isimlerinden Tunus Kurucular Meclisi Başkan Yardımcısı El Brahmi ve kendisini reformist Yurtsever olarak niteleyen Demokrat Parti’nin Genel Sekreteri Şükrü Belid’in selefilerce katledilmesi oldu. Belid’in öldürülmesinin ardından UGGT genel grev ilan etti. Büyük protestolar düzenlendi. Rejim, gerçek mermilerle protestoları bastırmaya çalıştı. Tunus’ta da sokaklar yeniden ısınırken MK, Kuzey Afrika ülkelerinde tam bir siyasal iflasa sürüklendi. Laik bir cephe olarak nitelenebilecek Tunus Çağrısı (Nida partisi) içinde işçi sendikalarının, patronların, reformist ve sosyal demokratların bulunduğu geniş bir burjuva ittifak olarak ortaya çıktı. Seçimlerde %37 alan Nida, Bin Ali rejiminden kalan siyasetçilerle muhalefeti yeniden aynı safa sokmayı başardı. Ne var ki devrimci dinamiklerin hala canlı olduğu Tunus’ta Ekim 2014’teki seçimlerde bu ilerici niteliğe rağmen tüm siyasal eksenin laik – anti-laik çatışmasına indirgendiği Stalinizmin artığı Halk Cephesi mantığı bu radikal gençlik kuşağını bir zamanlar devirmek için sokakta katledilmeyi göze aldığı eski rejimin artıklarına yeniden kucak açar hale getirdi. Öte yandan çoğunluğu genç yeni kuşaktan gelen özgürlükçü tepkiler Müslüman Kardeşler’in oylarını %37’den %27’ye geriletti. Kısacası Tunus’taki devrimci dinamik sosyalist bir alternatifin yokluğunda devrimci dinamiklerinden büyük ölçüde uzaklaştı ve laiklik merkezli bir kutuplaşmaya doğru çekildi. Ancak Tunus’un 2014’ü Müslüman Kardeşleri sokakta bitirerek canlı temellerini de ortaya koydu.

*Müslüman Kardeşler iktidarına karşı yeniden Tahrir’e akın etmeye başlayan Mısır halkı yeni firavun Mursi’nin kabusu olmuştu. General Sisi’nin darbesi, iki yılda iki diktatörlük deviren bir halkın gücünden korkarak MK’yi halkın elinden kurtarırken düzeni tesis etmek için iktidarı almıştı. Mısır halkının büyük nefretini kazanan MK’yi yasa dışı ilan eden Sisi, aslında sokağa karşı yaptığı darbeye rağmen şu an bir zamanlar sokakları dolduran milyonlarca emekçinin desteğine sahip. 2014 yılında artık Sisi taraftarlarıyla anılan Tahrir’in devrimci ruhu de böylece kendi sınırlarını ortaya koymuş oluyor.

*Arap Baharının kışa döndüğü yer ise Libya. Libya, 2014 yılında tam anlamıyla savaş ağalarının elinde yitip gitmiş durumda. Bahar’ın özgürlükçü ruhunun en kısa sürdüğü; emperyalist manipülasyonun bombardımana çok hızlı döndüğü Libya’da Kaddafi, 20 Ekim 2011’de ibretlik bir cinayetle öldürülmüştü. Rakip kabilelerin çıkar dengeleri üzerine kurulu olan iktidar bir anda kabileler arası askeri ve siyasi gücün savaş alanına dönüverdi. Şu an Libya’da tam anlamıyla şehir eşkıyalığı hakim. Durmaksızın birbiriyle savaşan yüzlerce silahlı grup ülkeyi yiyip bitiriyor. Mayıs’ta Hafter’in Trablus’a yönelik gerçekleştirmeye çalıştığı darbe girişiminden bu yana Tobruk ile Trablus yönetimleri arasında şiddetli çatışmalar devam ediyor. Yani fiili olarak ülkede iki hükümet, iki ordu ve iki meclis var. Ülkede söz sahibi olan dört temel güç ise Libya’da modern anlamda bir devlet mekanizmasının kalmadığını açıkça gözler önüne seriyor:

1-Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi (anayasa mahkemesi tarafından feshedilen,emperyalist güçlerce desteklenen kanat, lideri başbakan ed-Dayri ve askeri gücü emekli general Hafter’e bağlı Onur Operasyonu Güçleri. )

2-Trablus merkezli Ulusal Kurtuluş Hükümeti (Ömer El-Hasi’nin önderliğinde. Tam anlamıyla savaş ağalarının ve İslamcıların siyasal odağı. Müslüman Kardeşler’in de içinde bulunduğu Kaddafi karşıtı muhalefetin adı olan Libya Şafağı Koalisyonu’nun (Fecr) desteklediği kanat. Trablus ve Misrata’daki Selefi örgütlerle ittifak halinde. Bingazi’yi yönetiyor. )

3-IŞİD (IŞİD’e biat ettiğini açıklayan Müslüman Gençlik Meclisi emirlik kurmaya çalışıyor. Suriye’deki IŞİD varlığını güçlendiren Selefi katillerin ilk uğrağının Libya olduğunu, Suriye’ye de Türkiye üzerinden geçtiğini hatırlamakta yarar var)

4-El-Kaide uzantısı Ensar El Şeria ve diğer selefi İslamcı örgütler (ki bu örgütler açıkça Katar ve Sudan tarafından finanse ediliyor. Derne’yi kontrol ediyorlar. )

Bu tablonun özeti şu: petrol havzaları ve siyasi iktidar içi savaşan bu çeteler Libya’ya emperyalizmin hediyesi bir bataklık yarattı. Libya Devrimi diye emperyalizmin yelkenine rüzgar olanların utanç verici halleri sadece mide bulandırıcı olabilir.

*Yalnızca 2014’e değil, son dört yıla damgasını vuran en önemli olay belki de Suriye’deki emperyalist savaş. Esad 2014’te de düşmedi. Çünkü Esad’ın alternatifi olarak sunulan ÖSO’nun kendi içinden çıkan El Nusra gibi Selefi fanatik gruplar, bölge halklarına büyük bir katliam senaryosu sunuyor. Bu senaryonun asıl korkutucu yüzü IŞİD ile ortaya çıktı. 2014 yılının asıl olayı olarak tarihe not edilmesi gereken IŞİD, Irak savaşından bu yana kazandığı toplumsal taban ve Suriye ile Libya’da kazandığı maddi ve askeri donanımla büyük bir atağa geçti. 11 Haziran’da Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirdi. İkrime, Kobane ve Şengal başta olmak üzere halklara barbarca saldıran IŞİD aynı zamanda Ortadoğu halklarının lanetle andığı ABD’nin ve “müttefik güçleri”nin bölgeye yönelik bombardımanlarını ve Ortadoğu’daki varlığını yeniden güçlendirmelerini meşrulaştırmayı başardı. Bu örgütlerin zaten “made in USA” olduğunu unutmamak gerekir. Rojava ulusal atılımının kazanımlarını savunmak adına Kürt halkının ortaya koyduğu destansı Kobane direnişi, insanlık adına yüz akı olsa da IŞİD bölgede uzun süre tutunacak bir aktör olduğunu kanıtladı.

*Ortadoğu’daki gözyaşı Gazze’de 2014’te de durmadı. 8 Temmuz-26 Ağustos arası uzun yıllar görülmedik boyutta bir bombardımanla İsrail Gazze’yi vurdu. Bilanço: 1437 ölü, 10750 yaralı.

*Kapitalizm 2008 ekonomik krizin atlatabilmiş değil. ABD dışındaki tüm ekonomilerden olumsuz sinyaller gelmeye devam ediyor. Troyka’nın (AB, Avrupa Merkez Bankası ve Dünya Bankası’ndan oluşan üçlü çete) krizdeki ülkelere borç kredileri karşılığı uygulanmasını istediği kemer sıkma paketleri işsizliğin giderek arttığı Avrupa’da emekçileri büyük protestolar yapmaya itti. Emekçilerin koşulları şu an oldukça geriletildi.

*Krizden en çok etkilenen ikinci ülke olan İspanya’da gençler arasındaki işsizlik %50’lere fırladı. Öte yandan Öfkeliler Hareketi’nin temellerini attığı Podemos, Kasım ayında yapılan anketlerde oyların %27’sini alarak ilk genel seçimlerde birinci parti çıkma olasılığını ortaya koydu. Aynı ankette İspanyolların yüzde 91’i ülkedeki siyasi durumu “kötü” ve “çok kötü” şeklinde tanımlıyor. Kısacası İspanya’da farklı siyasal alternatiflere yönelik ciddi bir arayış var. Yine bu ankette ortaya çıktığı üzere İspanya burjuva siyasetinin geleneksel siyasal özneleri olan Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) %28’den %25’e düşüyor. 2015 seçimlerinde Halk Partisi (PP) nin de %45’ten %20’ye çakılacağı ve Yunanistan’daki PASOK gibi iflasın eşiğine geleceği şimdiden söylenebilir.

*Kriz deyince akla ilk gelen Yunanistan ise şu an tarihi günler yaşıyor. Kriz öncesi %3’lük oy oranı olan Avrupa Solu üyesi reformist SYRIZA, canlı sınıf dinamiğinin estirdiği rüzgarı arkasına alarak kesinti paketlerine karşı yürütülen mücadelede düzen partilerini geride bıraktı. Kamuda ücretlerin %30 çakıldığı Yunanistan’da krizden bu yana 32 genel grev yapılsa da KKE, Syriza ve PASOK’lu sendika bürokratlarının kesintisiz genel grev gibi esas vurucu silahların kullanılmasını bilinçli olarak engellenmesi yüzünden burjuva düzen ayakta kalabilmişti. Bugün gelinen noktada Yunanistan egemen sınıfının eski partilerinden PASOK %5’e geriledi. (Yeni Demokrasi) YD ise %27- 30 aralığında. Genel seçimlere giden ülkede birinci parti konumundaki SYRIZA anketlerde %30-35 bandında görünüyor. Bu, egemen sınıfın krizi demek. SYRIZA’nın sınırlarını aşabilecek bir radikallik ortaya konabilirse Yunanistan’ın tüm dünyaya umut olması ve 2015 yılına damgasını vurması söz konusu olabilir. Aksi takdirde ise ülke daha derin ikinci bir krize gebe. Panik halindeki sermaye Altın Şafak gibi besleme faşistleri yeniden sokaklara salabilir.

*2014’ün sosyalistler açısından belki de en büyük olayı Arjantin’de İşçilerin Sol Cephesi (FIT)’nin 1 milyon 200 bin oy alarak meclise girmiş olması. Kitle radikalizminin bir sonucu olarak iki yılda oylarını 1 milyon arttıran FIT büyük bir başarı öyküsü yazdı. Ülkeyi yıl boyunca genel grevlerle sarsan emekçiler Arjantin, kapitalizmin kesinti paketlerine en sert mücadelenin verildiği ülke. Arjantin ekonomisinin derin bir krizin eşiğinde olduğu düşünüldüğünde FIT’in omuzunda ne kadar büyük bir sorunluluğun olduğu ortaya çıkacaktır. FIT’in aynı zamanda tarihsel bir fırsat anlamına gelen bu sorumluluğu taşıyıp taşıyamayacağını zaman gösterecek. Arjantin kriz, sınıf hareketi ve devrimci örgütlülük üçlüsünün birleşmeye çok yakın olduğu bir örnek olarak dünya sınıf mücadelesi açısından çok özel bir yerde duruyor.

*Küba’da ise 2014 serbest piyasaya geçişin hızlandığı yıl oldu. Obama’nın Küba açılımı ile başlayan ve Castro’nun karşılıklarıyla devam eden süreç, giderek olgunlaştı ve ambargonun yumuşatılması karşılığında serbest piyasaya yeni alanlar açıldı, ABD’ye bir takım ödünler verildi. Castro yönetimi, kendi kontrolünde serbest piyasaya uyumlu geçişi öngörse de aşağıdan gelen yeni kuşaklar daha pragmatikler ve Berlin Duvarı’nın çöküşünde olduğu gibi hızlı çözülmeler de önümüzdeki yıllar için olasılıklar dahilinde.

*Brezilya’da 2013’te işsizlik %5’e ulaşarak 2 milyon kişi gibi rekor seviyeye ulaşmıştı. Gezi ayaklanmasına paralel olarak sokaklara dökülen milyonlarca emekçi yolsuzlukları, yoksulluğu ve polis şiddetini protesto etmişti. 2014’te dev bütçeyle gerçekleştirilen Dünya Kupası doğal olarak büyük protestolarla karşılanmıştı. Dünya Kupası başlamadan önce büyük ses getiren eylemler kupa boyunca sürmüş, polis protestoculara nefes aldırmamak üzere azgınca saldırmıştı. 2016 yılında Yaz Olimpiyatları’nı gerçekleştirecek olan Brezilya’da ise iktidardaki İşçi Partisi (PT)’nin lideri Dilma Rousseff, devrimci alternatifini kendisini gösterememesi yüzünden keskin işçi düşmanı sağcı aday karşısında yoksul halkın desteğini kazanarak Ekim ayında yeniden başkan seçildi.

*Amerika kıtasından bir başka güzel haber ise Seattle’dan geldi. Seattle Kent Konsey’ine ciddi bir başarıya imza atarak girmeyi başaran sosyalist aday Kshama Sawant ülke tarihinde bir ilk oldu. Saatlik asgari ücretin kentte 15$’a yükseltilmesi için başlatılan kampanyanın önderliğini de yapan Sawant, önemli kazanımların elde edilmesine aracılık etti. %60’lık bir zam anlamına gelen saatlik 15 dolarlık ücret kazanımı tüm iş kolları için geçerli olmasa da düşük ücretle uzun saatler çalışan fast food restoranlarındaki emekçilerin önemli bir kısmı için geçerli. Şehirde 500’den az işçi çalıştıran tüm işletmeler, 7 yıl sonunda çalışanlarına %60 zam yapmış olacaklar. Çok sınırlı olsa da ABD’de sosyalistlerin varlık göstermesi açısından oldukça başarılı bir kampanya süreci yaşandı. Öyle ki büyük oranda gençlerden oluşan fast food işçileri 100 kadar şehre yayılmaya başlayan grev ve sendikalaşma hareketini de geliştiriyor. Sawant her ne kadar devrimci bir eğilimi ifade etmese de sol güçlerin sınırlı imkanlarla da olsa kitle hareketi ile bütünleştiğinde sonuç alabileceğini ortaya koydu.

*ABD’de 2014’e damgasını vuran bir başka olay da Ferguson’da patlak veren polis terörü karşıtı protesto dalgası oldu. Aylarca devam eden protestolara rağmen polis terörü durmak bilmiyor. Mücadelenin simgesi haline gelen Michael Brown’un katillerinin yargılanması ve polisin siyahlara yönelik vahşi tavrına karşı adalet talebi ülkede canlı ve radikal bir mücadele unsuru olduğunu da gösteriyor.

* Rusya-ABD arasındaki emperyalist çekişmenin iyice kızıştığı 2014 yılı, saldırganlığın Ukrayna’da yeni bir iç savaş çıkarmasına neden oldu. Rusya yanlısı lider Yanukoviç’in AB Ortaklık Anlaşması’nı 2013 Kasım ayında iptal ettiğini açıklayınca AB ve ABD’nin aktif destek verdiği büyük bir AB taraftarı hareket sokaklara döküldü. Protestolar çok kısa sürede silahlı çatışmalara döndü. Uzun yıllar boyu Rusya oligarkları ile AB egemenleri arasında çıkar savaşlarıyla yıpratılan Ukrayna resmen eli kanlı neo-nazilerin insafına bırakıldı. Sokaklarda azınlıklara kan kusturan Sağ Sektör demokrasi savaşçısı ilan edildi. Irkçı Swoboda ise Yanukoviç’in ülkeden kaçmasından sonra meclise girince ilk icraatı Azınlık Dil Yasası’nın iptalini istemek ve komünist partilerin tamamen yasaklanmasını istemek oldu. Ülkenin batısı ırkçılara ciddi destek verirken doğusu Rusya yanlısı. Öyle ki 30 Mart günü Kırım, bir referandumla Rusya’ya bağlandığını açıkladı. Öte yandan AB’nin beslediği çeteler halen ülkede kontrolsüz bir güç. Kısacası AB-Rusya savaşı Ukrayna’yı bir bataklığa sürükledi ve yardım etmeye de hiç niyeti yok; bahsi bile geçmiyor. Putin’in ordusu açıktan ülkenin doğusuna müdahale ediyor. Putin’in son yıllardaki artan gücü, Ukrayna konusunda AB’nin ve NATO’nun Rusya’ya yönelik tehditkar açıklamalarla karşılık buluyor. Öyle ki 2014’ün son günlerinde ABD, Rusya’yı hizaya çekmek için petrolün varil fiyatını 60 doların altına çekti. AB de ciddi yaptırımlar açıklıyor. Neticede Rusya 2014’ün sonundan itibaren krize girmiş durumda. Birikmiş döviz rezervlerine güveniyorlar. Emperyalist rekabet, 2015’te bu çelişkileri başka noktalara taşıyabilir. 

KATEGORİLER